Nâzım, Ruhi, Sümeyra, Hüseyin...

“Dostlar Tiyatrosu'nun yirminci yıl kutlamalarında Genco Erkal, “Merhaba" gösterisinde ağırlığı Nâzım Hikmet'e vermişti. Nâzım Hikmet’ten şiirler, büyük kalabalıkları büyüledi. Gösteri bittiğinde, kalabalıklar Genco’yu ayakta alkışlıyorlardı. Nâzım, “Pazar" şiirini 1938'de Ankara Cezaevi'nde yazdı. Şöyle:
“Bugün pazar, / bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar / ve ben ömrümde ilk defa, / gökyüzünün bu kadar benden uzak / bu kadar geniş / bu kadar mavi olduğuna şaşarak / kımıldamadan durdum, / sonra saygıyla toprağa oturdum. / dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara. / bu anda ne hürriyet, ne karım. / toprak, ben ve güneş, / bahtiyarım."
Ölümünden altı ay önce yazdığı “Kocalmaya Alışıyorum" şiiri, altmış yaşın yalnızlığını da yansıtıyor. Şöyle:
“Kocalmağa alışıyorum, dünyanın en zor zanaatına / kapıları çalmağa son kere, / durup durmadan ayrılığa.
Saatler, akarsınız, akarsınız, akarsınız...
Anlamağa çalışıyorum inanmayı yitirmenin pahasına.
Bir söz söyleyecektim sana, söyleyemedim.
Rüyamda sabahleyin aç karına içilen cigaramın tadı, / ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı.
Kıskanıyorum öylelerini, kocaldıklarının farkında bile değiller / öylesine başlarından aşkın işleri"
Nâzım, 3 Haziran 1963'te öldü. 1953’te "Vasiyet"i yazdı. Şöyle:
"Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, / ölürsem kurtuluştan önce yani, / alıp götürün / Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan Bey'in vurdurduğu / Irgat Osman yatsın bir yanımda / ve çavdarın dibinde toprağa / kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörle türküler geçsin altbaşından mezarlığın / seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu / tarlalar ortamalı, kanallarda su, / ne kuraklık ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, / toprağın altında yatar upuzun, / çürür kara dallar gibi ölüler, / toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama ben bu türküleri söylemişim ben, / daha onlar düzülmeden, / duymuşum yanık benzin kokusunu / traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Komşulara gelince, / şehit Ayşeyle ırgat Osman, / çektiler büyük hasreti sağlıklarında / belki farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, / öylece gibi de görünüyor, / Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni / ve de uyarına gelirse, / tepemde bir de çınar olursa / taş maş da istemez hani.”
Nâzım'ın bugün ölüm yıldönümünde, kardeşi Samiye Yaltırım, İstanbul'da. Mülkiyeliler Birliği'nde Nâzım dostlarına bir öğle yemeği veriyor...
Geçen günlerde, Sümeyra'nın İstanbul'da gömülü başında 44 yaşının kutlandığını bildirmiştim. Hasan Çakır, 26 mayısta Frankfurt'ta Sümeyra dostlarının yaptıkları şenliği anlattı. Hamburg'dan, Oberhausen'den. Duisburg'dan, Köln'den, Weisbaden'den, Stuttgart’tan, Münih'ten, Frankfurt’un dört köşesinden gelen bir dostlar buluşması... Gelenler, gelemeyenlerin selamını getiriyor. Toplantı Yılmaz Karahasan'ın konuşmasıyla başlıyor. Konuşmasının sonunda Prof. Server Tanilli'nin iletisini okuyor. İstanbul’dan, İnsan Hakları Derneği'nden, Mimarlar Odası'ndan gelen selamları iletiyor. Tanilli iletisinde şöyle diyor:
“Sümeyra, yadellerde sanatımızın ulu bayrağını yere düşürmeden dolaştı, ödünsüz yaşadı, ödünsüz söyledi. Ödünsüz çaldı sazını. Bunun tanığı olmanın gururunu taşıyorum sizler gibi. Ruhi Su okulunun ayrılmaz bir parçası olarak gördüğüm Sümeyra, ustası gibi çağının büyük tanıklarından biriydi.”
