Mülâyim-Ökçün-Dikerdem...

1978 yılında, Cumhurbaşkanı Korutürk Çankaya’da yabancı misyon şeflerine kokteyl verecekti. Hükümet üyeleri de çağrılıydılar. Çağrıda, giysi olarak, “Moming süit" zorunluğu belirtiliyordu. Bakanlar, kuyruğu oldukça uzun olan bu ceketin derdine düşmüşlerdi. Hasan Esat Işık’ın büyükelçilikten kalma, Jacket a taille'ı vardı. Jacket a taille, “kuyruklu ceket" ya, bunun kuyruğu daha mı uzundu? Başbakan Ecevit’in de, Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün'ün de "moming süit”i yoktu. İkisi Cumhurbaşkanı Korutürk'e başvurmuşlardı, "Biz, koyu renk giysilerimizle gelsek olur mu?" diye. Korutürk, "Olur" dedi. Onlar izni koparmışlardı. Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Prof. Ziya Gökalp Mülayim’i bir tasadır aldı! Nerede bulacaktı moming suit’i? Eskiden "Hergele meydanı" denen İtfaiye’ye gitti, eskicilere baktı. Orada bir adam:
— Sen. dedi, bunu bulsan bulsan operada bulabilirsin! Oraya bir başvur.
Tiyatro Genel Müdürü Cüneyt Gökçer miydi? Ona gitti. My FairLady’de, “baba"nın giydiği giysiydi moming süit, Ziya Gökalp Mülayim'e bir tane uyduruldu. O da, o akşam, Korutürk'ün kokteylinde giydi.
Olayın öyküsünü Ziya Gökalp Mülayimden dinlemiştim. Bunu sonra, Gündüz Ökçûn'e anlattım. Gündüz Ökçün:
Düşüyordu! dedi...
Ne düşüyordu? Anlamadın
O gece. Ziya Gökalp Mülayim’in pantolonu düşüyordu!
Operadan alınıp uydurulan moming süitin pantolonu bol gelmişti Ziya Gökalp Mülayim'e!
Hafta ortasında 26 kasım çarşamba akşamüstü İtalyan Elçiliği’nde, kalyan Elçisi Pietro Ferraboschi, İtalya Cumhurbaşkanı adına Ziya Gökalp Mülayim'e, “Commendatore” nişanını takarken, 1978'deki giysi olayını düşünüp gülümsüyordum. Nişan, Prof. Ziya Gökalp Mülayim'e, 1977-1979 yıllarında Senato Dışişleri Komisyonu Başkanlığı sırasında, Türkiye-İtalya ilişkilerinin gelişmesine olumlu katkısından dolayı da veriliyordu. Prof. Mülayim, fakülte eğitimini İtalya'da Floransa'da yapmıştı. On yıldır da, Ankara'daki Türk-İtalyan Kültür, Dostluk Derneği'nin başkanıydı. Aynı akşam, elçilikte Karakaya Barajı'nı yapan İtalyan firmasının Türk yöneticisi Mehmet Nalıncı’ya “Cevaliere" nişanı verildi. Türk- İtalyan Kültür Derneği Başkanı Ziya Gökalp Mülayivi de derneklere gösterdiği yakın ilgiden dolayı İtalyan Elçisi Pietra Ferraboschl'ye, dernek adına bir "teşekkür" plaketi verdi. Törende, Erdal Bey, Hasan Esat Işık, Deniz Baykal, Erol Çevikçe, SHP denetçilerinden, Demir-Çelik eski Genel Müdürü Betik Oral, İsmet Sezgin, Prof. Suat Aksoy, Ali Balaban, Teoman Erel, Şevki Vanlı, Müşerref Hekimoğlu da vardı. Dikkat ettim, Hinthorozu Erdal Bey'le, Deniz Baykal, uzaklarda durduklarından, el sıkışmadılar. Erdal Bey, grubu toparlıyor görünüyordu. Bir ara İsmet Sezgin'le konuştu. Erdal Bey, İsmet Sezgin, fısıldayarak konuştuğu için uzaklaştım yanlarından.
Nişan töreninde çok kişinin yüzü biraz donuk gibi geldi. O sabah, Gündüz Ökçün, yüreği durmuş, ölmüştü. Gündüz Ökçün'ü 12 Eylül, CHP'nin Eskişehir Milletvekili olarak buldu. Kısa bir süre, Uğur Alacakaptan ayrıldığı için CHP Yönetim Kurulu üyesi de olmuştu. On beş günlük üyeliği, on yıllık yasakla ödeyecekti. Prof. Gündüz Ökçün, Eski milletvekili olduğu için, yasal olarak, hemen üniversiteye, SBF'deki öğretim üyeliği görevine dönmesi gerekiyordu. Fakültesinde eski işinde kadro yoksa, açık aylığı alacaktı. Bir süre açık aylığı aldı. Ancak, açık aylığı almaya gönlü elvermiyordu. Üniversiteye dönmek için yaptığı başvuruya bir türlü yanıt gelmiyordu. Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurdu. Sonra davayı da izlemedi. Küsmüştü. Çocuklarını okutabilmek için arabasını sattı. Üç savunman arkadaşı Hasan Bıyıklı, Şahin Mengü, bir de Güven Vural’la birlikte, bir büroda birlikte çalıştı. Dürüst yaşamış insanlara, borcumuz vardır. Kendimi Gündüz Ökçün’e borçlu sayıyorum.
