Nâzım Hikmet hapse girdiği zaman Atatürk, Şevket Süreyya'yı çağırarak şöyle der:
Sen git, kendisiyle konuş. Nâzım, büyük şair. Hiçbir zaman, böyle bir şair gelmez. "Çıktığım zaman konuşmayacağım" desin, söz versin, komünizmle ilgili olarak konuşmayacağına, yazmayacağına söz versin, ben onu oradan çıkartacağım!
Şevket Süreyya Aydemir, buna çok seviniyor, sevinçle gidiyor cezaevine, Nâzım'a Atatürk'ün sözlerini iletiyor. Nâzım Hikmet, Şevket Süreyya'nın anlattıklarını tepkiyle karşılıyor, kabul etmiyor; çok kırıcı konuşuyor:
Sen! diye başlıyor konuşmasına; verip veriştiriyor, veriyor son yanıt Mustafa Kemal'e; Ben yolumdan, idealimden dönmem! Çıkarsam, yazarım da, konuşurum da.
Nâzım, onu kırmıştı ama, Şevket Süreyya yine tanımamıştı. Nâzım Hikmet'i hep sever, çalışma odasında, koltuğunun arkasında, yağlıboya bir Nâzım Hikmet tablosu her dönemde durur.
Yukarıda anlattığım olay, belki hiç yayımlanmadı, ilk kez yayımlanıyor. Şevket Süreyya bunu, oğlu Ertuğrul Aydemir'e anlatmış, ondan dinledim.
Nâzım, Şevket Süreyya, Vâ-Nu, bu üç arkadaş, Rusya'da kendi aralarında ant içmişler, söz vermişlerdi: Türkiye'ye dönünce, diplomalarını yakacaklar, devletten iş istemeyeceklerdi. Şevket Süreyya buna uymamış, Türkiye'ye dönünce, önce "Kadro"yu çıkarmış, daha sonra da, kendisi ekonomist olduğundan Türkiye'de, Ankara'da "Ticaret Lisesi"ni kurmuştu.
Cumhuriyetin onuncu yılında, Mustafa Kemal, ünlü konuşmasını yaptıktan üç gün sonra, 2 Kasım 1933'te, Ankara Ticaret Lisesi'ni gezip şunları yazar:
"Gördüklerim yüreğimi sevinç ve umutla doldurdu. Türk çocuklarının yüksek kabiliyetine inanım tamdır, bunun binbir delili görülebilir. Fakat bugün burada gördüğüm eser her halde, görülmeye ve takdir olunmaya değer en kıymetli bir beşarettir (müjdedir). Bir bilgi yapısında yetişmek fırsatına erişen çocuklarımızı tebrik eder ve memlekete faydalı olmalarını dilerim.
Kıymet ve kudretini canlı eseriyle göstermiş bulunan Müdür Şevket Süreyya Bey'i takdir eder ve kendisinin daha geniş çalışma eserlerini iftiharla göreceğime olan inanımı beyan eylerim.
Gazi Mustafa Kemal"
Atatürk'ün elyazısının üzerinde "2/ikinci Teşrin 1933" tarihi var. Bu belge, uzun yıllar bir levha üzerinde yazılı biçimde, Ankara Ticaret Lisesi’nin girişinde dururdu. Ticaret Lisesi’nin müdürüyle konuştum, "Benim odamda" yanıtını verdi. Şevket Süreyya Aydemir, sağlığında, Atatürk'ün bu övgüsünü kitaplarına almadı. Aydemir'in ölümünden sonra "Tek Adam" kitabının 10. basımına kondu.
Yazının başlığını "Nâzım Hikmet-Şevket Süreyya ile Atatürk" diye koydum. Şevket Süreyya, hep arada kalmıştır da ondan. Mustafa Kemal'i, O'nun devrimlerini sevmektedir. Ancak, arkadaşı Nâzım'ı da sevmekte, ikisinden de geçememektedir. Şevket Süreyya'nın yaşamı, bunun örnekleri ile doludur. Nâzım, arkadaşı için en ağır şiiri yazmış, Şevket Süreyya buna hiç aldırmamıştır. Uğur Mumcu, "Kırkların Cadı Kazanı" adlı kitabında, "Aydemir, ne zaman Nâzım’dan söz etse gözleri yaşarır; titreyen sesiyle Nâzım'dan şiirler okurdu " der.
Aynı kitapta, şu satırlar da var: "Nâzım Hikmet, 1938 yılında Harp Okulu davası nedeniyle tutuklanmadan Ankara'da Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ile görüşür. Şevket Süreyya bu görüşmeyi Avcıoğlu'na (Doğan) şöyle anlatır:
"Cüretli bir karar içindeydim. Nâzım'ı Ankara'nın en ürkeceği insanları ile tanıştıracak ve onu Ankara'nın en çekineceği yerlerde dolaştıracaktım. Kısacası onu Ankara'ya ısındıracaktım. Hem de ondan hiçbir fedakârlık istemeyerek. Davası, halkın davası değil miydi? O halde dünyada, bize ondan daha yakın, Türk halkından daha sevilmeye, işlenmeye layık hangi halk var?"
Şevket Süreyya Aydemir, o zamanlar, yani 1930'lu yıllarda, şimdiki Şehit Ersan Caddesi üzerinde, İnönü'nün "Pembe Köşk"ünün az yukarısında, solda pembeye boyalı bir Ankara evinde oturur. Nâzım Hikmet'e orada yemek verir. Eve yaya giderlerken Nâzım ikide bir geri dönüp bakmaktadır; bunu Şevket Süreyya'nın yakın dostlarından Aysel Hanım'dan dinlemiştim; Nâzım, Şevket Süreyya'ya:
Beni Şükrü Kaya takip ettiriyor! der.
Şevket Süreyya, Nâzım Hikmet Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer, bir de Basın-Yayın Genel Müdürü Sadri Ertem bu evde yemek yerler. Nâzım, önce bu buluşmaya "olmaz" demiş, ancak sonra "peki" demiştir. Nâzım, İspanya iç savaşı için yazdığı şiiri okur. Şükrü Sökmensüer duygulanır. Sonra şöyle der:
Nâzım, bu şiirde ne komünizm ne kapitalizm var. Bu şiirde anlatılan bir halkın isyanıdır. Tıpkı bizim istiklal Savaşı'mızda olduğu gibi. Ama ne yazık ki, hiçbir Türk şairi, bu destanı dile getirmedi. Yazık değil mi Nâzım? Bizim halkımızın isyanı ve savaşı yanında İspanya iç savaşı çocuk oyuncağı kalır. Anadolu destanını yazsana Nâzım sen, Anadolu destanını yaz...
Afet İnan’ın kızı, araştırmacı Arı İnan, yıllar sonra Şükrü Sökmensüer'i konuşturur, konuşmaları banda alır. Uğur'un kitabında bu ilginç bölüm de var.
18 Mayıs 1993, Cumhuriyet