Alman ozan Monika Carbe, Sümeyra için yazdığı uzun şiiri okuyor. Birkaç dizesi şöyle: “Gülün elinden, Sümeyra / Ölümün elinden / Yaşıyorsun."
Sonra, Oya Haydar konuşuyor, “Sümeyra deyince sürgünün acı-tatlı yanları geliyor aklıma" diyor. Oya, ince, duygulu...
Şener Sargut, anıların gücüyle. Sümeyra’nın yarattığı türkü dünyasının nasıl bir dostluk köprüsü kurabildiğini anlatıyor. Hüseyin Erdem, Sümeyra Çakır'ın türküleriyle birlikte sürdürüyor konuşmayı. “Ruhi Su ve Sümeyra birbirini bütünteyen bu iki ses, müzik kültürümüzde bir yeniden doğuşa açtı. Bu Rönesans, dünyanın başka hiçbir ülkesinde olmadı" diyor. Tiyatro sanatçısı Erich Schaffner, B. Brecht'ten şiirler okuyor. Sürgün, umut, umutsuzluk üzerine. Bir de Pir Sultan Abdal'dan; Almanca: “Karşıda görünen yayla ne güzel yayla / Bir dem süremedim giderim böyle / Elâ gözlü pirim sen himmet eyle / Ben de bu yayladan dosta giderim."
Sonra, Renate Fresow, piyanoda Uli Rugner'in eşliğinde Schumann’dan üç şarkı söylüyor, Sümeyra’nın sevdiği, söylediği üç şarkı. Erich Schaffner, Nâzım'ın “Umut" şiirini okuyor.
Ruhi Su Gecesi İstanbul'da 8 haziran cuma akşamı "Açıkhava Tiyatrosu"nda yineleniyor. 5 martta Cemal Reşit Rey Salonu’nda yapılan toplantı, yer darlığı yüzünden olaylı geçmiş Sıdıka Su, "Gecenin yineleneceğine" söz vererek içeri giremeyenleri yatıştırabilmişti. Ruhi Su Gecesi'nde, “Sümeyra" özel izlencesi de gerçekleştirilecek. Ruhi ile Sümeyra videoda karşılıklı verilecek...
Azime Korkmazgil'den mektup aldım; İstanbul'da birkaç ay önce Hasan Hüseyin için düzenlenen doğumgünü şenliğini anlatıyor, şöyle diyor:
"Gece gerçekten görkemli oldu, büyük spor salonu tümüyle doldu. Sloganlar dışında bir tatsızlık olmadı, kimsenin burnu kanamadı. Güzel başladı, güzel bitti. Salonu daha çok Sıvaslılar, gençler ve gecekondulular doldurmuşlardı. Mıh gibi dinleyip izlediler. Divriği Kültür Derneği'nin halkoyunları çok güzel ve zengindi. Asıl yaşlı Alevilerin semah gösterileri çok duygulandırıcıydı ve şaşırdım doğrusu. Bir gün sonra bu semanın stilize örneğini Ruhi Su Gecesi'nde Cemal Reşit Rey Salonu’nda izledim. Otantik olanla, çağdaş sanatın ortaya koyduğunu yakın zamanlarda görmüş oldum. Bu yılki, ölümünü anma değil, doğumgünü şenliğiydi. Kızılırmak’ı. Grup Kızılırmak müziklemiş. Daha başka bir hava vermiş…''
Gülşen Karakadıoğlu, Hasan Hüseyin'in, 1978'de kendisine verdiği bir oyununu korumuş, saklamış. Bunu Ahmet Küflü'ye söyledim. Belki Hasan Hüseyin'in bu yapıtını da basar, yayımlar.