Mitat Enç’le Birkaç Dakika...

Çınarcık'ta, Konya eski milletvekili Ahmet Çobanoğlu'nun konuğuyduk. Zaman zaman Yalova'ya da iniyorduk. Çobanoğlu, Yalova pazarının daha ucuz olduğunu söylüyordu. Yalova'ya inmişken, Yalova'da oturduğunu bildiğim Fikret Madaralı'yı görmek istedim. Onu ararken, köy enstitülerinde müdürlükler yapmış, yazar Şevket Gedikoğlu’nu gördüm. Gedikoğlu'nun bahçesinde kahve içtik. Gedikoğlu, “Öğretmenler Sitesi" denilen bu yerde kimlerin oturduklarını anlattı: Yazar Beşir Göğüş, öğretmen Remziye Öncül, Mitat Enç komşu oturuyorlardı. Beşir Göğüş pazara gitmiş, Mitat Enç yenileyin pazardan dönmüştü. Çobanoğlu'na:
—Haydi, Mitat Enç'e gidelim, seni tanıştırayım, dedim.
Varıp kapıyı çaldık. Eşi Sababat Enç karşıladı, ne istediğimizi soran bir bakışla baktı:
—Mitat Enç’le görüşmek istiyorduk efendim...
—Buyurun.
İçeri girerken, Ahmet Çobanoğlu’na, "Mitat Bey'in gözleri görmez" diye fısıldadım.
Karşıda ayakta duruyordu Mitat Bey, seslendim:
—Mitat Bey, ben Mustafa Ekmekçi...
—Oooo, yüz yıl oldu değil mi görüşmeyeli?...
Ahmet Çobanoğlu'nu tanıştırdım. Oturduk.
—Efendim, buraya gelmişken, size uğramadan geçemedim.
—Çok sevindim Ekmekçi, sağ ol...
Oradan buradan konuştuk.
—Nedir o okullara Arapça dersleri? dedi. Buna çok üzülmüştü, eğitime yıllarını veren Mitat Enç.
Duvarı, ulusal, uluslararası ödüller süslüyordu. Anılarını içeren, "Bitmeyen Gece" adlı son yapıtını imzalayıp verdi. Yapıt, Mitat Enç’in yaşamöyküsüydü. Kitabın kapağında "Evrenin tüm karanlığı, tek mum ışığını bile köreltemez'' özdeyişi vardı. İçine, "Kırk yıldır her adımımın desteği değerli eşim Sabahat Enç’e” yazmıştı. "Yaşamöyküsü” yerine, "Yaşamövgüsü" diyordu. Belki bu bir dizgi yanlışıdır, ama belki de yaşamöykülerinin çoğunlukla, bir övgü niteliğinde oluşu yüzünden o sözcüğü kullanmış olmalı Mitat Enç. Şöyle diyor bir yerinde önsözünün:
"Ne kadar başarılı ve önemli kişi olursa olsun, insanın, kendini olduğu gibi kamuoyu önünde sergilemesi olanaksız. Sanırım hemen herkes başkalarının karşısına çıkarken, aynayı önüne alıp kendine çekidüzen vermeye koyulur. Hepimizin içinde tecrübeli işportacı kurnazlığı var. Kendimizi piyasaya sürerken, gösterişli yüzlüleri öne dizip ham ve ezikleri onların arkasına gizlemeye özeniriz. Bu tür bir girişimin ürünü ise, yaşamövgüsünden çok aldatmacaya benzer. Sonra farkında olmadan belleğimizin bize oynayacağı oyunlar da var. Yaşadıklarımızın hiçbir değişikliğe uğramadan belleğin raflarında dizi dizi bilinçten davet beklediği söylenemez. Onların acı veren, hoşa gitmeyen ve işimize de gelmeyen yanları üstünde belleğimiz türlü oyunlara girişir. Pilavlık pirinç ayıklamasına, onları temizleyip bilinçaltının görülmeyecek yerlerine tıkamak onun marifetidir. Eline fırça ve çekici alarak anılarımızın çürük-çarık ve çarpık yanlarını tamir ve badana yaparak gözalıcı duruma getirmek de onun görevi. Bu yüzden anımsadıklarımız gerçekten yaşadıklarımız olmaktan çok yaşamış olmayı dilediklerimizin biçimine sokulur..."
