Mehmet Güler’in resimlerinde kadın...

Bir hafta sonra, İnönü'nün ölümünün onuncu yılı dolacak. Henüz gün yüzüne çıkmamış, anılar, öyküler derlemeye çalışıyorum Paşa’yla ilgili. Bir gün Mevhibe hanımla konuşuyordum telefonda:
Sürekli yazıyorsunuz Paşa’yı, okuyorum., dedi. Birkaç yıldır yazdıklarımı düşündüm, bir kitap olur! İsmet Paşa’yı tanımak, anlatmak da öyle güç ki...
Mevhibe hanım, onun dilinde “Hanımefendi’’ydi. Bir gezideyse, yanındakilere sorardı:
Hanımefendi nerede?
Buradayım Paşam!
Atatürk de, İnönü de, gittikleri yerlerde kurban kesilmesini istemezlerdi. Kan görmekten hoşlanmıyorlar demek. Kurban kesilmesini önlemek, yanlarındaki yaverlerin göreviydi. Bir gün, bir Diyarbakır gezisinde. İnönü Cumhurbaşkanı, istasyonda bir kurbanın kesildiğini görür, yaveri Cevdet Tolgay’a sitem eder. Şöyle der:
Başyaver, kurban kesilmesine izin verdi!
Cevdet Tolgay, hiç sesini çıkarmaz. İl binasının önüne geldiklerinde, Tolgay bir de bakar ki, ak gömlekler içinde kasaplar sıralanmışlar, kurbanlık koyunlar da önlerinde. Cevdet Tolgay, kasapları da, koyunları da hemen oradan uzaklaştırır. Bu sırada Vali:
Ne olur kurban kesilse... gibisinden bir söz söyler. Cevdet Tolgay kızar Valiye:
Duymadın mı Vali Bey, Paşa arabada ne söyledi? der...
Savaş alanlarında çarpışmış insanlar, işte böyle kan görmeye dayanamazlar...
Ölüm cezalarına da karşıdırlar. Eski Maliye Nazırlarından Cavit Bey'in asıldığı gece. Çankaya'da Atatürk sofrasında, içki vermez konuklarına:
Cavit Bey öldü bugün, içki içmek yok! der
İsmet Paşa'nın, Deniz Gezmiş ile arkadaşlarının ölüm cezalarını durdurabilmek için. Anayasa Mahkemesi'ne başvurduğu günleri anımsıyorum. Eski Demokratların asılmalarını durdurmak için de nasıl çırpınmıştı.
Danışma Meclisi eski üyesi Ertuğrul Alatlı İzmir'e gitti. Oradaki evinde oturacak. Alatlı, emekli aylığıyla Ankara'da yaşayamayacağını söylüyordu. İzmir'de hiç olmazsa oturacak bir evi vardı. Ertuğrul Alatlı da, Danışma Meclisi'nde bulunduğu sürece, tek ölüm cezasına "evet" demedi. Ona da gönlümden bir "güle güle" demek istedim.
İnönü'yü anlatacaktım, nerelere gittim? Belgelerin büyük bölümü sanıyorum İnönü ailesinde, diyelim Metin Toker'in elindedir. Yeni duyduğum biri ilginç. İnönü Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, Atatürk'le İnönü, gerçekte çok sık olmasa da buluşurlar, görüşürler. Dil toplantılarından birinde, İstanbul'da yan yana otururlar. İkisi arasında karşılıklı yazılan bir kâğıt paçası, dostluğun başlıca kanıtıdır. Kâğıt parçası üzerine İnönü, şunu yazar:
Bana hâlâ dargın mısın?
Atatürk, kâğıdı alır, altına karşılığını yazar:
Sana darılmak mı? Sen benim en sevdiğim kardeşimsin!
İnönü, sorar bu kez:
Bugün bana yemeğe gelir misin?
İşte bu kâğıt parçası dediğim, sonra yiter o kâğıt parçası. Yaver Cevdet Bey, arayıp durmaktadır. Sonunda bir yerde bulur. Metin Toker'de olduğunu sandığım belge bu.
İkisi de saygılıdırlar kadına. Atatürk'le ilgili olanını anlatmalıyım. Atatürk, kimileyin Karpiç'te yemekteyken sofrada kadın da olmalı, diye düşünür. Kadınlı erkekli topluluklar, mutlu eder onu. Hemen pat diye de kadın gelmez ya, o yıllar Ankara'nın Tabar’ın barında çalışan kadınlardan bazıları çağrılır. Oturtulur sofraya. Yenilir, içilir.
Aradan yıllar geçer. Atatürk'ün de İnönü'nün de yaverliğini yapmış olan Cevdet Tolgay, emekli olup İstanbul'a gider. Orada İstanbul eski Valilerinden Reşit Paşa, Cevdet Tolgay'ı ağırlamak ister. Yıl, 1950'lerdir artık. Birlikte Londra Bar'a giderler otururlar. Karşıda bir kadın, kendilerine, özellikle Cevdet Bey'e bakmaktadır. Bu ilgi karşısında Cevdet Bey, kadını dansa kaldırır. Kadın sorar:
Nasılsınız Cevdet Bey?
Beni nereden tanıyorsunuz?
Haaa, nasıl tanımam. Atatürk bizi, Karpiç’e çağırdığında siz de oradaydınız. Beni yanına oturttu. Yaşamımda ilk kez bir erkek bana "Hanımefendi!" dedi. Ben onun, her ölüm gecesinde, odama çekilir, bir kadeh rakı koyar. İçer içer ağlarım...
Bir yazar, okurlarına verdiği sözde durmalı değil mı? Mehmet Güler’in resimlerinde '‘kadın" konusunu anlatacaktım, kaldı. Mehmet Güler, Sedat Simavi Ödülü'nü de aldıktan sonra, her gün sözü edilen kişi oldu. Ne iyi. Mehmet Güler, şöyle demişti söyleşimiz sırasında:
Benim resimlerimde kadın. Anadolu'da insanın doğaya karşı direncinin simgesidir kısacası. Anadolu’da "Osmanlı kadın" denen bir tip vardır. Bu, hem fizik olarak, hem de kafa yapısı yönünden ayrı özellik gösterir. Benim resimlerimde bu “anıt" gibidir. Topraktan çıkıp, toprağa dönen bir öge gibi. Bu görkemli, heybetli görünüşüne karşın, yine yürekleri sıcak… İnsan sevgisi yüreklerinden taşar. Doğanın amansızlığına karşı, toz, kavurucu sıcak, çorak doğa içinde, bunların çaresizliği, güçsüzlüğü. Bu çaresizlik ekonomik güçlüklerden, eğitimsizlikten geliyor. Bu güç karşısında eziliyor ama sürekli direnç gösteriyor. Resimlerimde egemen olan doğa büyük, buna karşılık kadın figürleri küçük olarak işlenmiştir. Yer yer bir "büyük ana" vardır, o tüm aileye koruyucu kanatlarını gerer. Bu dış görünüştür; bir de iç görünüş var, yanına yaklaştığınız zaman, apayrı bir insan tipiyle karşılaşırsınız. Sizi ağırlamak için, gerekirse komşusundan ödünç alarak, pişirir...