Kuzey Kıbrıs Ana Muhalefet Partisi Başkanı Özker Özgür, perşembe günü görüştüğü DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e görüşme sırasında şöyle dedi:
Siz bir parti başkanısınız ve Bulgaristan-Türkiye karşılaştırmasını yaparsınız; Bulgarların oradaki Türklere Türkçeyi yasakladığını, Türkiye'de de Kürtlere Kürtçenin yasaklandığını belirtirsiniz, “Onlardan farkımız yok, Jivkov'u nasıl eleştiririz?" dersiniz, bir şey olmaz; ama ben benzer bir karşılaştırmayı yaptığım zaman benim pasaportum alınır. Yani siz birinci sınıf Türk eleştiri hakkınız var; ben ise Kıbrıslı Türk, ikinci sınıf Türk, eleştiri hakkım yok!
Cumhuriyetçi Türk Partisi Başkanı Özker Özgür, bunları söyleyince Ecevit güldü. "Ben sizin pasaportunuzun alınışını eleştirmiştim" dedi.
Özker Özgür'ün KKTC pasaportu var, ancak Türkiye’ye girişi vizeye bağlı. Özker Özgür şöyle diyor:
Türkiye'ye gelirken de vize istedim, vizeyle geldim. Türkiye'ye girişi vizeye tabi tek Kıbrıslı Türküm ben. Ve Ana Muhalefet Partisi lideriyim!
Özker Özgür, bu yıl da Dikili şenliklerine katılmak için Kıbrıs’taki Türkiye Büyükelçiliği'ne başvurarak vize istedi. Vize, yani Türkiye'ye giriş izni, Dikili Şenlikleri bittikten sonra geldi, Özker Özgür, bu kez 'Türkiye'de siyasal görüşmeler yapağını” belirten yeni bir dilekçe verdi, Ankara'ya sorulup buna da izin verildi. Özker Özgür, CTP dış ilişkiler yazmanı, Girne Milletvekili -şimdi tüm muhalefet milletvekilleri gibi seçimleri protesto edip Mecliste ant içmediği için milletvekilliğinden ihraç edildi- Fadıl Çağda ile birlikte. Özker Özgür ile Fadıl Çağda, Ankara'da soldan sağa, parti başkanlarıyla görüştüler. Kıbrıs’taki demokrasiye aykırı durumu anlattılar, iktidardaki Denktaş yanlısı Ulusal Birlik Partisi'nin muhalifleri, demokratik olmayan seçim yasasının değiştirilmesini, erken seçimlere gidilmesini istiyorlar. Pazartesi günü ilkin SHP Genel Başkanı Erdal Beyle konuştular. Erdal Bey Kıbrıs'taki sorunu biliyordu. Daha önce gelmiş olan, öbür muhalefet partilerinden Yeni Doğuş Partisi başkanıyla Toplumcu Kurtuluş Partisi Genel Yazmanıyla görüşmüştü, Özker Özgür ile Fadıl Çağda'nın sözlerine katıldığını bildirdi, özetle şöyle dedi:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde demokrasi yara almıştır. Bu yaranın iyileştirilmesi gerekmektedir. Bu iş böyle yürümez!
Erdal Bey, basına da benzeri bir demeç verdi: “Kuzey Kıbrıs’ta demokrasi yürümüyor” dedi. "Ben kendime düşeni yapacağım" diye ekledi. Konuşmanın burasında, CTP Genel Başkanı Özker Özgür, Erdal Bey'e şunları söyledi:
İçte ve dışta hakkımızı arayacağız. Kuzey Kıbrıs'ta ve Kuzey Kıbrıs dışında; yani Türkiye’de, Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Konseyi'nde. Fakat Birleşmiş Milletler'e, Avrupa Konseyi'ne konuyu taşırmadan önce öncelikle Türkiye'de durumu anlatma gereksinimini duyduk. Çünkü biz, Türkiye’yi uluslararası arenada güç durumda bırakmak istemiyoruz. Onun için sorunu -ki sorun Ankara'dan kaynaklanıyor- derdimizi, burada anlatabilirsek sorun aile içinde çözümlenebilirse biz daha çok memnun oluruz..
Hinthorozu Erdal Bey'e Kıbrıs'ın ana muhalefet liderleri böyle dediler. Bu, basında da çıkmadı. İlk kez “Ankara Notları"nda yayımlanıyor. Türkiye'de yöneticiler, “Kuveyt bizim canımız / Feda olsun kanımız" türküsü çağırırlarken, Kıbrıs'ta Türk kesiminde demokrasiye aykırı bir durum dolayısıyla Avrupa Konseylerine düşerlerse seyreyleyin gümbürtüyü o zaman Özker Özgür ile Fadıl Çağla, Kıbrıs'ta seçimlere askerin de karıştığını, baskı yaptığını ileri sürüyorlardı. Şimdi bu 30 ağustosta tümgeneral olan Ali Yalçın'ın, Büyükelçi Ertuğrul Kumcuoğlu'nun adlarını vererek yakınıyorlardı. Durumu DYP Genel Başkanı Süleyman Bey'e anlattıklarında o şöyle dedi:
Fevkalade yanlış. Askerin karışması çok yanlış! Ben Sayın Denktaş nezdinde girişimde bulunacağım. Kendisi devlet başkanıdır. Devlet başkanının görevi bu tür siyasal bunalımlar aşmaktır. Görevidir, birleştirici olması lazımdır Sayın Denktaş'ın.
