Listeler....

FIKRAYI Aziz Nesin yıllar önce yazmıştı sanıyorum.
Ama yinelemek isledim. Fıkra şöyle:
Adam bir geziden dönüşte, eve girip bakar ki, komşu karısıyla birlikte. Kollarını sıvayıp komşuya girişir. Başlar dövmeye:
— Utanmaz herif, yokluğumdan yararlanıp evime girmeye utanmıyor musun?
Durumdan şaşkın olan kadın da, şöyle der.
— Vur kocacığım, vur- Irz düşmanı alsın dersini, vur!
Komşunun pestili çıkar, ama yavaş yavaş kendini toplar. Bu kez o, kendini dövene çullanır ve vurmaya başlar. Yere yıkar, kadın ise şöyle bağırır:
— Vur sevgilim, vur gözüne gözüne! Ne kendi sever, ne başkasına sevdirir. Vur!
Olayları izleyenler, olayların perde arkasını da öğrenmeye bayılırlar. Gazetecilik uğraşı, olayların perdesini aralama uğraşıdır bir bakıma. Bunlar bazen açık, bazen satır arasında yazılır, anlatılır. Buna alışmış olan okurlar da, sorunu çözmede güçlük çekmezler..
Bir profesör İstanbul'da yapılan Ulusal Nöroloji Kongresi Başkanlığını Kongrenin adında “Ulusal” sözcüğü geçiyor diye, üstlenmek istememiş. Bunu Ömer Asım Aksoy 'a anlattım: TDK’nun eski Genel Yazmanı Aksoy:
— Daha neler göreceğiz- dedi.
Danışma Meclisi’nde, “Dil Akademisi, konusu tartışılırken, eleştirileri yanıtlayan Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı konuşuyor. Tercüman Gazetesi’nin Yönetim Kurulu İkinci Başkanı geliyor gözümün önüne. Dinliyorum;
— ... Biz bunu sağlamak istedik ve bunu sağlamak istedik ki, ancak bu dil akademisinin üreteceği kelimeler (Bakın kelimeyi kullanmaktan korkmuyorum; “Üretmek” kelimesi çok hoş) resmi olarak kabul edilsin, okullarda ve devletin radyosunda televizyonunda bu kelimeler kullanılsın ve bu şekilde dil bütünlüğünü muhafaza ederek gelişebilsin, zenginleşsin ve gerçekten daha zengin edebiyat ve daha zengin bir kültür hazinesi haline gelsin. Biz bunu sağlamak istedik. Binaenaleyh, bunun içindir ki, arkadaşımın sorduğu soruya cevap veriyorum: Dil anarşisinin kuşaklar arasındaki bağları kopartmanın, milletin birliğini ortadan kaldıracak bir sonuca varması ihtimalini gördüğümüz içindir ki, dil sorununu çözmek istedik, anayasada çözmek istedik ki, anayasa gereğince kurulan dil kurumunun kelimeleri mecburi olsun, uyulması zorunlu olsun. Bakın ben hem “mecburi” kelimesini kullanıyorum, hem “zorunlu” kelimesini kullanıyorum. İkisi de benim kelimem, ikisini de benim halkım kullanıyor. Ama bana kimse, illa “zorunlu”yu kullan, “mecburi”yi at diyemez, dememesi lazımdır. Tutulan yol budur ve bu şekilde ancak bu şekildeki bir dil akademisi çalışmalarıyla olumlu sonuca doğru bizi götürebilir ve dil birliğini sağlayarak toplumun daha fazla dağılmasını ünler...
Aldıkaçtı, hem “zorunlu”yu kullanacakmış, hem “mecburi” diyecekmiş. Kimse “Şu sözcüğü kullanacaksın” diyemiyecekmiş. Diyen yok zaten. TDK'nun bulduğu, ürettiği, türettiği sözcükler, kullanılması zorunlu şeyler değildir ki, sözcükler tutunmuşsa, Aldıkaçtı bile onları kullanabilir canı isterse. Yazıları okur bulursa, okunabilir. Tutanaklardan aldığım şu kısa konuşmasında bile ne çelişkiler var. Hem zorunlu olmayacak, hem de gönlünde yatan “Dil akademisinin benimsediği sözcükler, mecburi” olacak, “uyulması zorunlu” olacak!
