Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç, görevinden alındığı zaman, tüm Köy Enstitüsü müdürlerine 21.9.1946 günlü bir mektup yazarak, şöyle der:
“Kardeşim,
Sizinle birlikte çalıştığım yılların, hayatımın sonuna kadar sürecek tatlı hatıraları ile kalbim ve vicdanım dolu olarak ilköğretim işinden ayrılıyorum.
Ama kanun ve prensiplerde hiçbir değişiklik yoktur. İşbaşına gelen ve orada kalan arkadaşlara güvenerek görevinizi şimdiye kadar olduğu gibi yapmanızı, bu alanda son dileğim olarak, sizlere ve vasıtanızla bu işe bağlı olanların hepsine duyurmak istiyorum. Dava, sizin çalışmalarınızla bugünkü şeklini aldı, aynı tutuşla gelecekteki ülküsel şekline kavuşacaktır. Öğretmen ve öğrenci arkadaşların bu davadaki hizmetlerini 'İlköğretim Kavramı' adlı kitabımda belirterek görevimi bu yönden de eksik bırakmamaya çalıştım.
İşbirliği yaptığımız zamanlarda gösterdiğiniz dostluğa, arkadaşlığa, ülküye bağlılığınıza candan teşekkür eder, çok çok gözlerinizi öperim." (Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları, 1935-1946, Hazırlayan Engin Tonguç, sayfa 236-237)
Köy Enstitüsü yöneticilerinden M. Rauf İnan'la konuşuyordum, şöyle dedi:
Köy Enstitüleri on yıl bile yaşamadı. Yirmi kitap yazılmıştır Köy Enstitüleri hakkında. Beş yüze yakın insan, binlerce yazı yayımlamıştır Köy Enstitüleriyle ilgili. Bir tanesini sana söyleyeyim, Nejat Eczacıbaşı, San Francisco'da uluslararası bir toplantıda Köy Enstitülerini anlatmış “Kuşaktan Kuşağa" kitabında geçiyor. Köy Enstitülerini anlattıktan sonra, orada bulunan önemli bir sanayici:
Peki, bunlar niye kapandı? diye sormuş. O da;
Bazı kusurları vardı! yanıtını vermiş. O sanayici Eczacıbaşı’na bir çıkışmış:
Her yeni şeyde kusur olmamasına imkân mı var? demiş. Böyle değerli bir kurum, bunlar tamamlanabilirdi. Nasıl kapatıldı?
Yazısının sonunda Eczacıbaşı diyor ki:
Eğer, benim de kendisiyle aynı düşüncede olduğumu bilseydi, bana böyle çıkışmazdı!
Bak şimdi, dünyada görülmüş şey değildir, on yıl bile sürmemiş olan bir eğitim kurumu için binlerce yazı yazılsın.
Doktora tezleri hazırlansın...
Evet, sonra kitaplar... İlk kitabı yazan da Ahmed Emin Yalman'dır. "Yârının Türkiyesine Seyahat..."
Okudum onu, Meclis kitaplığından alıp okudum.
Öyle mi? Onun Çifteler Köy Enstitüsü’yle, Hasanoğlan'a geldiği zaman ben. “Sizi yalnız bırakalım, kendiniz gezin" dedim. "Siz gezin, bizim etkimizde kalmayın". Peki, dedi, kendisi gezdi...
Kaç yılında gelmişti size?
1944'te, 1945’te de Hasanoğlan'a geldi. Orada bahçe başkanına “Nasıl yorulmuyor musun?" diye sormuş. “Çelik gibiyim" demiş o da, pek hoşuna gitmiş. Ahmed Emin Yalman, hayran olarak ayrıldı. "Yarının Türkiyesine Seyahat"la ilk yazan o oldu. Güneş gazetesinde Prof. Cahit Tanyol, ilk kez bu denli geniş yazı yayımladı.
Hürriyet'te de yazıldı...