Özer Özgür şöyle diyordu:
Bizim görevimiz size anlatmak; biz Avrupa Konseyi'ne başvurursak "Hainler, yine Türkiye’yi zor durumda bıraktılar" falan, denmesin!
Bu nasıl olacak? Nasıl başvuracaksınız Avrupa Konseyi’ne, sizi tanımıyor ki Avrupa... diye soruyorum. Şu karşılığı veriyor:
Kıbrıs'ı tanımıyor, ama Türkiye'yi tanıyor. Gideriz anlatırız Avrupa Konseyi'ne. “Dava bu” deriz. "Müdahale eden Türkiye! Ama şikâyet etmek de istemiyoruz. Sorun, önceden çözümlensin istiyoruz. Ve biz Türkiye'yi zor durumda bırakmak istemiyoruz. Ama bir de sorunla karşı karşıyayız. Bize müdahale edilmiş, seçimlerimize karışılmıştır. Halkımızın istencine karşı bir tavır söz konusudur. Biz, elimiz kolumuz bağlı oturamayız. Bir şeyler yapmak durumundayız. İlk usumuza gelen burası, geldik anlatıyoruz. Ana burada sorun çözülmezse biz konuyu Birleşmiş Milletler'e ve Avrupa Konseyi’ne götürmeye kararlıyız. Bunu açık yüreklilikle söylüyoruz. Ve tüm liderlere bunu anlattık. Söyledik. Seçim yasası antidemokratiktir ve seçimlere karışılmıştır. Onun için seçim yasasının demokratikleştirilerek, seçimlerin dış karışmasız yenilenmesini istiyoruz. Seçim yasasının demokratikleştirilmesini kabul ediyorlar, ancak seçimlerin yenilenmesini kabul etmiyorlar. Biz esnek davranarak diyoruz ki: "Seçimlerin yenilenmesini ilke olarak benimseyin, seçim tarihini birlikte Mecliste saptarız..."
Perşembe günkü görüşmelerinde Ecevit Özgür'e şöyle dedi:
Sayın Eroğlu (KKTC Başkanı UBP Başkanı Derviş Eroğlu) geldi, ziyaret etti; izlenimim odur ki seçimlerin yenilenmesini ilke olarak kabul ediyor..
Özker Özgür, Ecevit'e verdiği karşılığı anlattı, şöyle dedi:
Biz öyle bir izlenim edinmedik. Ama öyle bir şey varsa o zaman yeni bir durum ortaya çıkar. Yani seçim yasasının demokratikleştirilmesi söz konusudur bir, bir de seçimlerin yenilenmesi ilke olarak benimsenmektedir. Bunu biz değerlendiririz. Ama gelin görün ki 30 haziranda Meclis toplandı ve bizleri -devamsızlıktan- Meclisten attı. İhraç etti. Biz ant içmemişiz. Ant içmeden, nasıl -devamsız- oluruz? 12 muhalif milletvekilinin ihraç kararlarının iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurduk. Anayasa Mahkemesi derse ki "ihraç edilen milletvekilleri haklıdırlar, çünkü daha ant içmemişlerdir. İç tüzük maddesi, ancak ant içmiş milletvekillerine uygulanabilir. Ancak belli bir sure içinde ant içmeleri gerekir" derse, o zaman bir uzlaşma kapısı aralanmış olur. Onlar (UBP’liler) seçimlerin yenilenmesini ilke olarak kabul ederler, seçim yasasının demokratikleşmesini benimserler. Biz de Meclise gireriz ve bu iş bu şekilde kapanır. Fakat görebildiğimiz kadarıyla Sayın Özal'ın Türkiye'de güttüğü politika, yani “ben benim" politikası “en iyisini ben yaparım, en doğruyu ben düşünürüm, benim dışımdakiler önemli değildir" politikası, Kıbrıs'ta da uygulanmaktadır. Ve demokrasinin bir uzlaşma rejimi olduğu unutulmaktadır. Hem burada, hem Kıbrıs'ta. Zaten burada ne varsa Kıbrıs'ta da var. Yani model aynı, rejim aynı. Anası gibi danası... Tam benzetilmiş. Ve pek öyle uzlaşmaya yanaşmak isteyeceklerini sanmıyoruz. O bakımdan biz diyoruz ki demokrasi mücadelesi, demokrasi savaşımı, Kıbrıs'ta ve Türkiye'de ortak bir savaşımdır. Sorunlar, aynı kaynaktan kaynaklanmaktadır. Hepimizin başında 12 Eylül-ANAP rejimi vardır. Bunu geriletebildiğimiz oranda Kıbrıs'ta ve Türkiye'de demokratik kazanımlardan söz etmek mümkün olacaktır.
2 Eylül 1990, Cumhuriyet