O Biçim Anlayış...

İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürü A. Teoman Güneri in, "Ankara Notları"nda bir açıklaması çıktı geçenlerde. Kurum’da gelişmeler, bu açıklamanın çıkmasından sonra başladı. Bu haberleri, Mustafa Ekmekçi’ye kim götürmüştü? Genel Müdür, bunun arkasına düştü. Yetkilerini daha önce aldığı Genel Müdür Yardımcısı A.K.'ya:
Bu haberleri sen götürdün! dedi.
Vallahi ben götürmedim efendim, ben Ekmekçiyi tanımam bile!
Sus! dedi, sen götürdün!
Genel Müdür Yardımcısı A.K.’yi, yetkilerini aldığı görevinden de aldı, minicik bir masaya atadı...
Öbür Genel Müdür Yardımcısı İ.T. rapor aldı, evine gitti.
Eleştiriler üzerine, Genel Müdür, Mimara:
Ben genel müdür katında gömme banyo istememiştim, bunu çıkar projeden, dedi.
Nasıl çıkarırım efendim, diye karşılık verdi Mimar, Tüm proje altüst olur...
Genel müdür, yardımcılarına, daire başkanlarına:
Çalışma saati bitse de, ben gitmeden görevlerinizden ayrılmayacaksınız! demişti... Onlar da, iş olmasa bile gecenin bir saatine dek, yerlerinde otururlardı. Bir gün genel müdür, evine gitmiş, ancak yardımcılarına "Gidebilirsiniz" demeyi de unutmuştu. Neden sonra, usuna geldi, telefon etti:
Yardımcılarım evlerine gidebilirler...
Böyle sürüp giderken, genel müdür bir "iç genelge" yayımladı. Şubatın ikinci haftası içinde, 1985/1 sayılı iç genelgenin konusu, "Birim amillerinin çalışma sonunda görevlerinden ayrılmamaları" ile ilgiliydi. Genelgede şöyle demekteydi, genel müdür:
"Daha önce vermiş olduğum şifahi emirle genel müdür yardımcıları, daire başkanları ve şube müdürlerinin, genel müdürlükten ayrılmamalarını istemiştim.
Son zamanlarda yaptığım kontrollerde bu emrin yerine getirilmediğini ve bu suretle hizmetin aksatıldığını tespit ettim.
Nitekim 8.2.1985 günü saat 16.15’te Ankara Yurtdışı Hizmetler Şube Müdürlüğü’nün Kuveytli işverenlere takdim işlemi sırasında önemli bir problem çıkmış ve bu konuda problem çıkacağı önceden Genel Müdür yardımcısı İbrahim Tahtakılıç, İstihdam Daire Başkanı Erdoğan Barutçu ile Dış Plasman Şube Müdür Vekili B. Sıtkı Türksoy tarafından bilindiği halde, bu ilgililer mesai saati bitiminde görevlerinden haber vermeden ayrıldıklarından, olaya ihtisas birimlerince müdahale edilememiş ve yabancı işveren temsilcileri seçmiş oldukları işçileri almadan kurumu terk etmişlerdir.
Bu sebeplerle, bundan böyle mesai arkadaşlarımın ben genel müdürlükten ayrılmadan, görevlerinden ayrılmamalarını, önemli mazeretleri olduğu takdirde, benim bilgim tahtında görevlerinden ayrılabileceklerini, aksine hareket edenler hakkında gerekli disiplin işleminin yapılacağının bilinmesini ve bu genelgenin imza mukabili (karşılığı) öğütlerce tebliğini önemle rica ederim."
Genelgenin dağıtımı da şöyle: "Genel müdür yardımcılarına. Teftiş Kurulu Başkanı ve birinci hukuk müşaviri dahil, bütün daire başkanları ve şube müdürlerine, Ankara Bölge Müdürü, yardımcıları, yurt içi ve yurt dışı hizmetlerin şube müdürlerine..."
Biliyorum, şimdi Genel Müdür A. Teoman Güner, bu iç genelgenin basına nasıl yansıdığını araştıracaktır. Boşuna araştıracaktır; haksız yere birçok görevlinin canını yakacaktır, ne bileyim?
