Nadir Nadi’yle Söyleşi...

Nadir Nadi ile telefonda konuşuyorduk:
— Filmleri, çektirdim, dedi, yarın sonucu alacağını...
O günlerde, “Ankara Notları”nda, sağlığımla ilgili günlük rapora benzer yazılar yazıyordum Öksürüyorum, öksürüğüm kesildi filan...
Nadir Bey’in ülseri vardı. Durumu, filmlerin incelenmesinden sonra ortaya çıkacaktı. Filmlerin sonucu geldi. İyiydi, nasıl sevindim.
Cumhuriyet’e yeni girdiğim günlerdeydi. İstanbul’a, bir imza gününe gitmiştim. Gazetede, o zamanki Genel Yayın Müdürü Oktav Kurtböke'nin odasında konuşurken. Nadir Nadi girdi; bana:
— Biraz gelir misin? dedi. Çıktım:
— Haydi seni kaçırayım, dedi
Arabaya atlayıp, Kumkapı'da bir meyhaneye gittik. Yiyip, içiyoruz:
— Biliyor musunuz, babanız bir küçük rakı ve fasulye piyazıyla yazarmış yazılarını...
— Nereden biliyorsun?
— Bir yerlerde okumuştum...
İmza gününün yapıldığı Akademi Kitabevi’ne bıraktı arabayla-
— Şimdi oturacaksın, saatlerce imza atacaksın. Ben sevmem, imza günlerini... diyordu. Ama o da sonradan kitaplarını imzaladı aynı yerde.
Son sıralarda içmiyordu:
— İçkiyi bıraktım! diyordu. Ülseri onu tedirgin etmişti...
İsmail Hakkı Tonguç'un bir sözünü hiç unutmam: şöyle derdi:
— Gazetelerin üzerinde, gazetenin sahibi diye bazı adlara rastlarsınız. Gazetenin gerçek sahibi onlar değil, okurlarıdır...
Nadir Nadi, bu gerçeği bilen sayılı kişilerdendir.
Erkekçe Dergisi, mart sayısında söyleşiyi, Nadir Nadi’ye ayırmış. Nadir Nadi’nin bazı sorulara yanıtları şöyle:
Erkekçe — Aktif olarak politikaya atılmayı düşünüyor musunuz?
Nadir Nadi — Politikadan hiç hoşlanmıyorum. Bunu bir kaç kez de yazdım.
Erkekçe — Gazeteci ve yazar olarak politikanın içindesiniz ama...
Nadir Nadi — Evet içindeyim. Ama meslek olarak... Böyle gelmişim dünyaya, böyle gideceğim
Erkekçe — Parti Başkanlığı için öneriler aldığınız söyleniyor
Nadir Nadi — Öneri gelmedi. Dedikodular geldi. Tabii benim yapabileceğim iş değil. İsteğim yok. Parti liderliği için yeteneğim de yeterli değil. Liderin önce politik eylemden hoşlanması ihtiras sahibi olması gerekir. Sonra halka hitap etmesini bilmeli. Ne kadar dürüst olursa olsun bu niteliklerden yoksun kişi, politikada başarı sağlayamaz. Onun için lider olmam bir yana partiye üye bile olamam ben.
Erkekçe — Sizce Cumhuriyet’in eksiği nedir?
Nadir Nadi — Maddi olanaksızlar nedeniyle habercilikte biraz geriyiz. Özellikle ülkenin iç politikasıyla sosyal sorunları konusunda fazla aktif olamıyoruz.
Erkekçe — Herhangi bir baskı?
Nadir Nadi — Hangi konuda?
Erkekçe — Mali konuda... Gazeteleri ayakta tutan ilân olduğunu göre?
Nadir Nadi — İlân, reklam ve satış... Şimdilik bir baskı duymuyoruz. 12 Mart döneminde baskı vardı. Ben ve arkadaşlarım o dönemde uzaklaştırıldık. Ama gazetenin geliri artmadı.
Erkekçe — Cumhuriyet'in ilkelerinden biri de sansasyondan uzak durmak mı?
Nadir Nadi — Doğruluğuna inanmadığımız haberleri yayınlamıyoruz. Yanlış haber vermektense “atlamayı” uygun buluyoruz. Yanlış sandığımız, doğrulatamadığımız haberleri bazen atlıyoruz. Sonra bakıyoruz bizim doğrulatamadığımız haber doğru çıkıyor...
Erkekçe — Önemli olaylar atlandığı zaman öfkeleniyor musunuz?
Nadir Nadi — Pek öfkelenmem, üzülürüm.
Erkekçe — Galiba çalışanlara fazla karışmıyorsunuz?
Nadir Nadi — Olanaklarım ölçüsünde uyarıda bulunurum. Fakat fazla karışmam. Yazarlarımıza hiç karışmam. Ne isterlerse yazarlar. Tabii ülkenin geçirdiği bunalımlı dönemler, yasaklar. Sıkıyönetimler var. O zaman genel olarak “Çocuklar şuna, şuna dikkat edin” derim. Ama bunu yazın, şunu yazmayın demem. Kendi yazılarım için de, sıkışık dönemlerde “Çocuklar o yazıyı okuyun, sakıncalı yerleri varsa beni bulun. Bulamazsanız dediğiniz gibi yapın” derim...
2.03.1983
Mustafa EKMEKÇİ
Bak, Şu Bebelerin Güzelliğine...