Hürriyet'te de yazıldı. Bakın, kapatıldıktan kırk yıl sonra Hürriyet, Milliyet, zaten Cumhuriyet öteden beri yazar, Güneş yazılar yayımladılar. Cahit Tanyol'un yazıları ne güzeldi; bir bilim adamı Köy Enstitülerini yazdı. O aslında öğretmendir. Adana Öğretmen Okulunu bitirmiştir. Bir bilim adamı Cahit Tanyol ilk kez bunu koydu, “Köy Enstitüleri niçin kapatıldı, niçin öğretmenler bugün bu durumdadır?" Ben çıkacak kitabımda buna "ağalar egemenliği" dedim. Aslında Atatürk'e karşı olanların yaptıkları iştir Köy Enstitülerini kapatmak. Afet İnan'ın bir yapıtında vardır, Atatürk şöyle der özetle 1931'de galiba:
İnkılap (devrim) bir toplumu geri bırakan müesseseleri yıkıp onların yerine geliştirici müesseseleri kurmaktır, der. Kimdi bu kuvvetler? Padişahlıktı, şeyhülislamlıktı, o zamanki aydınlardı. Şeyhülislamlıkla, medreseler, hocalar, şeyhler, tekkeler, ağalar, eşraf. Onları ortadan kaldırdı. Yine Atatürk, 5 Kasım 1925'te Hukuk Fakültesi'ni açarken demişti ki, özetle: “İnkılabın ateşli hamleleri sönmeye başlayınca, sinmiş olanlar harekete geçerler.’’ Gerçekten öyle oldu. Atatürk öldükten sonra harekete geçtiler. Kimler geçti? Ağalar, Demokrat Parti'yi kuranlar. Kitabımda açıkça yazdım, Orta ve Batı Anadolu'nun çiftlik ağalarıyla, Doğu ve Güney Anadolu’nun toprak ağaları. Tabii, en az hocalar da onlara katıldılar. Öyle oldu ki, işte Atatürk'ün en güvendiği adamı, Celal Bayar’ı, hizmetlerine aldılar.
Rauf İnan’la Hasan Ali Yücel'i konuşuyoruz. Şöyle diyor:
Hasan Ali Yücel, dünya tarihinde bir benzeri gelmemiş ‘Milli Eğitim Bakanı’dır.
Onun zamanında altı tane seferberlik uygulandı: Biri halk eğitimi seferberliğiydi. Biri, ilköğretim seferberliğiydi, birisi köy eğitimi seferberliğiydi, etti üç. Okuma yazma seferberliği, teknik öğretim seferberliği, 1942 yılında 83 milyon lira ayrıldı, birdenbire Türkiye'nin her yanında sanat enstitüleri kuruldu. Yayın seferberliğini başlattı, beş yılda 531 kitap basıldı. 900 kitap çevrilmişti yabancı dillerden. Bakanlık on tane dergi yayımlıyordu, istersen adlarını söyleyeyim; işte bu kadar. Dünya tarihinde, değil Hasan Ali gibi, Hasan Ali'ye benzer bir bakan gelmemiştir. Yedi yıl, yedi ay, yedi gün çalıştı. Buydu Hasan Ali. Demokrasi, onun kendisi demokrasiydi canım, demokrattı. Samsun’da bir olay oluyor. Hasan Ali, öğretmenleri toplamış konuşuyor, bir öğretmen Hasan Ali'ye çıkışıyor, eleştiriyor. O derece ileri gidiyor ki. Vali:
İzin verirseniz bu öğretmeni çıkaralım! diyor. Hasan Ali'nin verdiği yanıt çok ilginçtir: “Vali Bey, biz iki meslektaş konuşuyoruz, elbette konuşacağız" diyor. Adamlığa bak! Vali hazmedemiyor da Hasan Ali, onu böylece susturuyor.."
Köy Enstitülerinin kuruluşu üzerinden kırk sekiz yıl geçti. Bu kurumlardan yetişenler, ölmüşlerse ölüm ilanlarında "Köy Enstitülü" diye anılıyorlar. Kurtuluş Savaşı gazileri gibi...
17 Nisan 1988, Cumhuriyet