* * *
Bu, “Ankara Notları"nda iki Hasan'dan söz etmek istiyorum; Hasan  li ile Hasan Hüseyin’den. Kadrolaşmalar sonucu, kimi kamu kuruluşlarındaki dökülmelere değinmeden geçemedim.
Hasan  li Yücel’le Hasan Hüseyin Korkmazgil, yirmi üç yıl arayla aynı gün -26 şubatta- öldüler. Hasan  li, Cebeci mezarlığında, Hasan Hüseyin, Karşıyaka'da gömülü. Biri, köylü çocuklarını okutmak için yıllarını vermiş bir eğitimci; öbürü Sivas'ın Gürün'ünden çıkıp öğretmen olmuş bir ozan. Yarın ikisini de anacağım. Bilgi Yayınevi, Hasan Hüseyin'in yeni şiirlerinden oluşan “Kandan Kına Yakılmaz” kitabını yayımladı. Kitabı basıma Azime Korkmazgil hazırladı. Buna da değineceğim...
Geçen yıl, Küçükyalı’dan Eczacı Hasan Ceyhan, Hasan Ali Yücel'le ilgili şöyle bir mektup göndermişti:
Sayın Ekmekçi,
25 şubatta yazmam gereken mektubu bugün yazıyorum. Bağışlayın, geç kaldım. Çok çok iyi eğitimci bir dostum vardı 1965’te okulsuz köy, öğretmensiz okul kalmayacağını planlayanlardandı: Lütfü Engin.
Bir gün sormuştum :
Hocam, Hasan  li Yücel nasıl bir bakandı?
Rahmetli Hoca şöyle karşılık vermişti.
Hasan Ali Yücel gibi bir bakan ne geçmişte, ne de gelecekte bir daha zor bulunur. Türkiye öyle bir bakanı, bir daha bulamaz…
Bir öğrencilik anımı da ben anlatmıştım:
Sayın Ekmekçi, 1942-1943 yıllarında onuncu, onbirinci sınıf öğrencisiydim. 18-20 yaşlarındaydım. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e ayrı zamanlarda dört mektup yazmıştım. Birisine, doğrudan Hasan Ali Yücel, üçüne de ilgili şube müdürlüklerinden kısa zamanda yanıt almış, isteklerim yerine getirilmişti. Hele dördüncü ve son mektubuma dört günde yanıt almıştım. Yanlış okumuyorsunuz, yani ben o zaman lise son sınıf öğrencisiyim. Dönemin milli eğitim bakanına mektup yazıyorum, dördüncü günü yanıt alıyorum. Ve isteğim yerine getiriliyor. Böylesine bir mekanizma vardı o coşkulu yıllarda. Her zaman saygıyla anıyorum. Saygılarımla…”
Geçenlerde Vehbi bey; geçerken ayağa kalkmadı diye, kendinden yaşlı eski gazeteci İbrahim Cüceoğlu’nu azarlamaya kalktı. Ne biçim anlayış?
Vehbi Bey, planlamada çalışırken, herkese “abi” derdi. Sevilirdi de. Sezdiğim, bakan olalı bir şeyler oldu!
Bir kişi ayağa kalmadı diye hemen azarlanmaz. Adam ya hastaysa? Belki de kalkmak istememiştir. Zorla mı kaldıracaksınız ayağa? Bu konularda biraz anlayış beklemek herkesin hakkı değil mi?
Ünlü fıkradır, ilkokul sıralarında anlatırlardı (Vehbi Bey’le ilgisi yok ya, anlatayım): Hani bir baba oğluna, ikide bir:
Oğlum, sen adam olamazsın! Dermiş. O da bir gün vezir olmuş! Köydeki babasını ayağına getirtmiş. Götürenler yolda adamı epeyce hırpalamışlar da… Vezir, koltuğuna kurulmuş:
Bak baba, demiş, bana “Adam olmazsın!” derdin, vezir oldum.
Baba karşılık vermiş:
Ben sana vezir olmazsın demedim, adam olamazsın dedim…