NATO’dan da Atarlar mı Ne?

Pera Palas’taki sendikacılar toplantısında, Alman Sendikalar Birliği (DGB) Genel Başkan Yardımcısı Gerd Muhr'un konuşmasın dinliyordum. Sonra, bunları nasıl yazabileceğimi. Onlarda, bizimki gibi sert basın yasaları yoktu. Kendilerini memleketlerinde mi sanıyorlardı ne? Şöyle sürdürdü konuşmasını Gerd Muhr:
“.. Demokratik bir ülkenin temel ilkesi, sendikal hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ve bu hakların uygulamada gerçekleştirilebilmesidir. Ne yürürlükteki anayasada, ne de Mecliste çoğunluğu bulunan hükümette böyle bir eğilim görebiliyoruz. Aksine, Türk hükümetinin yeni yasal uygulamalarla tabandaki sendikal örgütlenmeyi daha da zorlaştırdığını hayret ve ibretle izliyoruz.
Ülkenizin içişlerine karışmak amacı gütmüyorum. Ancak, Türkiye özgürlükçü demokrasiyle yönetilen bir ülke olarak Batı Avrupa’da yerini almak istiyorsa, sendikal hak ve özgürlüklere saygı göstermesi kaçınılmazdır. Ülkeler arasında benzetme yapmak istememekle birlikte, sendikal özgürlükler söz konusu olduğunda, biz Alman sendikacılarının günümüzde de çok duyarlı davranmasına lütfen anlayış gösteriniz.
İnsanlık tarihinin en korkunç dikta rejiminin acılar dolu deneyimini yakın bir geçmişimizde bizler yaşadık. Halkın istemine karşın, koltuğundan bir türlü ayrılmayan General Pinochet 9 Eylül 1973 günü iktidara gelebilmek amacıyla, özgür seçimlerle devlet başkanı olmuş Allende'yi öldürtürken, Şili'de bu böyle olmuştur. Pinochet de öncelikle sendikalara vurmuş ve onları yok etmiştir. Ülkedeki belirli bir azınlık adına söz sahibi bulunan Güney Afrika Hükümeti de, geçen yıl olağanüstü dönem uygulamasına geçtiğinde, güvenlik örgütleri özellikle sendikacıları göz açıp kapayıncaya kadar toplamışlardır.
... Öte yandan, bu örneklerden şu gerçeği apaçık görüyoruz. Demokrasi ile sendikal özgürlükler arasında ayrılmaz bir bağ vardır. Biri olmadan ötekinin olması söz konusu değildir. Ancak demokrat bir toplumda, gerçekten özgür sendikalar olabilir. Ve demokrasinin gerçekleşmesi için özgür sendikaların bulunması kaçınılmazdır.
Sendika düşmanlığı yapılan son yılların bu davasında, DİSK’li arkadaşlarımız toplumsal düzeni değiştirmekle suçlandılar. Toplumsal açıdan ilerleme, özgür sendikaların en doğal istemleridir. Ve ilericiliğin adı değişikliği istemedir. Bu ülkede ve dünyamızda hâlâ saygıyla anılan büyük devlet adamı Kemal Atatürk de, toplumu değiştirmiştir.
... Umut ediyorum ki, bu ülkede yakın bir gelecekte tüm sendikal özgürlükler gerçekleşsin. Alman Sendikalar Birliği bundan böyle de, uyarıcı olarak ödevini yerine getirecektir. Federal hükümetimizden, Avrupa ile bütünleşme ve NATO kapsamında yapılan işbirliği görüşmelerinde Türk hükümetine şu gerçeği her seferinde vurgulamasını bekliyoruz. Özgür sendikacılık olmadan var olması olanaksız özgür bir toplumsal düzen söz konusu olduğunda, bu konularda aşama sağlanabilecektir..”
En sert uyarılardan birini, Norveç Sendikalar Federasyonu (NLO) ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Yazmanı Kaare Sandegren yaptı; o da aşağı yukarı şöyle dedi;
“NATO, demokratik ülkelerin savunma sistemidir. Türkiye, kısa sürede kendini demokratik bir ülke durumuna getirmezse, NATO'da da yeri olmayacaktır. Buradan Türk generallerine ve ilgililere sesleniyorum. gerekli değişiklikleri yaparak, Türkiye'yi hızla Avrupa ölçülerine uygun biçime getiriniz...”
Bu sözün özü, “NATO’dan da atarız siz” mi demekti? NATO’dan atılabileceğimizi söylediğimiz bir arkadaşım:
Atsınlar valla, ben üste veririm dedi.
Pera Palas’ta bu konuşmalar yapılırken, NETAŞ işçilerinin grevleri sürmekteydi. İşçilerden gözaltına alınanlar, salıverilince doğruca SHP’nin Pera'daki toplantısına geldiler. Uzun uzun alkışlandılar. NETAŞ'ta 2 bin 600 işçi grevdeydi. Yabancı sendikacılar, DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk'e, grevin nedenini soruyorlardı. Abdullah Baştürk, onlara şunu söylüyordu:
… Ülkemizde, ücret ve maaşların milli gelir içindeki payı 1960'ta yüzde 21 iken, bu oran 1963 yılının yasalarının tanıdığı sendikal mücadele araçlarıyla 1977'de yüzde 37'ye, 1979’da yüzde 43.33'e yükseldi. Buna karşılık ise, 1960'ta milli gelir içinde yüzde 43'lük bir paya sahip olan kâr, rant ve faizlerin oranı 1977'de yüzde 34'e düştü. 12 Eylül uygulamalarının getirdiği baskı sonucu hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasıyla ücretlerin payı 1985'te yüzde 19'a düşerken, kâr, faiz ve rantların payı yüzde 64'e yükseldi. Son altı yıl içinde Türkiye'de ücretler gerçek anlamda yüzde 55 dolayında azaldı...”