★★★
Hacı Bayram’a, bir baba dostunun cenazesine gidiyordum. Yolda şoför:
— Odalar Birliği seçimlerini kim kazandı? diye ordu.
— Daha seçimler bitmedi. Ama, Mehmet Yazar kazanacakmış arkadaşımın izlenimine göre, yanıtını verdim.
Düşündüm, şoför Odalar Birliği seçimlerini neden böyle heyecanla izliyordu? İçimden:
— Zenginin malı züğürdün çenesini yorar, atasözünü geçirdim.
Ama şoför, bir konuya ışık tutmuştu. Baba dostu Ali Rıza Alıçlı’nın cenazesinden sonra, konuyla ilgilenme olanağı buldum. Odalar Birliği Genel Kurulu’nda kamuoyuna yansımamış, perde arkası kulislerinde, neler neler olmuştu?
Yazarın başı çektiği liste, ortalıkta dolaşırken kulaklara fısıldanmış mıydı:
— Bu, beyefendinin listesi!
Beyefendi kimdi? Kulisleri yöneten eski başkanlar, dan T. Y. neden öyle heyecanlıydı? Eski bazı politikacılardan K. O. ile H. O. ve Ş. O.'nun orada ne işleri vardı? Kapatılan bir partinin eski bir Ankara il başkanı B. Ş. Ö. göze çarpanlar arasında mıydı?
Odalar Birliği kongrelerini geçmiş yıllarda, epeyce yakından izledim. Seçimler, konuşmalardan, tartışmalardan sonra, öğleden sonra yapılırdı ilk kez bu yıl, seçimler sabah yapıldı.
Sezai Dıblan’ın yedek listesinde geçen dokuz kişiden beşi, başkanlığa başvurarak, aday olmadıklarını bildirdiler. Dıblan’ın altından kayıyordu toprak. Dıblan’ın, ilk gün basına verilmeyen bir konuşma metni elime geçti. Şöyle diyordu Dıblan bunda:
“Büyük sanayie tanınan çeşitli özendirici imkanlar ve uygulamasından fevkalade endişe duyduğumuz “Kurtarma operasyonları” belli bir zümreye tanınan imtiyazlar durumundadır. Kaldı ki, büyük sıkıntı içinde olan ve bu kurtarma operasyonlarına muhatap olmamak için büyük gayret, özen ve fedakârlık gösteren sanayici kesimi için de bu haksız bir farklılık yaratacaktır...”
Dıblan hazırladığı son konuşmayı yapma olanağını da bulamadı. Dıblan bunda, Odalar Birliği’nin “son üç yıllık” yöneticilerini eleştiriyor, “Muhtevasını oluşturan ticaret kesimi ile borsa kesimini ve hatta sanayici kesiminin büyük bir bölümünü bir kenara iterek belli bir kesimin akademik seviyede sözcüsü haline gelmiştir” diyordu. Dıblan, bu yapamadığı ve yayınlanmayan konuşma metninde bir şeye daha değiniyordu; “Beyefendinin listesi”ne. O bölüm de şöyleydi:
“... Bir hususu da önemle işaret etmek isterim ki, seçimler, listeler ve adaylar üzerinde hiçbir kişi, veya makamın herhangi bir şekilde bir ipoteği, bir desteği bulunmamaktadır. Bunu arzederken şu ana kadar yürütülen asılsız söylenti mekanizmasına itibar etmemenizi istirham ediyorum...”
Demokrasiye yeniden geçmeye çabalarken, onun kurallarına her kesimde uymak gerekir. Bu, unutulmamalı...