Ankara’da gecekondu bölgesinde, bir ortaokulun 1988-1969 öğretim yılı güz dönemi bekleme-bütünleme orta birinci sınıf için düzenlenen “milli coğrafya" sınav sorularından birkaçı şöyleydi:
Türk-İslam coğrafyacılarından beş tanesinin adını yazınız.
Türkiye Türklerine bağlı Türk topluluklarını yazınız...
Batı Türkistan Türk cumhuriyetlerini yazınız...
Türkiye'den doğup sınırlarımız dışından denize dökülen nehirlerimizi yazınız...
Balkan ülkelerini yazınız...
Aşağıdaki ülkelerin başşehirlerini yazınız: İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan.
Ara ve ana yönleri şema halinde göstererek, kuzeyden esen rüzgârın adını yazınız.
Bir yandan Türk-İslam sentezini yaymaya uğraşırken, ortaokul birinci sınıf öğrencilerine sınavda, “Türk-İslam coğrafyacıları”nı sormak, hangi faşo yöneticinin usuna geliyor? Okulun adını da, olayı bize aktaran öğrenci velisinin adını da açıklamayacağım. Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol, isterse bunu bulabilir. Böyle soruları, hangi okulda kim düzenlemiştir, öğrenebilir. Sonra ne demek "milli coğrafya?" 'Türkiye coğrafyası" olur, "milli coğrafya" neci oluyor? Bu kitapları da bulup bir karıştırın bakalım. örneğin Bulgaristan mı anlatılacak? Bulgaristan'ın hangi yörelerinde, Türk soyundan gelenler yaşıyor, bunlar anlatılıyor...
Irkçı, faşist bir kafayla yetiştirilen çocuklar da. Mis Sokağı nda kitap yakıyorlar işte... Hamdi Konur, "Bu olay cinayetten de kötü" dedi. "Çünkü kitap savunmasızdır..."
Mis Sokağı'nda, Cumhuriyet Kitap Kulübüyle Beyoğlu Belediyesinin ortaklaşa düzenledikleri kitap sergisinde, faşo eğilimlilerce kitapların yakılması olayı, çok geniş yankılar yaptı. Okurlar telefonlarla "geçmiş olsun” dediler, İlhan Selçuk'u aradım, "başsağlığı" diledim...
İlhancığım, senin de çok kitabın yanmıştır, başın sağ olsun dedim. Kitaplar bizim çocuklarımız gibidir. Yazılarımız da öyle...
Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden Erhan Bostan. 27 Ağustos 1989 günlü mektubunda özetle şöyle diyor:
"Sayın Ekmekçi,
Adım Erhan Bostan. Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği III. sınıf öğrencisiyim ve sürekli okuyucunuzum. Özellikle ‘Köy Enstitüleri' üzerine yazdıklarınız çok ilgimi çekmiş ve sizden daha çok bilgi alabilmek için mektup yazmak istemişimdir. Ama biraz tembellik, biraz da dersler hep engel oldu.
Oysa bugün Cumhuriyetin manşetini görünce artık yazayım dedim. Ne demek kitapların yakılması? Bu adam öldürmekle eşdeğer suçu işleyenler kendilerini yönlendiren örümcek beyinlilerin bile kitap, dergi, gazete okuduklarını, üstelik yayımladklarını da mı bilmiyorlar? Bu maşalar, işkence tezgahlarında bile susturulmayan yazarlarımızın, kitapseverlerimizin sindirilebileceklerini mi sanıyorlar? Yoksa şu anda bile ağır parasal sorunlar yaşayan yayınevlerimize bir köstek de bizden olsun mu diyorlar?
Kimseyi susturamazlar. Susmaya niyetli olanlar ise kendiliğinden bir köşeye çekilip yağ çekme yarışındalar. Eğer amaçları, parasal bir köstek olmayı da içeriyorsa, bir önerim var: Yanmış, yarı yanmış kitaplar satılsın, hem de üzerlerindeki ederlerden. Bu olayın bilincinde olan kişiler, alacakları birer kitabı, kütüphanelerinin baş köşesine yerleştirsinler, ta ki yurdumuzda kitap ve diğer yayın organlarına gerekli saygı gösterilinceye değin. Böylece bu ulusal utancımız yüze vurularak, kitap için yapacağımız eylemlere birazcık destek olur..”
Okurumun ilgisine nasıl teşekkür etmeliyim bilmiyorum. Cumhuriyet okurlarının, bu yürekliliği değil mi, onu tüm kötü rüzgârlardan, baskılardan koruyor.
* * *
Yarın Meclis açılıyor. Erken seçim artık iyiden iyiye yattı. Hacı Turgut Bey, erken seçimden yana değildi, korktu seçimlerden, öyle oldu. Hafta başında Yüksek Seçim Kurulu toplandı. Başkan, üyeler birbirlerine baktılar; kendi aralarında konuşup dağıldılar. Ortalıkta bir erken seçim için, yaprak kımıldıyor muydu? l-ıhh... Çıt yoktu. SHP’nin, "erken seçim” için sokakta topladığı imzalar, kamuoyu yaratma amacına yönelik cansız kıpırdanışlar gibiydi. Laf ola, beri gele...
Hacı Turgut Bey, milletvekillerinin, ellerine geçen bu parayla, bir erken seçime gitmeyeceklerini nasıl da biliyordu? "Enayi mi?” adam, niye gitsin erken seçime? Değiştirme birlikleri geride aç kurt gibi bekliyor. "Bir erken seçim olsa da, gelenlerin yerine gitsem” diye...
Hüsnü Göksel'in bugün ikinci sayfada çıkan yazısını bir dikkatlice okuyun bakalım, okumadıysanız; ne güzel söylüyor Hüsnü Göksel; "Türkiye bir kültür boşluğunda sallanmaktadır. Devlet adamları kendilerindeki bu boşluğu atasözleri ile, ayetlerle, argo sözcüklerle örtbas etmeye çalışmaktadırlar. Ancak böyle bir kültür boşluğudur ki insana, devlet terörü ile ölenler İçin 'ölürlerse ölürler” dedirtebilir, zulüm ve işkenceyi "kimbilir onlar da neler yapmışlardır?’ diye haklı gösterebilir.. İç politikada kurnazlık, yalan, saptırma öylesine geçer akçedir ki, devlet adamı halka doğruyu söylemenin “enayilik" olduğunu açıklamaktan çekinmemektedir."
Hüsnü Göksel, iç-dış politikaları anlatırken, satır arasında “Mis Sokağı Cinayeti"ni de gözler önüne seriveriyor...
Hacı Turgut Bey, yıllar var, Çankaya'ya soyunalı. "Cumhurbaşkanlığı konusunda konuşmam" dediği andan beri, karnından konuşuyordu. Öylesine açık seçik konuşuyordu ki, duymamak için sağır olmak gerekirdi! Amaaa, aması kaldı mı bu işin, dur bakalım...
31 Ağustos 1989, Cumhuriyet