Bunları açıklayan Abdullah Baştürk, yabana sendikacılara sordu:
Sizin ülkenizde işçilerin ücretleri yüzde 55 oranında azalsa ne yaparsınız? Onlar karşılık verdiler:
Genel greve gideriz!
Edindiğim bilgiye göre, NETAŞ işvereni grevden oldukça tedirgindi. Ancak, MESS çevreleri, grevin daha sürdürüleceğini söylüyorlardı. Grev öyle sürmeli ki, işçiler grev yaptıklarına yapacaklarına bin pişman olsunlar! Bunun, işçi haklarını tanımakla filan ne ilgisi var? NETAŞ grevi 93 gün sonra dün sona erdi. 93 gün dayanan sendikacıları, işçileri kutlamak gerek!
Orada olanlardan söz etmedim, yerim yoktu. Sadun Aren, Munise Aren’le birlikte gelmişti. Ruhi Su'nun eşi Sıdıka Su, TİP eski genel başkanlarından Şaban Yıldız, eski TİP Senatörü Fatma Hikmet İşmen, Alp Selek, Reha İsvan, Ahmet İsvan, Ali Dinçer, Kemal Nebioğlu, Mustafa Alpdündar, Aytekin Kotu, Hasan Fehmi Güneş, Necdet Uğur, Süleyman Genç, Ferhat Aslantaş, SHP yöneticileri, eski senatörlerden Solmaz Betül, Hikmet Çetin, Metin Tüzün, Kemal Anadol, Sadullah Usumi, Halit Çelenk, Müşir Kaya Canpolat, Kâmil Karavelioğlu. Onur Kumbaracıbaşı, Sadık Gürbüz, Rahmi Saltuk. Daha çok, TİP eski genel başkanlarından Mehmet Ali Aybar, o gün “Saçak” açık oturumuna katılanların duruşması olduğundan gelememiş, telefon etmişti. İstanbul Valisi Nevzat Ayaz çağrılılar arasında olmasına karşın, gelmemeyi yeğledi. İlginç bir şey de, İstanbul’daki başkonsoloslardan çoğunun orada olmalarıydı. Hükümetten ise, kimseler yoktu. Vahit Halefoğlu, Paris'lerde, AET’ye girebilmek için konuşup duracağına, toplantıya bir yetkiliyi yollasa, daha mı iyi ederdi? İşverenler Sendikası da uğramadı.
Eskişehir’den, İzmir’den, Muğla’dan, Kütahya’dan Kayseri’den daha pek çok ilden SHP il başkanları gelmişlerdi.
Gerek DİSK’in, kokteylinde gerekse SHP'nin seminerinde gözlerim çok kişiyi aradı; Deniz Baykal’ı, eski Çalışma Bakanı Önder Sav’ı, Erol Çenikçe'yi göremedim. Çağırtmamışlar mıydı? Ali Topuz’u de göremedim.
Kulislerde, bir de şu konu konuşuldu durdu: DİSK davaları, daha birkaç yıl uzayacağına göre, DİSK üyelerinin, çoğu Türk-İş'e geçip orada bekleşen işçilerin, sendikacıların durumları ne olacaktı? DİSK benzeri bir sendika kurulmalı mı, yoksa kurulmamalı, dava sonucu beklenmeli miydi? Abdullah Baştürk konuşmasında Türk-İş'i ağır biçimde eleştirmekteydi. Baştürk, satır arasında ne demek istemişti?
Her yerde başıma gelir, burada da geldi; bakın anlatayım; Toplantıda Aziz Nesin'le yan yana oturuyorduk, yabancı konukların konuşmaları, çevriliyor, herkes de kulaklıkla bunları izliyordu. Bize de getireceklerdi. Bir genç:
Kimliklerinizi verir misiniz? Size de kulaklık radyo getireceğim dedi. Verdik gitti. Kulaklıkları getirdi. Bir de fiş verdi: “Kulaklıkları bu fişle birlikte verip, kimliklerinizi alacaksınız” dedi. “İyi” dedik, basın kartlarımızı verdik ama, benim içime hemen kurt düştü! “İster misin, diye düşündüm, basın kartları sonunda karışsın, Aziz Bey’inki bana, benimki ona gitsin!”
Aziz Nesin erken ayrıldı, ben toplantı sonuna dek izledim. Cumartesi akşamı, fişimle birlikte, kulaklığı alıp gittim. Ne göreyim, Aziz Nesin, benim basın kartını alıp gitmiş, kendisininki bana kalmış!
Vallahi, dedi genç, biz bilmeyiz! Biz fişlere göre işlem yapıyoruz. Doğru, başları da kalabalık. Ama ben ne yapacağım? Uçak biletimi almışım, koca İstanbul'da Aziz Nesin'i nerede bulurum? Uçakta Aziz Nesin'in basın kartını gösteremem ya! “Mustafa Ekmekçi kendine Aziz Nesin süsü verirken yakalandı” çıkabilirsen çık işin içinden...
Canım, sizi herkes tanır! diyorlar. Olur mu?
Birkaç telefonda Azin Nesin’i buldum. Kahkahalarla gülüyordu:
Basın kartları değil mi? dedi. Hay Allah! Senin resim daha yakışıklıydı, almışım işte!
Taksim de Oralp-Güralp Basım’ların evindeydi. Hemen gidip, basın kartını verdim, kendiminkini aldım. Eşeği yitirip, bulmuştum!