Minik Salonda Büyük Kurultay...

SHP'nin olağanüstü kurultayını izleyemeyeceğim bugün; o nedenle masa başında yazacağım “Ankara Notları”nı. Görsem iyiydi, ama olmayacak, gidemeyeceğim. SHP yönetimi, Baykal'ın başında bulunduğu yönetim, gazete yazarlarının, kurultayı izlemelerine olanak vermiyor! Cumhuriyet’ten Faruk Bildirici’yle konuşuyorduk; o, Tufan Doğu’yla konuşmuş; gazeteye kurultayı izleyecekler için üç çağrı Kartı veriyorlarmış. Faruk Bildirici sormuş:
— İki muhabir, bir de toto muhabiri göndereceğiz; yazarlarımız ne olacak?
Vallahi bilmem, salon zaten küçük, başka veremeyeceğiz!
Faruk söyledi:
Nokta Dergisi, dokuz kişilik çağrı kartı istemiş, iki tane vermişler. Ben, fazla koparmaya çalışacağım, bakalım!
Benim için hiç uğraşma, dedim Faruk Bildirici'ye. SHP yöneticileri, yani Baykal hizibi, zaten bizlerin izlememizi istemez!
Demeçleri vardı, hani basın izleyecekti? Dinleyiciye ise, gerek yoktu! Bu, teknik bir konuydu; ne anlardı halk, SHP'nin tüzük değişikliğinden!
Hey yavrum, heeey, bunlar iktidara gelecekler de ülkeyi yönetecekler ha? Daha muhalefetteyken, basına bunları yapan, iktidara gelince neler yapmaz? Kurultay, bir şenlik olabilecekken, bunu bu duruma dönüştürenlere ne demeli?
Erdal Bey'e, Hinthorozu'na, daha önce söyledim sanıyorum; Ecevit'e de söylemiştim, ne söylediğimi burada aktarayım;
Siz, kurultaylar yapıyorsunuz, gazetecileri, bizleri çağırıyorsunuz; hemen her gazetede aynı haberler çıkıyor; asıl siz yazarları da çağırın; örneğin bir Yaşar Kemal'i, bir Aziz Nesin'i çağırın. Romancı, bir kurultayın nasıl yapıldığını görsün. Bir gülmece yazan, bir gülmece öyküsü çıkarsın izlenimlerinden. Bir tiyatro yazarını, örneğin Orhan Asena'yı çağırın, bir ozanı çağırın, bir film yapımcısını, daha nicelerini...
Biz böyle dememişiz, "Elinizden geldiğince kısıtlayın!" demişiz. Bunlar, geleceğin politikalarını çizemezler, ancak kendi küçük çıkarlarını, hiziplerini kollarlar. Bu, kokuşmuş Bizans politikası atılsın artık çöplüğe.!
Gazetecilik, birazcık işin perde arkasını görebilmektir; ne olup bitiyor, sezebilmektir. SHP'de bugün, Hacı Turgut Bey politikası izlenir, bunu biliyorum. İçleri gidiyor kimilerinin bir Hacı Turgut Bey'in yerinde olabilmek için. Eş, dostla, yaranla birlikte elbette. SHP yöneticileri, neden bilmem, Cumhuriyet yazarlarına kızarlar:
Bari, gelsin Cumhuriyet yazarları da partiyi yönetsin derler.
Bu, çok haksız bir suçlamadır. Hacı Turgut Bey'i de eleştiriyoruz; Başbakan olup, ülkeyi yönetmek istediğimiz anlamına mı gelir bu? Kimi SHP’lilerin işine gelmiyoruz da ondan demek ki kızıyorlar Cumhuriyet yazarlarına...
Geçen büyük kurultay öncesinde, Deniz Bey'in kafasından geçen, kurultayda, genel başkanlığa adaylık koyup, Hinthoruzu’nu vurup geçmek miydi? Bir yemekteydik, konu buydu. Deniz Bey, adaylığını koysun mu, koymasın mı? Bir gazeteci arkadaş vardı, şimdi iyice "Baykalcı”, o:
Vurup geçin diyordu...
O kurultayda, vurup geçilemedi. Genel yazmanlıkla yetinildi. Parti içi iktidarı ele geçirmek yeterli görüldü. Erdal Bey'e yaklaşılıp, "Birlikte çalışıyoruz" havası verilebilirdi. Verildi mi?
Genel yazmanla "hizip”inin, Hinthoruzu'nun arkasına saklanarak, "Genel Başkan böyle istiyor, o da bizim gibi düşünüyor" demeleri, tam bir aldatmaca mıydı? Baykal kanadında da ikilik başlamıştı yavaş yavaş; başlarda, genel başkanın arkasından demediklerim bırakmayanlar, yavaş yavaş dümen kırıyorlar mıydı ne?
SHP Genel Merkezi'nde, katlar arasında bile geçimsizlik vardı. Erdal Bey'in yazmanı Hadiye Nugay'ın başına gelenleri gazeteciler duysalar, kim bilir neler yazarlardı?
SHP kurultayını izleyemediğime hiç üzülmeyeceğim. SHP'li belediye başkanlarıyla, birçok eski il başkanları bile izleyemeyecekler. Minicik bir sinema salonunda, kurultay yapan Baykal yönetimi, gerçekleri bakalım kamuoyunun gözünden nasıl saklayabilecek? Gülerek verilmiş pozlar, "ha ha ha, hi hi hi”yle, örtülmek istenen, sinirli bakışlar, neler söyleyecek?
CHP'de eski bir sayrılık vardı:
Küçük olsun, bizim olsun derlerdi.
Şimdi bu, SHP'ye yansımış gibi. SHP'nin kanatları, grupları, diyelim Meclis kulislerinde karşılaştıklarında birbirlerini görmezden gelmeye çalışırlar. Hangi kanattan olursa olsun, bir SHP’li, bir ANAP'lıyı gördüğündeyse, şapur şupur öpüşmediği kalır. DYP'lilereyse, ohoooo, deme gitsin. Ama aynı partinin içindeki insanlar neden kanlı bıçaklıdırlar? Bunu, son parti meclisi toplantısında Ayla Akbal da dile getirdi. Şöyle dedi:
Sayın Genel Başkanım, o kadar üzülüyorum ki, biz neden böyle birbirini yiyen bir hale geldik, basında, kamuoyunda? Biz neden uygar olamıyoruz, birbirimize karşı saygılı olamıyoruz? Niye dışlamaya ve yok etmeye kalkıyoruz?
Sayın Genel Başkanım, arkadaşlar, özür dileyerek Türkçelerini söyleyeceğim; kimsenin "serseri" demeye, "lümpen" demeye, “amorf" gibi sözcükler kullanmaya, böyle sözcüklerle, delegelere, delegeleri destekleyen üyelere, parti meclisi üyelerine, milletvekillerine hakaret etmeye hakkı yoktur. Genel Sekreter, bu hakkı nereden buluyor? Genel Sekreter parti suçu işlemiştir, disiplin kuruluna verilmesi gerekir ”
* * *
Yazıyı yazdıktan bir gün sonra, dün akşama doğru SHP ilgilileri Uğur'la bana da kart çıkardıklarını söylediler, sağolsunlar!