SBF önündeki cenaze töreninde, Ankara Üniversitesi Rektörü Tarık Somer, Prof. Gündüz Ökçün'ün, kendi isteğiyle emekliye ayrıldığını, o zamana dek SBF’de çalıştığını söylemiş. Tank Somer'in bu yanlış bilgisini, Prof. İlhan Unat, daha sonra yaptığı konuşmada üstüne basa basa düzeltmiş. Üniversiteye dönemediği için gözünün arkada gittiğini söylemiş. Doğrusu, İlhan Unat'ın söyledikleriydi. Gündüz Ökçün, 50 yaşında öldü. Emekli olduğu zaman 46 yaşındaydı. Çalışmak isteyen insan, niye 46 yaşında emekli olsun? Niye idare Mahkemelerine gitsin? Gündüz Ökçün olayında 12 Eylül döneminin tüm Ankara Üniversitesi rektörleri sorumludur.
Maltepe'deki törene gelenler, kalabalıktı. Erdal Bey, Bülent Bey, eski CHP'liler, eski bakanlar, Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, üniversite öğretim üyeleri... Ferda Güley’i, bir bayramlarda, bir de cenazelerde giydiği koyu renk giysisi içinde gördüm. Hasan Esat Işık'ın pardösüsü oldukça yıpranmış mı ne? 12 Eylül dönemi, dürüst yaşamış eski politikacılara da tanık oldu. Cezaevlerini dolduran aydınlara da...
Gündüz Ökçün toprağa verildiği gün, akşamüstü Türkiye Barış Derneği Başkanı Mahmut Dikerdem’in, Türk-İş salonunda "Uluslararası Barış Yılı ve Türkiye" konulu konuşması vardı. İzlenceyi Mülkiyeliler Birliği düzenlemişti. Mülkiyeliler Birliği Başkanı Alper Aktan, dinleyicileri Gündüz Ökçün için bir dakika saygı duruşuna çağırdı. Saygı duruşundan sonra, Mahmut Dikerdem, Gündüz Ökçün'ü andı. “Bugün sizlere sona ermekte olan Barış Yılı'ndan, bu yılın dünyamıza neler getirip neler götürdüğünden ve daha genel olarak çağdaş barış kavramıyla barış savaşımından, son olarak da barış sorunları karşısında ülkemizin durumundan söz edeceğim" diye konuşmasına başladı. Sözlerinin sonuna doğru, bir yerde şunları söyledi:
"... Türkiye 35 yıldan beri ulusal güvenliğini, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) çevresinde toplanmış ve kendilerine Hür Dünya diyen Batılı devletler topluluğunun yazgısına bağlamıştır. NATO'ya girildiğinden beri Türkiye’de gelmiş geçmiş tüm iktidarlar bu askeri pakta sanki Türk devletinin bekasının vazgeçilmez öğesi gibi bakmışlar ve kamuoyuna da böyle tanıtmaya özen göstermişlerdir. Başka bir deyişle NATO, Türkiye’nin dış politikasının ekseni haline gelmiştir. Oysa her devletin dış politikasının bazı değişmeyen ilkeleri, bunların yanında da yeni koşullara göre yeni şekiller alan yönleri vardır. Türk dış politikasının değişmez ilkeleri kurtuluş hareketimizin ruh ve anlamında saklı bulunan ve yeni Türk devletinin kurucusu tarafından milli mücadelenin ilk günlerinden beri açıklanan temel ilkelerdir. Bunlar Milli Misaki ile çizilen sınırlar İçinde ülkenin tam bağımsızlığına ve dünya barışına bağlılıktır..
...Gerçekten de Batı dünyasının hiçbir ülkesinde barış savaşımı bizde olduğu kadar demokrasi mücadelesi İle özdeşleşmemiştir. Çünkü orada temel hak ve özgürlükler uğrunda verilen mücadele büyük ölçüde başarıya ulaşmış, düşünce, basın, örgütlenme özgürlükleri ve demokratik rejimin vazgeçilmez öğeleri olan baskı grupları yani sendikalar, dernekler, meslek kuruluşları, anayasa ve yasaların güvencesi altına girmiştir. Türkiye'de ise, barış hareketi demokrasinin ilerlemesi, yerleşmesi oranında yığınlara seslenmek, onları barış yolunda bilinçlendirmek olanağına kavuşacaktır. Bunun aksi de doğrudur. Yani barış hareketi güçlendikçe demokratik rejimin içeriği zenginleşecek, halk yığınlarının yönetime ağırlıklarını duyurmaları kolaylaşacaktır. Dünya barış yılının Türkiyeli barışçılara gösterdiği hedef, barış ve demokrasi mücadelesini elbirliğiyle yükselterek utkuya ulaştırmaktır"