Prof. Sadun Aren, Bilar'ın düzenlediği “YÖK Seminerleri”nde konuşuyordu. Bir ara, ceplerini yokladı, dinleyenlere:
Sigaramı, dedi, panomun cebinde unutmuşum. Yanında sigarası olan biri, sigara verirse sevinirim!
Sadun Hoca'ya hemen bir sigara verildi, hoca sigarasını yaktı. O sırada da, toplantıyı izlemekte olan Haldun Özen:
Efendim, öğrenciler, izleyenler de içebilirler mi?
Hayır, diye yanıtladı Sadun Aren, içmesinler! Benim yaptığım da doğru değil zaten. Zararlı bir şey! Sonra şu fıkrayı anlattı: “Adamın biri doktora gitmiş, 'Ben uzun yaşamak istiyorum demiş, ne yapmalıyım?' Doktor, karşılık vermiş:
Sigarayı, içkiyi bırakacaksın. Her çeşit aşırılık yasak!
Peki, sigarayı, içkiyi bırakırsam, aşırılıklardan uzaklaşırsam, daha uzun yaşayacağımı garanti eder misiniz?
Hayır demiş doktor, ancak bunları bırakırsanız hayatın size daha uzun geleceğini garanti edebilirim!”
Ankara'nın karlı, kışlı havasında Bilar seminerleri aksamadı öğrenciler, çok uzaklardan gelip, dersleri izlediler. “YÖK Seminerleri”, derslerin dışında bir izlenceydi. Bilar’ın küçük salonunda yapılmaktaydı. YÖK Seminerleri düzenleme işi, gerçekte Haldun Özen’in başının altından çıktı. O planladı, uzmanları, hocaları o buldu. Danıştı. Başarılı da oldu. Sadun Bey, Bilar'da ekonomi dersleri veriyordu, YÖK Seminerleri ek oldu. Prof. Bahri Savcı da, 21 Mart Cumartesi günü, saat 14.00'te konuşacak.
14 Mart Cumartesi günü, Doç. Mete Tunçay konuştu. Unutmadan söyleyeyim, Mete Tunçay nisan başında Berlin'e gidiyor. Orada bir yıl boyunca, “Freie Bertin”, Özgür Berlin Üniversitesi’nde, “Türk Politikası ve Yakın Çağ Tarihi” dersleri verecek. 1402 ile görevine son verilmezden önce, SBF’de “Batı Siyasal Düşünceler Tarihi’ni okutmaktaydı. Mete Tunçay, 1402’liklerden yurtdışına ders vermeye gidenlerden ikinci oluyor sanıyorum. Daha önce Hacettepe'den Sargut Şölçün gitti, iki yıldır Berlin'de ders veriyor. Sargut Şölçün, “Aydınlar Dilekçesi” imzaladığı için kovuşturmaya uğramış, görevine son verilmişti. Sargut Şölçün, Emel Doğramacı'nın bölümünde, “Alman dili ve edebiyatı” okutuyordu. Berlin'de aynı dersi okutuyor şimdi!
Mete Tunçay’ın YÖK Seminerleri’nde konusu “YÖK”ün Yaptığı Yıkım Nasıl Düzelir?” biçimindeydi. Mete Tunçay, özetle şunları söyledi:
“Hızlı bir sağaltım mümkün değil, yasa ve yöneticiler değiştirilse de, bir-iki yıl içinde, üniversite niteliği taşıyan yükseköğretim kurumuna kavuşamayız.
İyileştirme hemen başlasa bile 5-10 yıllık dönemde ancak sonuç beklenebilir. Bir deli bir kuyuya taş atar, bin akıllı çıkaramaz. Üniversite sayısı Bilkent’le birlikle 28 oldu, öğrenci üniversiteye iyi yetişmiş olarak gelemiyor. Alınacak öğrenci konusunda kontenjanların artışı önlenmeli. Mevcut öğretim kadrosunda da ayıklama yapamazsınız.
Üniversiter ortam belli koşullarda oluşur, Yetenekli gençler, eskiden üniversiteye asistan olmak isterlerdi. Şimdi üniversitenin böyle bir prestiji (saygınlığı) yok. Bu havanın oluşturulması da uzun zaman ister. 1402’liklerin üniversitelere dönmeleri ilk bakışta önemli değil, önemli olan, atılanların ve ayrılanların tümünün eski görevlerine toptan dönmeleridir. Bu, tahribatın önlenmesinin birinci koşuludur. Ama, bunların bir kısmı, örneğin işleri iyi olanlar dönmeyebilir.
