Nerede Olmak İsterdiniz?

Ahmet Yıldız'ın gönderdiği yeni yıl kartında, «görülmüştür» damgası vardı. Ben ona göndermeliydim, o gönderdi. Şöyle Emiş Yıldız;

«Değerli dostum,

Yeni yılınızı en İyi dileklerimle kutlar, nice mutlu yıllara özgürlük ve esenlik İçinde ulaşmanızı gönülden dilerim.»

Arı bir Türkçe ile yazılmış, yılbaşı kartı içimi ısıttı. Bazı yazarlar son zamanlarda, konuları unutturup, kafaları karıştırmak için olacak, işi Öz Türkçeyi, arılaşmış Türkçeyi eleştirmeye götürmüşlerdi. Gerçekteyse, yapılanlar bir oyundu.

— Efendim, birbirimizi anlayamıyoruz.. Yeniler, geçmişten koptuuu! diye çığrışıyorlar, bu arada birbirlerine göz kırpıyorlardı..

— Haydi, yine yutturduk! demiş oluyorlardı..

Eleştirdikleri, uydurma dedikleri sözcükleri kendileri de kullanıyorlardı Biri; «Yeni seneniz kutlu olsun!» diye yazdı. «Yıl» dememek için «sene» diyor, ama neden «kutlu olsun» yerine «mübarek olsun» demiyor? Çünkü, o da, onlar da biliyorlar, inanmadan yazıp söylediklerini. Hep öyle. Osmanlıca, karman çorman yazarlarsa okuyucuları azalır...

Nasrettin Hoca’nın:

Şuna değmiş, şuna değmemiş.. dediği gibi, başkaları sözcükleri bulacak, bunlar tutanları kullanacaklar Kendileri Türkçenin gelişmesi, dilin özleşmesi  için hiç zahmet buyurmayacaklar. Oh, ne âlâ memleket!

Burnunu güzelleştirmek için, azıcık yukarı kaldırtmak için, binleri, on binleri göze alan bir  bayan, dilin gelişmesi için  klanı  futbolcu dağıtacak değil ya»

Ahmet Yıldız'dan nereye gittim? Yıldız da benim gibi dalgınmış. Unutkanmış, arkadaşlarından dinlemiştim. O da ya gözlüğünü ya çantasını unuturmuş bir yere giderken. Bir gün, bir arkadaşı:

— Sen de bizim Yıldız gibisin, demişti. Bir yere gideceği zaman, toplarız, Yıldız’ı...

Kendisine sordum doğruladı;

— Bir gün berbere inmiştim. Tıraş olup çıktım. Berberin ceketini giymemiş miyim?

Birkaç eski tanıdık, arkadaş içerde. Gidip göremiyorum da ama haber alıyorum. İyilermiş. Şerafettin Elçi’nin kardeşi İhsan Elçi, ağabeysini ziyaret için gittiğinde Ahmet Yıldız’ı görmüş. Yıldız:

— Akrabam, hoş geldin! demiş. İhsan Bey, düşünüp durmuş:

— Nereden akraba oluyoruz acaba? diye... Sormuş da:

— Efendim, affedersiniz bilemedim, biz nereden akraba oluyoruz?

Oradakilerden biri, şöyle düşünmüş:

— Biri, öbürünün deniz görmüşü...

İçerde, dışarda yeni yılda kim ne düşünür, bilmiyorum. Kimse, içeridekilerin, bir de işsizlerin yerinde olmak istemez.

Ankara’nın İncirli'sinde emekli öğretmen Rıza Beyle, emekli albay arkadaşı tavukçuluğa başladılar. İşleri iyi de. Bozuk para yokluğundan sıkıntıları var. Emekli öğretmen Rıza Bey’in yazdığı şu dizeleri emekli albay, müşterilere okudu:

«Önce demir paralar bize küstü gitti. / kimini tırtıkladık kimini ortadan deldik, / Sonra büyükleri de piyasayı terk etti / Artık zafer bizimdir, bozuklar çağı bitti... / Yüzümüzün akıyla kibrit devrine girdik.»

İncirli gecekondularında, Tekel satıcısının önünde kuyruk olmuş bakkallar, başlarına ak çuvalları örtmüşler, sıra bekliyorlar. Bazan kuyruk yüz metreyi buluyor. Alacağı da bir kilo Samsun sigarasıyla, üç kilo çay... Tekel’e para yatırmak da yok. Kuyruğa girilip fiş alınacak, sonra çıkılıp bankaya yatacak, birkaç bin lira, sonra yeniden kuyruğa girilecek,

Ahmet İsvan içeride. İlhami Soysal içeride, gözaltında. Özgürlük gibi var mı?

Ama, işsizlik de kötü Bu kış ortasında. İşsiz bırakılıp dışarıda kalanları düşünün. İstanbul Belediyesi’nde işlerinden çıkarılmış sanatçıları. Ne demişti Atatürk:

— Bu gençlere sahip çıkalım! mı demişti?

Bir arkadaşım;

— Armut gibi dalda biten bir şey mi sanatçı? dedi.