Deniz Beyin, SHP kurultayında, “Ben Baykalcı değilim!" biçimindeki sözlerine bir delegenin çok canı sıkıldı. Arkadaşına şöyle dedi:
Liderliğe geldiğini görüyor, soyunmuyor Ne demek “Ben Baykalcı” değilim?" İnsanoğlunun kendisi kendisidir yahu!
Genel başkanlık seçiminde, Erdal Bey’e 710 oy çıkarken, çıkan 96 boş oyla, bazı delegelerin söylemek istedikleri, Deniz Baykal’ın artık liderliğe soyunması özlemi miydi?
Baykalcıların, parti meclisinde ezici çoğunluğu almalarından sonra ne olacaktı? Yani ne mi ne olacaktı?
Hinthorozu Erdal Bey genel başlan kalacak mıydı, kalmayacak mıydı? “Ben kiminle olsa çalışırım” dememiş miydi? Ama çalışamam işti. Örneğin, son parti meclisi Erdal Beyi bunakmış, milletvekilliğinden de, genel başkanlıktan da çekip gitmesine neden olmuştu. Sonunda istifasını geri almıştı, ama unutulmaz bir şey yüreğine oturmuştu...
Kurultay çok canlı geçti. İki gün, iğne atsanız yere düşmedi. Anadolu'nun çeşitli yerlerinden, delege olmayanlar da çıkıp gelmişlerdi. Önler da konuşmacıları, bu arada Deniz Baykan çılgıncasına alkışladılar. Erdal Beyi eleştirenler çok alkış topladı. Ertuğrul Günay da. Kemal Anadol’un "sol kanat"çıları aşağı görünmüyorlardı. Aslan Başer Kafaoğlu, kurultay sürerken,
Sol kanat daha ağır basabilir. Hiç belli olmaz! diyordu.
Sonradan ayrımına varır gibi oldum, delegeler gibi, dinleyiciler olarak Anadolu'nun uzak yerlerinden gelenler de “Baykalcı” çoğunluktular. Sanki deplasmana gelmişlerdi.
Kurultay, hani parti meclisinin, Erdal Bey’in istifasından sonra hadi toplanmasını kararlaştırdığı bir kurultay olacaktı ya, orada Saykal çıkacaktı ortaya, bu kaz onun provası oldu. Genel başkanlık için yeni bir kurultay yapmak gerekecek! Bir Baykalcı milletvekili şöyle dedi, kurultay sonuçları alabula ortaya çıkarken:
Erdal Bey ya bizimle çalışır ya da çakar gideri
Bu bir plandı, bunu öteden beri seziyordum. Artık dişleri göstermenin zamanı gelmişti. Büyük bir çoğunluğu parti meclisine sokmak, genel sekreter olarak, genel başkanın yanı başında durmak, zamanı gelince de alaşağı etmek.
Kalay değil, yirmi yıkık özlemdi bu. Ucunda başbakanlık vantil
Geçmiş deneyimlerinden de yararlanarak lodan sıvadı Deniz Bey; kurultay dediğiniz, N başkanlarından, delegelerden oluşmayacak mıydı? Onlar Önce hazırlanmalı, sağlanmalıydı. Bunu yaptı. İsmet Paşa'nın genel başkanlıktan uzaklaştırılışı da böyle bir planla olmuştu. Kongrelerde delegeler belirtenmiş, İsmet Paşa, kurultaya gelmemişti bile...
Burada tertip var, diye bağırıp durdu adamcağız!
Geçmişi anımsayanlar bilirler. İsmet Paşa, türlü tertiplerle götürülmüştü başkanlıktan. Olağanüstü kurultay çağrısı için İrendi sine gelen genel sekreter Kamil Kırıkoğlu’na,
Beni devireceksiniz değil mi? diye sormuştu. Kırıkoğlu’na, ince çelebi biçemiyle,
Öyle paşam, devirecekler! demişti.
Peki, kim genel başkan olacak, sen mi? Kırıkoğlu utanmıştı...
Yok paşam, genel başkan adayı belli...
Bülent mi?
Evet paşam! Paşa, ağır konuştu, şöyle dedi:
Dizinizi döveceksiniz, dizinizi!
Genel başkanlığa gelen Bülent Bey, çok geçmeden Kâmil Kırıkoğlu'nu uzaklaştıracaktı. Kâmil Kırıkoğlu uzaklaşıp giderken, Bülent Bey, Deniz Bey'le birlikte miydi? “Özgür İnsan”da, Kâmil Kırıkoğlu'nun uzaklaşıp gitmesine yol açan İmzasız bir yazı çıkmıştı. “Özgür İnsan”daki imzasız yazıda özetle, orduyla ilişkiye değiniliyor. Kırıkoğlu'nun bunun içinde olduğu vurgulanıyordu. Araya araya, yazanı sonunda buldum. Hâluk Ülman yazmıştı. Haluk Üman'a Meclis kulisinde sordum:
Kâmil Kırıkoğlu, sizin bu yazıyı yazdığınızı biliyor muydu?
