Madanoğlu’nun Baykuşu...

İzin boyunca, gezip tozduğum yerleri anlatacağım. Datça’da Özil dinlence yerinde, bir arkadaş evinde dinlenirken, yakında Aktur'un Karacabük'ünde kalan Cemal Madanoğlu'nu görmeden ayrılmak olmazdı. Madanoğlu'na, Özil'de dinlenen Prof. Ziya Gökalp Mülayim’le gittik. Madanoğlu, kalın bir "Oooo" çekti, sarıldık, kucaklaştık. Uzun süredir görmemiştim. Gözlerinin iyi görmediğini, gazeteleri eşi Ulviye Hanım’a okuttuğunu duyuyordum. Madanoğlu, rahatça koltuğu göstererek:
Şuraya otur, dedi, bu bir emirdir!
Sonra, bizi oradaki Abdullah’la tanıştırdı:
Bak Apo, bu Ekmekçi, hani yazılarını okuyorsun ya...
Abdullah, Hakkâri’liydi, elinden her iş gelen bir gençti. Madanoğlu’nun dairesinin onarımı ile uğraşıyordu.
Apo, İlhan Selçuk filan geldiği zaman çok keyifleniyor. Yazarlarla tanışmak istiyor.
Ulviye Hanım, şıpınişi bir sofra kurdu, birer kadeh rakı içeceğiz. Madanoğlu'na gidip de, bir kadeh içmemek, söyleşmemek olmaz...
Soruyu patlattım:
Paşam, Şahinkaya olayına ne diyorsunuz?
Yalla, Ekmekçi, bizde levazımcılar için takılırlar, söylerler. Bir de, kantin vardır, söylentilere karışan. Komutan bir ziyafet verir, ziyafete parası yetmez, "Bunu kantinden kapatalım!” derler...
Madanoğlu eski asker, şimdikilerin tümünün komutanı demek. 12 Eylül'den sonra bir gün Evren’i tanıyıp tanımadığını sormuştum:
Nereden tanıyayım yahu, diye karşılık verdi, ben korgeneralken o yarbaymış.
Madanoğlu'na göre, askerlerin yönetime karışmaları yanlıştır. Şöyle der.
Asker, kışladan orduevine, oradan evine gider. Dünyası budur...
Emir alıp, emir vermeye alışmıştır. Yurt yönetiminin, politikanın incelikleri çok başka bir şeydir. İsmet Paşa da, aynı şeyleri Sadi Koçaş'a söyler, "Sen katısın, hâlâ askersin!" der. Koçaş bunu anılarında anlatır...
Madanoğlu, 12 Mart dönemindeki tutukluluk dönemini anlatıyordu Davutpaşa'da. Madanoğlu, protesto etmek için, tutukevinde havalandırmaya filan çıkmaz. Fakat onu tanıyan bir paşa, Madanoğlu'na ayrıcalıklı bir işlem olarak, odasına duş koydurur. Madanoğlu, paşalar gibi yatar! O sırada, tutukevinde tanıdığı aynı davadan yargılanan Ali Sirmen, sabah arkadaşlarını alıp, Davutpaşa’nın avlusunda koşarlar. Madanoğlu’na, oradaki erlerden biri gelir, şöyle der:
Efendim bu Ali var ya, her sabah arkadaşlarını alıp, koşturuyor. Aslında bunlar koşmuyorlar, kaçmak için eğitim yapıyorlar! Böyle hızlı koşa koşa, bir gün kaçacaklar!
Madanoğlu bu yoruma şaşar kalır...
Madanoğlu'yla bir saat kadar oturduk. Toprak Reformcu Ziya Gökalp Mülayim, ona yeni çalışmalarını anlattı. Ayrılırken gördük. Madanoğlu lar, bir baykuş besliyorlar. Baykuşun adı "Mernuş". İçeri düşmüş, onlar da çok sevmişler, bakıp beslemeye başlamışlar. Mernuş tatlı bir kuş. Et veriyorlarmış. "Erkek mi, dişi mi?" diye sordum:
Bilmiyoruz, diye yanıtladı Ulviye Hanım, bazen "kızım” diyoruz, bazen "oğlum” diyoruz...
Cemal Madanoğlu ile Ulviye Hanım'ı, Mernuş'la bırakıp ayrıldık. "Mernuş", söylencelerdeki (efsanelerdeki) yedi uyurlardan birinin adı. Mernuş, Tebernuş... Böyle gider. Yedi uyurların köpeklerinin adı da "Kıtmir". Anadolu'da, özellikle Tarsus ve Elbistan yöresinde yedi uyurların mağaraları varmış.
Özil’de dinlencelerini geçirenler arasında İrfan Özaydınlı da vardı. Minicik bahçesi bakımlı bir evde oturuyordu. Güze dek kalıyordu Özaydınlı orada. Asmasından makasla üzüm kesip, bir salkım yedim. Mülayim:
Şimdi Ekmekçi, Özaydınlı'nın üzümü ekşiydi, diye yazacak! dedi. Özaydınlı'ya:
Siz mal bildiriminde bulunmuyor musunuz? diye sordum; takıldım:
Hay hay! dedi, bulunalım...
Özaydınlı'yla, ara sıra Çankaya pazarında karşılaşırdık. Sonra o Maltepe pazarına gider otmuş, elinde filesiyle...