Talat Paşa sadrazamlığı sırasında Hüseyin Cahit Yalçın’a bakanlık önermiş. Yalçın Dışişleri Bakanlığını istemiş. Enver Paşa karşı koymuş:
— Sen İngiliz ve Fransızların dostusun Almanlar tekil barış yapacaklar diye kuşkulanırlar demiş. Yalçın:
— Evet, ben de onun için istiyorum! Öyleyse içişlerini verin...
Talat Paşa içişlerinde ne yapacağını sorup atlatmak istemiş. Yalçın:
— Milli Eğitimi verin...
— Latin harflerini ortaya atarsın... derler, oma Bayındırlık Bakanlığı’nı önerirler. Yalçın şu karşılığı verir:
— Ben mezar taşıma yazılsın diye, bakanlık kabul edecek adam değilim!
Faik Ahmet; Barutçu anlatıyor anılarında. 1930 sonrasında yapılan o toplantıda, İsmet Paşa şunları söyler:
— Biz en çok Hüseyin Cahit'e zulüm etmişizdir. Atatürk'e bir türlü anlatamamışımdır. Ben Cahit'e iki sözü yüzünden kızgınımdır: Bir, meşrutiyet döneminde Latin harflerinden sözettiği zaman “bu nasıl düşüncedir? Bu ülkeye düşünce ayrılığı sokmak istiyor” diye kızmıştım. İkincisi de ulusal egemenlik döneminde İstiklal Mahkemesi'nde, “Ben cumhuriyetçiyim, hem de laik cumhuriyetçiyim” dediği zaman, “laiklik de nedir? Bunu da nereden çıkartıyor?” diye kızmıştım. İşte Hüseyin Cahit, Meşrutiyet döneminde Latin harflerini, ulusal egemenlik döneminde de laik cumhuriyet ilkelerini ileri sürdüğü zaman, bu düşünceler bize bu kadar yabancıydı. (Faik Ahmet Barutçu, “Siyasal Anılar”, Milliyet Yayınları, s 421)
Olayların yorumlamasının da doğru yapılması gerekir. Bu anlattıklarımla, Hüseyin Cahit Yalçın'ı göklere çıkarmak islediğim anlaşılmamalı. Değişik olaylarda Hüseyin Cahit Yalçın’ın gönlümün almayacağı davranışları da olmuştur. Hüseyin Cahit Yalçın'ın, “Ben, mezar taşıma yazılsın diye bakanlık kabul edecek adam değilim!” sözünde. İstediğinin olmayışından duyduğu kırıklık da —satır arasında— okunabilir. Bazen düşündüklerimi yazıya dökmekte güçlük çekiyorum!
Bir öğretmenimiz vardı adı Mustafa Çetiner'di. Bir öğüdü belidimden çıkmamış:
— Sandalyeyi ayaklarınızın altına alırsanız sizi yükseltir; Basınızın üstünde tutarsanız, sizi alçaltır!
Çok kimse söyler:
— Benim için makam, ün önemli değil. Önemli olan ülkeye hizmet etmek!
Bakalım ne derece doğru? Hani, halk söyler ya
— Herkesin alacası içinde diye.
Ege'de, Antalya yöresinde yaygın bir söz daha varmış. Ferhat Aslantaş söylemişti. Şöyle:
— Gizil yöğüren aşikare doğurur, yani aşağı yukarı:
— Gizil sevişen, açıkta doğurur... demek.
Doğum gizlenemez ki; azından ebe ile yardımcıları görür. Çocuk gerçeği, gizli sevişmelerin kanıtı...
— Filanla falan Anadolu kulübünde yemek yemişler;
— Hımmmm! Ne var altında acaba? Ne konuştular dersin?
Hemen yorumları yapılıyor filanın adının yakında daha çok duyulacağı. Sözüm ona, kulislerin ıcığını, cıcığını kurcalıyorum ya kendimce bilgiçlik taslıyorum!
— Aldıkaçtı var ya, ona değil asıl, gölgede gibi görünen Prof. Kemal Dal’a bakın siz, onu yabana atmayın? demeye getiriyorum. Emin Paksüt'ü arayıp bir konuşmalı, diye düşünüyorum…
Daha birçok şev aydınlıkta değil, gözümüze karanlık. Ama, aydınlanacak.
— Bizim ozanlarımızın, yazarlarımızın, düşünürlerimizin sanatçılarımızın neden dokunulmazlıkları yok? diye geçiyor usumdan...
Hasan Hüseyin'e, yattığı Tıp Fakültesi'ndeki öğrenciler kan vermeye koştular. Bir öğrenci iki gündür açtı. Ondan kan alınmadı. Bir başkası sarılıktı. Ondan da alınmadı. Önceki gün kardeşi kan verdi. Hasan Hüseyin'e. Hasan Hüseyin'in “Acıyı Bal Eyledik” şiirinden dizeler mırıldanıyordum:
Bak şu bebelerin güzelliğine / Kaşı destan / Gözü destan / Elleri kan içinde.
Kör olasın demiyorum / Kör olma da / Gör beni.
Damda birlikle yatmışız / Öküzü hoşça tutmuşuz / Koyun değil şu dağlarda / San kendimizi gütmüşüz / Hor baktık mı karıncaya / Kırdık mı kanadını serçenin / Vurduk mu karacanın yavrusunu / Ya nasıl kıyarız insana?
Sen olmasan öldürmek ne / Çürümek ne zindanlarda / Özlem ne ayrılık ne / Yokluk ne yoksulluk ne / İlenmek ne dilenmek ne / İşsiz güçsüz dolanmak ne / Gün gün ile barışmalı / Kardeş kardeş duruşmalı / Koklaşmalı söyleşmeli / Korka korka yaşamak ne?..”