Mitat Enç, liseyi bitirdikten sonra, üniversite yıllarında gözlerini yitirir. Anıları çektiği acıları anlatır. Bir yerinde şöyle der:
"... Aralık bırakılan bir kapının keskin kenarına alnımı çarpıp birkaç damla kan çıkması, eşikte çıkarılıp bırakılmış papuç ya da takunyaya takılıp dengemi yitirmem, sofrada yeri değiştirilen bardağımı aramam, herkesi telaşa veren buhranlara dönüşüveriyordu. Oysa bunlar olağan karşılanabilse, hatta görmemezlikten gelinse daha da mutlu olurdum. Bunlara alışabilmek, toplumu da olduğu gibi kabul etmek ve onlardan gereğinden fazla etkilenmemenin yolunu bulabilmek sakatlığıma alışmaktan da zor bir sorun olarak sürüp gidiyor. Sanırım çevreyi kendilerinden farklı olanlara da, temelde insan olarak karşılayıp benimsetmeye alıştırmak, dünya barışının temel sorunu. Rengi, inançları, varlığı, dili ve dini bizden farklı olanları da kendimiz gibi insan olarak görmeyi öğrendiğimiz zaman, ne din ne politika ne gelişmişlik ve geri kalmışlık yüzünden insanların biribirleriyle didişmelerine neden kalmayacaktır..."
1950 yılında Birleşmiş Milletler Danışmanı Clutha Mackenzie Türkiye'ye gelir. Türkiye'de körlerin sorunlarını inceleyecektir. Danışmana bir çevirmen gerekir. Atanan çevirmen, İngilizce, Fransızca, Almancayı yetkin olarak yazan, konuşan öte yandan o günlerde, o zamanki adıyla Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nde sakat çocuklar psikolojisi ve eğitimi kürsüsünü yöneten Mitat Enç'tir. Clutha Mackenzie’nin geldiği günlerde çok sattığıyla övünen bir gazetemiz, konuya şöyle değinir:
"Ünlü Birleşmiş Milletler Müşavirine Türkiye'de bula bula bir kör mütercim verildi."
İncelemelerini bitiren danışman Türkiye'den ayrıldıktan sonra, aralık 1950'de Paris'te yazdığı, "Türkiye'de körler konusu ile ilgili rapor"un önsözünde şöyle der:
"Ankara ve İzmir'de bana çevirmenlik yapan kişi, bugün Türkiye'de körlerin kalkınması alanında en çok bilgi sahibi olan bir kimseydi. Yirmi yaşından beri gözlerini yitirmiş olan Bay Mitat Enç, dört yılını Avusturya ve ABD'de çalışmaya verdikten sonra memleketine dönmüş ve Ankara 'da Gazi Terbiye Enstitüsü'nde sakat çocuklar psikolojisi ve eğitimi kürsüsünü kurmuştur. On bir günlük arkadaşlığımız sırasında kendisinden Türkiye'deki koşullar hakkında pek çok şeyler öğrendim. "
Mitat Enç, Gazi Terbiye Enstitüsü’nde ders anlatırken, o günlerde bir sinemada gösterilen ruhsal çözümleme içerikli bir filmi öğrencilerine önerir. "Hafta sonu izleyin, derste tartışalım" der.
Derste öğrencilerine birer birer sorar izlenimlerini. Ama, verilen yanıtlarda kilit noktayı bulamaz. O zaman kendisi açıklar vurgulanmak istenen boyutu. Mitat Enç’in açıklamaları, yoğun ve titiz bir gözlem gerektirir niteliktedir.
Öğrencilerinden biri, şimdi Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Özel Eğitim Daire Başkan Yardımcısı Şaban Dede, gören gözleriyle o kadar öğrencinin atladığını, görmeyen hocalarının algılayabilmesinin şaşırtıcı duygusuyla elini masaya vurur:
—"Anam avradım olsun, hoca kör değil” der...