Müzehher Hanım’ın Evinde...

İstanbul'dayken Müzehher Vâ-Nü'nun evine gittim “Bir Dönemin Tanıklığı” kitabını yollamıştı, “dostlukla” diyerek. Telefon edip teşekkür ettim.
Aaa, dedi, İstanbul'a hiç gelmez misiniz? Siz mi gelirsiniz, ben mi geleyim? Şevket Süreyya, sizden çok söz ederdi. Konuşmak isterim.
Son, İstanbul'a gidişte Orhan Apaydın, Ruhi Su günleri arasında. Müzehher Vâ-Nü'ya da uğramalıydım. Onu ilk kez görecektim. Yakın köylüm, Halim Özuğurlu'yla birlikte gittik. Ben Hadım'da doğdum Halim, Taşkentli. Biri ilçe, biri bucak. Çocukluğum, bu iki beldenin çekişmelerini dinleyerek geçerdi. “Sen ilçe olacaksın, ben ilçe olacağım” diye İlçeyi, ilçedekileri bir telaştır alırdı.
Taşkent ilçe olacakmış, ilçeliğimiz elimizden gidiyor amanın! diye.
İktidarlar da oraları kalkındıracak yerde, bir parmak bal çalarak, uyulurlardı insanları, ilçe olsa ne olacak, bucak olsa ne olacak? Bellibaşlı yapı, hükümet konağıyla karakol, bir de askerlik şubesi. Sorardık; ilçede bir değişiklik var mı? diye.
Yeni bir hükümet konağı yapıldı! Cezaevi yapıldı!
Tüm gelişme bu. Sıdıka Hala’nın Hasan, kiremit çatılı bir ev yapınca, gözümüzde çok büyümüştü. Düz damlar arasında, kiremit çatılı ev, olacak şey mi? Birkaç yıl önce gittim, yine değişen bir şey yok. Şimdi ortaokulu, lisesi var.
Arkadaşım, Taşkent'ten Halim; bir Halim daha var, o ozan Halim Uğurlu. Onu aradık, bulamadık İstanbul'da. Halım Özuğurlu, anasına soda diye bira içirmiş. Kadıncağız birayı içtikten sonra, arkadaşlarına.
Soda şişeleri değişti mi ne, kısa boylu azıcık şişmanca şişeler!
Yooo, demişler. Değişmedi soda şişeleri!
Bir de ne görsünler, kadının soda şişesi dediği, bira şişesi, işte o Halim, birlikle gittiğimiz Müzehher Vâ-Nü'nun evine Duvarlar, anılarla dolu. Celile Hanım’ın yaptığı Nazım resmi, Yahya Kemal'in el yazısıyla bir şiiri. Daha çok Hıfzı Topuz’un Afrika'dan getirdiği totemler.
Müzehher Hanım, Vâlâ Nurettin'le Cemal Nadir’den sonra evlenmiş. O sırada da, İstanbul'da Cemal Nadir’in 40. ölüm yıldönümü törenleri vardı. Sormadım. Kitapta var, Ruhi Su, 6.9.1972’de Müzehher Hanım'a şu notu yazmış
“Müzehher Kardeş,
Bu cuma akşam üzeri evde olabilirseniz. Yunus'u getiririm. Olmazsanız yine komşuya bırakırım.
Karacaoğlan’ı dinleyenler beğendi. Basılışı da iyi olursa, beğenilecek demektir. İstediğiniz bir akşam size de dinletirim. Yalnız birkaç gün önce bu isteğinizi bildirmenizi rica ederim. Selamlarımla-Ruhi Su
Not: Sizi bulamazsam, Mediha Hanım’a bırakırım. “
Müzehher Hanım'la Şevket Süreyya Aydemir’i konuştuk. Bir ara çayı, tabağa döker gibi mi oldum ne, Müzehher Hanım.
Siz de, dedi, Şevket Süreyya gibi, o da dökerdi böyle!
Coşkulu adamdı Şevket Süreyya, çayı filan dökmesi ondandı. Bir telaş, yelyepelek geliş gidişler.
Söyleşi sırasında, Semih Balcıoğlu'yla, Çetin Altan’la konuştuk. Çetin Altan, Müzehher Hanım'a:
Fırıncıyı kaybettin, Ekmekçi'yi buldun! demiş.
Nazım'ı, Nazım’ın Türkiye'den gidişini, Sabiha Sertel’i, Zekeriya Sertel’i konuştuk uzun uzun Behice Boran'ı konuştuk..