İkinci koşul, YöK döneminde yöneticilik yapan herkesin tümüyle değiştirilmesidir.
Niye atıldığımızın, bu konudaki dosyalarımızın kamuoyuna açıklanması gerekir. Bu çok ciddi bir istektir. Yaşamsal bir amaçtır. MİT’te son günlerde, Cumhurbaşkanının emriyle ayıklama yapılmış. Yoksa hakkımızda MİT ya da meslektaşlarımızın jurnali mi kullanıldı? Bu durum bir kez ortaya konursa, ileride aynı biçimde iftira edilmesi önlenmiş olur.
6 Kasım 1981'den sonra üniversitelerde yapılan tüm profesör, doçent, yardımcı doçent yükselmelerinin incelenmesi gerekir. Tümü yanlış değilse de, bazı bilim dışı uygulamaların olduğu anlaşılıyor. Bu üç koşul da, üniversitenin hemen düzelmesine neden olamaz. Niye bölümlere şu kadar öğrenci alınır? Bu, tamamen rastlantıya bağlıdır Belirlenmiş bir bilim politikası yoktur. Gereksinimin hesabını YÖK gibi bir örgüt yapabilir. Üniversitede Sümerolog da yetiştirilmeli.
Kürt sorunu konusunda yazı yazarsanız, sizi üniversitede tutmazlar. Bir tarihçiye, 'Ermenilerin bizi nasıl katlettiğini anlat' demek, ona hakarettir. Ona, 'Ermeni sorunu nedir?' diye sorulabilir. Bunun sonunda, sizin politikanıza uygun sonuç da çıkabilir, çıkmayabilir de. Üniversite farklı düşüncelerin bulunduğu bir ortamdır. Turgut Özal'ın düşündüğü gibi düşünmek serbestse ve karşıtı yasaksa, orada özgür düşünme ortamı yoktur. İlerlemeyi ancak, eleştiri ve aykırı düşünce sağlar. Üniversite özü gereği anarşiktir. Askeri okulda bile bilinen stratejilerin dışında düşünmek gerektir Sosyal ve beşeri bilimlerde özgür düşünce daha da önemlidir. Fizik ve doğa bilimlerinde de özgür düşünce ortamı gereklidir.
Teze dayalı doçentlik, profesörlük kalktı, yukarıdakilere yarananlar yükseldi. Bu ortamda araştırma yapılması beklenemez. Üstelik, öğrenci, sınav ve kâğıt okuma işleri de insanın kendini yetiştirmesine engeldir. Zaten genç yaşta doktora yapmak çok güç. Amerika’da 35-40 yaşında orijinal tez verilebiliyor. Bu. Sovyetlerde daha da güç oluyor. Sovyetlerde 100 bin kişide 25 bin doktora adayı seçiliyor, onların içinden birkaç kişi doktora yapabiliyor.
Orta vadede, üniversitede iyi bir öğretim sağlanabilirse, bu bir başarı olur. YÖK tek sözcükle disiplin demektir. Bu disiplin, mevcut olan nisbi bir kaliteyi üniversitede var olan bilim adacıklarını tamamen ortadan kaldırdı. 1930'ların lise öğrencisi düzeyini, bugün üniversitede bulmak mümkün değil.
Sisteme yeni katılacak öğretim üyelerinin kalitesini denetlemeye başlamak en uygun yoldur. Bu da bir 'Bilimler Akademisi'ni kurmakla olabilir. Burası bilim politikasını saptar, araştırmaları ve araştırmacıları denetler Büyük Petro, Bilimler Akademisi’ni Rusya'da kurarken, Almanya'dan öğrenci ithal etti. Bilimler Akademisi, 7 kişilik bir çekirdekle başlayabilir. 1 hukukçu+7 doktor+ (4 fen+3 sosyal ve beşeri bilimler). Bu kurum tamamen özerk olur. Üniversitelerdeki enstitüler kalkmalı Akademik yükselme için, Bilimler Akademisi'ne başvurup bir araştırma yapması zorunlu olmalı. Yurtdışında yapılan çalışmalar da Bilimler Akademisi’nde değerlendirilmeli. Bu yeni sistemde amaç nitelik, yani kalite olacak. Her alanda en iyisini yapmak esastır. Kötü yetişmiş bir mühendisin yapacağı köprü çabuk yıkılır, yanlışlık anlaşılır. Ama, bir sosyologun yanlışı yıllar, yıllar sonra ortaya çıkar...”
19 Mart 1987, Cumhuriyet