Şahinkaya olayına ne diyorsunuz?
Biz de basından izliyoruz, dedi Özaydınlı diplomatça...
Çok kısa da olsa söyleştik, konuştuk. Yaşam, siyasal yaşam dinlence yerlerinde de sürüyor. Ben biraz da dinlenmeyi böyle seviyorum. Okurlarla, eş dostla konuşarak. Doğa da insanlarla güzel. İnsansız doğayı ne yapayım?
Atilla Karaosmanoğlu da, Amerika'dan gelip burada dinlenirmiş. Gittiğimizde daha gelmemişti. Belki ağustosta gelir. Türkan Akyol’un evi varmış ama, yıllardır uğramıyormuş. Evini de satacakmış. Galip Karagözoğlu oradaydı. Burhan Arpad gelirmiş ama, ben göremedim...
Ankara'ya dönünce, günün konularıyla karşılaştım. Tahsin Şahinkaya olayının söylentilerini, on yıl önce duymuştum. İlginç bir öyküsü vardı olayın. Bir gün, Cumhuriyet Bürosu’nda otururken, telefondan arandım. Arayan, şöyle dedi:
Ben Hava Korgenerali Faruk Koralp, sizinle önemli bir konuyu görüşmek istiyorum. Ben sivil giyineceğim. Şu plakalı araba ile Ziya Gökalp Bulvarı’ndaki benzincinin önünde saat 13.30da olacağım. Siz plakayı görünce, arabaya yaklaşacaksınız.”Hava ne kadar güzel değil mi?” diyeceksiniz Ben de "Sahi öyle" diyeceğim. Ve arabaya bineceksiniz. Konuşacaklarımızı arabada konuşacağız. Tamam mı?
Tamam Paşam! dedim. O sırada, Meclise gittim. Saat 13.00'e geliyordu. Basın Bürosu'nda, gazeteden aradıklarını söylediler. Arayan Ankara Temsilcisi Kemal Aydar'dı
Harıl harıl seni arıyoruz, dedi, arabanın plakası değişmiş. Şu plakaymış... Yeni verilen numarayı not ettim. Kemal Aydar:
Ne oluyor Ekmekçi, dedi, plakalar milakalar, bir şeyler karıştırıyorsun ama...
Hiçbir şey karıştırmıyorum, dedim, sonra anlatırım...
Arabaya atlayıp, buluşma yerine gittim. Plakayı görünce "Hava ne kadar güzel değil mi?" demeden Faruk Paşa, işaret etti, yanına oturdum. Bu arada, belindeki tabancasını gösterdi:
Yâlnız, öğrendiklerim benden almış olmayacaksın. Herhangi bir biçimde duyulursa, o zaman külahları değişiriz!
Vallahi Paşam, ben yokum bu işte, demek geçti içimden...
Nereye gidelim? diye sordu. O sırada Dikimevi'ne varmıştık. Ben, Dikmen’de Şevket Süreyya'nın zaman zaman gittiği bir yer vardı, orayı önerdim. Dikmen'e yola koyulduk. Vardık Paşa konuyu açtı. Konu, Tahsin Şahinkaya'nın Bandırma'daki üste, koyun, tavuk çiftlikleri kurması olayıydı. Belge istedim:
Gazetecisiniz, araştırın, bulun! diyordu.
Peki, o sürülerin bir fotoğrafı filan yok mu?
Yoktu. Ne yapacaktım, nasıl girecektim Bandırma Üssüne? "Beni bağışlayın" dedim. Tahsin Şahinkaya olayı ortaya çıkınca, bu konu da gündeme geldi. Cüneyt Arcayürek, pazartesi günkü Cumhuriyet’te, Bandırma olayını, o zamanki mahkeme tutanaklarına, dilekçelerine dayanarak yayımladı.
Faruk Paşa, olayı daha o zamanlar Evren'e de anlatmış mıydı? Faruk Paşa, korgenerallikten emekli oldu, Tahsin Şahinkaya orgeneral oldu. Faruk Paşa’yı arayıp "Geçmiş olsun” dedim. Savaşımında başarılı olamamıştı. Gazeteci olarak ben de yardımcı olamamıştım. Ama, zaman zaman görüşürüz. O, hakkının yenildiği kanısındaydı.
Askerlerle ilgili konular, bizde yasak “tabu" gibidir. Kolay el sürülmez. Oysa, gerçeklerin ortaya çıkması için, askeri, sivili olmaz işin. Gerçek neyse, o ortaya çıkmalıdır.
Evren'in "Açıkla" demesinden sonra, a.a. Genel Müdürü Hüsamettin Çelebi'ye açıklamalarda bulunan Tahsin Şahinkaya, bir toplantı düzenlese belki daha iyi olmaz mıydı, diye düşünüyorum. Hüsamettin Çelebi'yle konuştum: "Hiç soru sormadın mı?" diye sordum. "Üç soru sordum. ‘Şu anda cevap vermeyeceğim!’ deyince, sormaktan vazgeçtim" yanıtını verdi. Çelebi, Tahsin Şahinkaya'ya. "Bugünkü gazetelerde sizinle ilgili yeni bir iddia var, sırdaş hesap olayı?" diye bir soru yöneltmek istemiş, Şahinkaya buna “Şimdi konuşmak istemiyorum" yanıtını vermiş.