4 Aralık 1945'te, Tan Gazetesi, saldırılar sonucu yıkılmıştı. Sabiha Sertel’le Zekeriya Sertel, bir daha bellerini doğrultamazlar. Avrupalara gidip, dolaşırlar filan ama boşuna. Bu olayı CHP’lilerin yaptırdığı kanısı yaygındır. Ama ardından Sabahattin Ali canavarca öldürülür. Müzehher Hanım’ın yazdığına göre Sabiha Sertel, “öfkesi gözlerinde yanarak” şöyle der
Tan olayında Halk Partisi ile aramıza kan girmemişti, ama bu olayla girdi
Müzehher Hanım, “Bir Dönemin Tanıklığı”nda, daha sonra şöyle yazar;
“Oysa böyle dramatik cümlelerle hiç konuşmazdı. Sabahattin'in öldürülüşü hepimizi dehşete salmıştı. Uzun süre karamsarlıktan kurtulamadık. Hep yeni bir felaket bekledik durduk. Bu tür bir satır bakalım şimdi kimin kalasına inecek!.. Neden sonra kendimizi toparlayabildik.
Sanıyorum o yıldı. Belki daha önceleri Paşakapısı Cezaevi’nde yattığı sırada, iyi bilmiyorum, Sertel’ler, Sabahattin Ali'nin eşi Aliye Hanım'la Filiz Ali'yi yazın bir bölümünü geçirmek üzere evlerine davet ettiler. Onların gelişi tekdüze hayata bir canlılık sağladı. Zekeriya da Sabiha Hanım da çocukları çok severdi. Filiz de gerçekten cana yakın bir çocuktu. Bu vesile ile aramızda Polonezköy'e bir gezi düzenledik Kemal Salih Sel ailesi de bize katıldı...”
Sabiha Sertel, Sovyetler'de Bakü'de öldü. Pasaport alıp yurda gelememişlerdi. Zekeriya Sertel’le o yıllar mektuplaşmışım. O mektupları saklarım. Ben, bana gelen mektupları değil de, Müzehher Hanım'a, Sabiha Hanım’ın ölümünü anlatan kısa bir bölümünü anmak istiyorum Zekeriya Sedefin 6.9.1968'de şöyle diyor. Zekeriya Sertel mektubunda:
“Kardeşim Müzehher,
Acı haberi almışsınızdır. Sabihayı sonunda kaybettik. Sekiz ay hastalıkla çetin bir savaş verdi. Kahramanca dövüştü. Birkaç meydan harbi verdi. Zaman zaman hastalığı yendi. Temmuz ayında adeta iyileşmişti. Bizi sevindirmişti. Kendisi de mesut olmuştu. Fakat savaşın ikinci bölümünde, hastalık insafsız davrandı. Zavallıyı yere serdi ve bir daha kalkmasına imkân bırakmadı. O da son zamanlarda denize girer gibi kendisini hastalığın kolları arasına attı. Uyumak üzere gözlerini kapattı. Ve sönen bir mum gibi yavaş yavaş söndü. İki saat sonra artık aramızda değildi. Son günlerde o da umudunu yitirmiş, savaşı durdurmuştu. Artık yorgun ve perişan düşmüştü. Fakat ölümü burada büyük hadise oldu. Her taraftan sevgi ve ilgi yağdı. Muhteşem bir cenaze tertip edildi. Evimiz ziyaretçilerle doldu boşaldı. Kendi memleketimizde imişiz gibi geldi bize. O kadar candan ve yakından ilgi gördük. Kederimizi ve üzüntümüzü hafifletmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Gerek hastalığı zamanında, gerek ölümünden sonra, bize garipliğimizi duyurmamak için hiçbir şeyi esirgemediler.
Yıldız, bu savaşta annesinin yanından hiç ayrılmadı. Son günlerde Yıldız, annesine bir şey isteyip istemediğini sorduğu zaman Sabiha'nın verdiği cevap şu olmuştu.
Senin gibi bir evlat.
Gerçekten de Yıldız, çok fedakârlıkla annesinin yardımına koştu. Fakat o da bu savaştan yorgun çıktı ve perişan çıktı, şimdi onu dinlendirmeye çalışıyoruz. Benim halim tabii perişan. Elli senelik arkadaşımı kaybetmek kolay dayanılır bir şey değil. Hele gurbet elde. Ama ne yapacaksın? Katlanacağız. Zekeriya Sertel”
Sabiha Hanım, yurtdışında yurduna, dostlarına özlem içinde öldü. Nazım da, Zekeriya Sertel de öyle. O yıllar, birkaç kişiydiler belki; bu kez, yurtdışında yurtsama içinde olanları on binleri buluyor. Bunlar unutulmamalı.
Müzehher Vâ-Nü, Akşam gazetesinde, “Nihal Karamağralı” takma adıyla öyküler, röportajlar yazmış. Nihal Karamağralı'yı okurdum da, o olduğunu bilmezdim. Biz vaktiyle onları okurken, onlar şimdi bizim yazdıklarımızı okuyorlar. Bizim yazdıklarımız da birer anı olacak! Yazının çizinin, yazarın çizerin genci yaşlısı olmaz. Her yaşın ürünüdür o...
Müzehher Hanım’ın evinden ayrılırken anılarla doluydum...