Bilmiyordu, ona söyleyemediğime çok üzgünüm. Ben söyleme olanağı bulamadan öldü...
Kurultay bitti. Kavga bitti mi? Politika yapanlar, çoğu partinin en üst yönetimine girmek ister. Çünkü azından parlamentoya buradan da gidilir. Ama SHP'dekilerin kanımca pek kavrayamadıkları bir şey var, o da şu: Parti meclisinden, meclise gidilir de belki, iktidara kesin gidilemez. Gözünü 44 kişiye diken, 300 milletvekilini düşleyemez de ondan.
SHP ile ilgili bir “Ankara Notları”nda, "SHP örgütü Gemini Geviyor" demiştim. Gözlemlerim öyle de, ama kişisel hırslar, parti içinde kişisel çekişmeye dayanan hizipler, iktidara gitmek için hırslanan, gemini geven örgütü, bıktırır, Hak çoğunluğunu ondan uzaklaştırır. Yalnız partililerin de değil, halk çoğunluğunun oylarıyla gidilir iktidara. Bu güvenin verilmesi gerekir. Bu güvenden yoksun kalırsa, gidemez. Acılar da dinmez.
SHP'de herkese yer olmalıdır. İşte parti meclisi üyeleri ortada. Devedişi gibi adamlar da girdi parti meclisine. Bunların çoğu daha önce parti meclisi üyesi ne değildiler. En çok oyu alanlardan bir Ahmet İsvan, bir Abdullah Baştürk, bir Kemal Anadol, bir Deniz Baykal, bir Erol Çevikçe, gözler onlara dönecek kuşkusuz. Parti meclisi kısır çekişmelerle, lider arayacak yeni kurultaylarla mı geçecek, yoksa oturup çalışacak mı? Bunu göreceğiz. Deniz Bey, genel sekreter olmak istiyordu; Baykalcılar, genel sekreter seçecek çoğunluğu sağladılar. Ama genel sekreter de genel başkanla çalışacak. Çalışabilecek mi? Deniz Bey, konuşması sırasında bir yerde şöyle demişti:
Etiyle, kemiğiyle, Deniz Baykal'ı örgüte emanet ediyorum. Alın ister kullanın, ister tem, ister genel sekreter olarak, ister parti meclisi üyesi olarak, ister grup başkan vekili olarak kullanın, isterseniz bekletin, sonra kullanın. Nasıl isterseniz öyle kullanın...
Deniz Bey, bu sözleri nasıl söyledi bilmiyorum. Kanımca, kimse kimseyi kullanmamalı, kullanamamak. Adam kullanmak çok kötü Ur şey. Birinin adamı, halk deyişiyle “askeri” olmak bağdanır şeylerden değildir. İnsan kişiliğini yok eden Ur anlayıştır. Deniz Baykal’a bir gün Teoman Erel’in, Fikret Ünlü'nün de olduğu bir yemekte şöyle demiştim;
Bilirsiniz ben parti içinde hizipler olmasından, değişik görüşlerin bulunmasından yanayım. Hizip başılığıyla bir yerlere gelinebilir, ama lider olunamaz. Lider başka bir şeydir. Lider, hizipbaşı olmayan kişidir. Bakın, kurultayda siz çoğunluğu alacaksınız, delegeler sizden olacak. Ama genel başkanlık için Hinthorozu'na oy vereceksiniz. Çünkü lider odur.
Dediğim gibi de oldu.
Ha, Deniz Bey, o yemekte şöyle dedi:
Anlaşıldı, Sayın Ekmekçiye bir yemek daha yemek gerekecek!
O birlikte son yemeğimiz oldu. Hırslar bir yere dek geçerlidir. Giderek, insanın adı mızmıza bile çıkar. Arkadaşım Binalı Seferoğlu anlatmıştı. Çok mızmız bir kardeşi varmış, küçükken. Ne olsa maraza çıkarır, kendisine hakkının verilmediğini ileri sürermiş. Bir gün, evde herkes yemeğini yemiş, evde olmayan mızmız kardeşe de ayırmışlar. Gelmiş, şöyle demiş:
Bana bu kadar ayırdığınıza göre, kim bilir kendiniz ne kadar yediniz?
28 Haziran 1988, Cumhuriyet