Lavanta...

Ali Aşık, 27 şubat 1984 günlü yeni bir mektup gönderdi. İlkini, 29 şubat çarşamba günü çıkan "Ankara Notları"nda yayımlamıştım. İlk mektup bana değildi, gazete merkezine yollanmıştı. Yakınıyordu. İkincisi, mektubunun gazetede çıkmasından iki gün önce postalandığına göre, çıktığını görmedi. Şöyle diyor bunda Ali Aşık:
“Sayın M. Ekmekçi,
Size bu satırları aslında dün yazıyordum. Ama babamla söyleşimiz, -bakın ben de anıyorum!- evlilik hazırlığım nedeniyle, yoğunlaştığından gerçekleşmedi bu. Cumartesi günü H.  li Yücel’le ilgili yazınızı okuyunca çok duygulanmıştım. Konuyu babama açınca ilgilendi; "Bu Ekmekçi'ye bazen kızıyorum, tatsız-tuzsuz yazıyor diye, Cumhuriyet’e mektup yazmıştım, Allah vere de yayınlamasalar bari" dedim. Nedenini sorunca da olduğu gibi anlattım. Çok güldü babam, arkasından da sertleşti:
Kimin oğlu olduğunuzu unutuyorsunuz! dedi. Bence o da övünmüştü! Ses etmedim.
Bak oğlum, sizler daha adam olamamışsınız. Köy Enstitülerinde ben de okuyacaktım da babanızı görecektiniz! İnsanda bir mizaç vardır, bu insanın kendi iradesiyle, okumayla, çevreyle filan değişmez. Sen mizacının dışında hareket edebiliyor musun? Bazen bundan şikâyetçi bile oluruz, ama değiştiremeyiz. Ekmekçi, mizacı gereği öyle yazıyorsa bu elinde değildir. Ali Efendi (!) istedi diye kimse mizacı dışı hareket edemez, insanı sadece bundan dolayı hoş göreceksiniz. Buna inanınca Allah'a da inanmış olursunuz. Bu hususiyet bir Allah vergisidir. Aksi Allah'a hoş gelmez... dedi. Pazartesi günü (bugün) sizin tekrar H.  li Yücel konusunu işleyeceğinizi bilmediği halde (gazete burada, eve gitmeden yazıyorum):
Bir Ekmekçi mi yazıyor H. li Yücel’i? dedi. Hafzı Veldet Velidedeoğlu’nun yazısını da okudum.
Yazık! dedi, iç çekerek, hiç olmazsa senede bir H. li Yücel Haftası düzenlenmeliydi. Ondan sonra Milli Eğitim Bakanı gelmedi.... deyince ben;
Niye Necdet Uğur gelmedi mi? dedim. O'nun koşulları farklıydı, biliyordu.
Bildiğiniz konulardan anlattı. Kardeşimin Pazarören Öğretmen Okulu'na nasıl girebildiğini anlattı:
Sıra İskender'e geldiğinde yokluğun belini biraz kırmıştık. Ne pahasına olursa olsun, deyip... öğretmene bir koç vaat ederek, 1959 yılında imtihanı kazandırdık. İskender övünüyormuş, "Bizim köyden bir ben kazandım!" diye. Kimlerin kıçı öpülerek girilir olmuş o okullar. Düşün bir zamanlar köy çocuklarına ayrılan okullara köylünün çocuğu rüşvetle bile giremez olmuştu. Hasan  li Yücel, heykeli dikilecek adam! diye anlattı..."
Ali Aşık, mektubunda daha sonra, ilk mektubundan üzüntü duyduğunu yazıyor, "Olanlar için özür dilerim" diyor. "Bu, doğruculuk huyumdan ben de memnun değilim. Ama o mektubumda ince bir mizah vardı, göz ardı etmeyeceğini umarım." diye ekliyor.
Anladığım, Ali Aşık, gazeteye sık sık mektup yazan bir okur, biri de bana rastlamış!
Eleştiriye alışmam kolay olmadı, insan kendini beğenmezse çatlar ölürmüş; kuzguna yavrusu güzel görünürmüş!
Okur Ali Aşık'a, benden ne denli bezse de, bazı konuları derinlemesine düşünmeme olanak verdiği için, teşekkür ederim...
Ankara’da cumartesi günü "Evrensel”de Bekir Yıldız'ın imza günü vardı. Nasıl kalabalıktı. Gençler çoğunlukta, okuma açlığı içinde. Bekir Yıldız'ın o gün yaş günüymüş. Eşi Oya Hanım da vardı. Kutladım...
Çin Elçiliği’nde verilen yemekte, Çin yemekleri yedik. Deniz anası, ördek ciğeri, daha neler? Sofrada fıkralar anlattım, Büyükelçiye aktarmışlar fıkraları, ayrılırken:
Güle güle Mr. Hoca! diye takıldı.
Yerel seçimler yaklaştı ya, Ankara geceli güzdüzlü seçim havasına giriyor. SODEP’in Çankaya Belediye Başkanı adayı İbrahim Tezle gideceğiz bir gecekondu bölgesine. Göreceğim bakalım, neler oluyor?
Bazı liderlerin sol partilere saldırılarında yine satır arasında, "şapka" öykülerine benzer, şeyler vurgulanmak isteniyor. Bu yöntem çoook eskidi, ama bir sakız gibi yinelenir durur...
Efendim, solcular gelirse, malum şapka!
1960'lı yıllarda, bu propaganda yaygındı. Gerçekte, 1946'dan sonra Demokratlar çıkarmışlardır bu yöntemleri. Neyse, o yıllarda sol bir partinin adayları, Anadolu'da bir köye giderler; oturup konuşurlarken, köylülerden biri:
Sizin için, bir şapka meselesinden söz ediyorlar, duyuyoruz! der. Yani anlat bize bu işin içyüzünü, demek ister... Duymuştur, sosyalist ülkelerde, öyle namus anlayışı geniş... Adam eve gelince, bakar ki, bir şapka asılı; döner gider!
Köylüyü de yakından tanıyan bir aday, şöyle der:
Senin kan ne kokar? Köylü karşılık verir:
Tezek kokar!
Ulan oğlum, onlarınki lavanta kokar lavanta! Lavanta kokan dururken, tezek kokana bir şey olmaz korkma!
Seçim propaganlarında komünistlik yakıştırmaları gibi, dinsizlik yakıştırmaları da, ülkenin vardığı bu aşamada, çoğunluğun bilinçlenmesiyle suya düşecek sanıyorum.