Musa Uysal, "Ardıç Yayınları"nda çıkan "Nereden Nereye?" adlı yapıtını imzalarken, şunları yazmış:
Dostum, tüm öğretmenlerin dostu Sn. Mustafa Ekmekçi ye sunmaktan mutluluk duyuyorum. Saygılarımla.
Musa Uysal, emekli Öğretmen. Arkadaşları O'na, neden “Emmi" adını takmışlar, bilmiyorum. Ama, O'nun adı hemen hemen hiç söylenmez, herkes "Emmi” der. Emmi aşağı, Emmi yukarı. Kitabının sunuş yazısında şöyle diyor:
Şimdiye kadar öğretmen örgütü dergilerinin dışında yazı yazmadım. Kitap hiç yazmadım. Yazmaya da heves etmedim. Ama Anadolu insanının yaşamı, geçim koşullan hep ilgilendirdi beni. Geleneklerini, törelerini inceledim, şakalarını, esprilerini dinledim. Onlarla beraber oldum; beraber yaşadım. Askeri darbelerle gelen ara rejim hükümetlerinin hışmına uğradım, defalarca tutuklandım, yıllarca hapis yattım. İlginç olaylara tanık oldum. Yurdun her tarafından gelen insanlarla tanıştım.
Ülkemizin birçok yerlerinde öğretmenlik yaptım. Bildiklerimi öğrettim. Halkımızdan çok şey öğrendim. 12 Mart, 12 Eylül askeri darbesi ile gelen ara rejim hükümetlerinin, halkın özgürlüğüne uzanan ellerini, susturmaya çalıştıkları dillerini ve anaların babaların kırılan gönüllerini gördüm, yaşadım bunları...
Musa Emmi, yaşadıklarını hiçbir şey katmadan, süslemeden yazayım diye düşünür düşünmesine ama. bir türlü yazmaya cesaret edemez. Dostları öteden beri yazmasını istemektedirler. Bunu da şöyle anlatır Musa Emmi:
... Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünde, akşam yemekte öğretmen yazar Mahmul Makal ve eşi Naciye Makal’la beraber olduk. Bir anımı anlattım. Naciye MakaI bunların yazıya dökülüp kitap haline getirilmesini önerdi. Kitabın adını da, 'Nereden Nereye?' koydu. Böylece başladım bu kitabı yazmaya. Ama çok zor karar verdim. Kitap yazmaya karar vermek zor benim için. Savaşa girmekten daha zor çünkü. Sizin karşınıza çıkacağım, kolay mı? 65 yaşından sonra kitap yazmaya soyunmanın ne demek olduğunu düşünebiliyor musunuz? Ama eksiklerimin hoş görüleceğine inanıyorum.
önce, Musa Emmi'yi bu kitabı yazmaya yüreklendirdiği için Naciye Makal'ı kutlamak istiyorum. Geceler boyu kitabı elimden bırakamadım.
Kitap. Musa Emmi'nin çocukluğu. Köy Enstitülerine giriş serüveniyle başlıyor. Babası cezaevindedir. Bir danayı satarak, Köy Enstitüsüne gidiş parasını sağlar, küçük Musa. Ama, bu anasının tek danasıdır, daha büyüyüp öküz olacak, çifte koşulacaktı. Musa, danayı anası uyurken ahırda çözmüş, pazara götürüp satmıştır. Cezaevine gidip, hapis yatan babasına durumu anlatır. Şöyle yazar Musa olayın burasını:
... Babama açtım Köy Enstitüsüne gideceğimi. Hapisten çıkıncaya kadar beklememi istedi babam. 'Arkadaşlarım hep gidiyor, ben de gideceğim' dedim. Engel olamayacağını anlayınca izin verdi bana: 'Madem ki o kadar istiyorsun, git; arkadaşlarından ayrılma' diye de tembihledi.
1940 yılları paranın kıt, geçimin zor olduğu yıllardı. On iki lira yol parasını ödeyemeyeceği için yatmıştı babam başka insanlar gibi hapiste... O yıllarda tahsildar köye gelir, borcunu ödeyemeyenlerin kabı kaçağı haczedilirdi. Yetkisi vardı tahsildarın.
işte böyle, yokluğun, yoksulluğun kol gezdiği yıllarda gidiyordum Köy Enstitüsüne. Babam üzülüyordu: 'Anan şimdi parayı nerden bulsun? Kime emmi desin? Kime dayı desin? Netsin neylesin de sana harçlık verebilsin?’ dedi. ‘Kara danayı pazara götürdüm, on iki liraya sattım’ dedim. Babam, gözümün İçine baktı, gülüştüler mahkûmlar, 'Aferin. iyi yaptın' dedi Bayındırlı Bahri Saba. 'Helal olsun kara aslanım, kara dana sana’ dedi Çayköylü Halil Ağa: tavrım, tutumum hoşlarına gitmiş gibi geldi bana.
Babamın yeşil gözleri doldu, boynunu uzattı, yutkundu... Dudakları titredi. Benim başarıma mı sevindi, kara dananın satılmasına mı üzüldü, Bilmiyorum...
Musa Emmi, Köy Enstitülerinde geçen yılları anlatmıyor. Onlar nasıl olsa, çok yazılıp çizildi diyor. Halkı, halkın yaşamını anlatmayı yeğliyor. Köylüler, şakalaşmadan, espri yapmadan durmazlar. Kentliler, onların yanında halt etmiş, öğretmen Musa anlatıyor köylüleri:
Kuraktık gitti o gür. Yağmadı yağmur. Tavlanmadı toprak. Bir perşembe günüydü. Havadaki bulutlar hareketlenmeye başladı. Biraz da yağmur atıştırdı bizim köye. Bizim köyün köyler arasındaki adı Ağda-Akdağ’dır. Resmi adı ise Devletoğlan'dır. Komşu köyden Nalbant Ali, 'Ağda’ya iyi yağmur yağıyor' demiş. Hasili bakmış bakmış, 'Yok, demiş, bundan Allah'ın haberi yok. Yoksa yağdırır mıydı o deyyuslara? demiş.
Şartlar ne olursa olsun bizim yöremizin insanları şakalaşmadan duramazlar. Murtaza'nın odasının önünde üç kişi yere çömelmiş, 'Bu sene yağmur da yağmadı. Kuraklıktan halimiz nişaal (nasıl) olacak?' 'Karışma Allah'ın işine. O isterse yağdırır, istemezse yağdırmaz'. Üçüncüsü söze karışmış: ‘Şaparım bu işi, geçen sene karışmayalım dedik, temelli batırdı bizi’ deyince kahkahalar yükselmiş Murtaza'nın duvarının dibinde. 'Sen Ebu Lehep misin Allah’a şir koşacak?’ diye takılanlar da olmuş öteden. O yıllarda bütün köylerde okulların açılması, gâvurca okutulması hoşuna gitmemiş Rabbilalemin Zülcelal Hazretlerinin. Onun için, bazan kuraklık, bazan zelzele, bazan dolu yağdırıyor diyen mollalar da vardı.
Çok geçmedi, halk birden uyandı. Okullar kız-erkek öğrencilerle doldu. Ne gâvurca, ne Müslümanca lafı edildi. Herkes çocuğunu okutabilmek için ne emeğini esirgedi, ne de parasını...
Musa Emmi'nin kitabını okuyunca, geldiğimiz günlere bakıp, kara kara düşüneceksiniz. Kalemine, emeğine sağlık Musa Emmi!