Kürdili Hicazkâr...

Alman Elçiliği’nden Elmas Coşkun aradı:

Saksonya Eyaleti İçişieri Bakanı Heinz Eggert geliyor; Sheraton’da bazı yazarlar, gazetecilerle bir söyleşi yapacak, bu­rada Türk yetkililerle de görüşecek, katılır mısınız? diye sordu. Toplantı pazar günü olacaktı.

Katılırım! dedim. Birkaç gazeteci arkadaş, verilen saatte oradaydık.

Alman Bakan Heinz Eggert, önce kendini tanıttı:

Ben, dedi, eskiden din adamıydım, sonra kaymakamlık yaptım. Şimdi, eyaletin içişleri bakanıyım. Ben sizden bilgi al­maya geldim. Ben soracağım, siz bana yanıtlar vereceksiniz!

Haydaaa! Gazeteciler, yanıtlamaz, soru sorar. İşleri odur. Bu­rada tersi oluyordu. Sonra, bizde din adamı -genellikle- gerici­dir, bu öyle değil. İşkence diyor, insan haktan diyor, demokra­si diyor. Bonn'dan yanında yardımcıları ile gelmiş. Dış İlişkiler Bürosu'ndan Michael Gahier de birlikteydi. Çevirmenliği Alman Elçiliği görevlilerinden Elisabeth Rittersberger yapıyordu. Ba­kanın asıl geliş nedeni, 19 Ocak’ta, Bonn'da Türkiye’den yurtdışına gitmiş olan beş DEP'li milletvekilinin sığınma haklan ile ilgiliydi. Bonn'da bu tartışılacaktı. Bu eski milletvekillerinin ad­lan şöyleydi: Zübeyir Aydar, Nizamettin Toguç, Naif Güneş, Remzi Kartal, Mahmut Kılınç.

Alman Bakan Heinz Eggert, Dresden’den Türkiye'ye gelir­ken, Dresden Kürt Kültür Bürosu'nun başkanı, Bakan Eggert’e yanıltıcı bilgi vermiş, şöyle demiş:

Siz Türkiye'ye varınca görüşeceğiniz kimseler, zaten size yanlış bilgi aktaracaklar. Görüşeceğiniz Kürtler de, Kürt sayıl­maz. Çünkü o Kürtler, Kürtlerin çıkarlarını gözetmemektedir­ler. Sadece göstermelik kimselerdir. Benim şimdi sorum şu: Meclis'teki Kürtler, gerçekten Kürt toplumunun çıkarlarını mı temsil ediyorlar, yoksa öbür partilerin göstermelik adayları mıy­dılar? (Eskileri de soruyor.)

Bu soruya ben şöyle karşılık verdim:

Benim bildiğim, onler hep Kürt kökenli olduklarını unutma­dılar. Kâmran İnan bakanlık yaptı, halen milletvekili. Bir söy­leşimiz sırasında şöyle demişti: ‘Türkiye'de her şeyi kaldırsalar, yasaklasalar 'kürdili hicazkâr'ı kaldıramazlar.' (Gülüşmeler.)

Heinz Eggert'e. Cumhuriyet’te 5 Ocak Perşembe günü çı­kan “Kürdoğlu Nereye?" başlıklı yazımı anımsattım.

PKK ile Kürt halkını ayırmak gerekir! dedim.

Ben de aynı görüşteyim! yanıtını verdi.

Ben kaç Kürt çocuğunu işkenceden aldım. Kürt-Türk ayrımı gözetmem!

Alman Bakan, bizden önce, Ankara’da, bir güvenlik görev­lisiyle görüşmüş, ona şöyle sormuş:

Kürtçe kaset dinleyen bir kişinin elinden polis kaseti almış, tartaklamış, bu koşullar altında siz olsanız ne yaparsınız?

Güvenlik görevlisi karşılık vermiş:

Tabiatıyla o kişi hakkında soruşturma açılır!

Alman Bakan Eggert, bunu anlattıktan sonra ekledi:

Benim 15.000 polisim var. Bu on beş bin polisin her za­man dikkatli davranabileceğine, elimi ateşe sokamam. Biri çı­kıp bir vatandaşa tokat atabilir, vurabilir de. Ancak, öyle bir şey olduğu vakit, bu basına yansır, basın ortaya attığında da araştırılır, ben bir bakan olarak o kişi hakkında soruşturma açarım. Yani, Türkiye de çok uzun süre kalmama gerek yok. Söylene­bilir ki, her demokratik yaklaşım, Almanya ile Türkiye arasında farklı. Almanya'da şu anda bu konu üzerinde ısrarla durulma­sının amacı, Türk devletinin PKK'ye mi, yoksa Kürt halkına kar­şı mı savaşmakta olduğudur. Bunu söylerken, şunu gözardı et­memenizi rica edeceğim. Almanya 'da PKK’nin yasaklanması için katkıda bulunan kimseyim. Çünkü kanımca, PKK bir terör örgütüdür...

Söyleşimiz gerçekten sıcak ter havaya bürünmüştü. Elbet­te, Alman bakana yol göstermek usumuzun ucundan geçmi­yordu.

DEP'li milletvekillerinden Ahmet Türk, Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle, Sedat Yurtdaş, Selim Sadak, Mahmut Alınak, Sırrı Sakık'la son gece Meclis kulislerinde birlikteydim. Mehdi Zana da vardı. Meclis Başkanvekili Vefa Tanır'ın çevresindeydiler. Vefa Tanır, Konya Lisesi'nden arkadaşımdı. O:

Biliyor musunuz, biz Ekmekçi'yle birlikte gazete çıkardık... diye gazetecilere anlatıyordu. Bir ara Ahmet Türk:

Bak abi, cezaevinde dizginleri elime alacağım! demiş kimi arkadaşlarını eleştirerek. “Digorlu da yanlış!"demişti.

Ahmet Türk’e yazdığım yeni yıl kartına:

O gece konuştuklarımızı lütfen unutmayın! dedim.

Heinz Eggert sordu:

Milletvekili olarak yanlışlarımı düzeltemezler miydi?

Ben milletvekillerinin konuşmalarından dolayı dokunulmazlıklarının kaldırmasından yana değilim. Eski başbakanlardan Şemsettin Günaltay, Demokrat Parti döneminde CHP Kurul- tayı'nda yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Deli birtane ise ko­lay, önüne geçersiniz. Deli iki tane ise, bağlasanız durmaz. Bi­ri ussuzsa (akılsızsa), öbürünün uslu olması gerekir!"

Bütün Meclis mi deli?

Öyle demiyorum. Yanlış yaptı!

Aslında Almanya 'da üzerinde incelikle durulan nokta budur. Dokunulmazlığı olan milletvekili, hukuk devleti çerçevesi içerisinde siyasal amaçlarını gerçekleştirmeye çalışır. Alman­ya 'da azınlıklar konusunda bir dizi yasalar var, öncelikler, ayrıcalıklar var onlar için. Bunlar bir hukuk düzenine oturtulmuş­tur. O yönden bir sorun değil. Şimdi içeridekilerin gerekçeli ka­rarları halen yayımlanmadığı için, somut olarak suçlanmalarının gerekçeleri belirlenmemiştir. Bize yansımamıştır henüz. Düşüncelerini açıkladıkları için mi hüküm giydiler, PKK ile or­ganik bağları olduğu için mi? Örneğin Almanya'da herhangi bir milletvekilinin yasadışı bir fraksiyonla organik ilişkiler için­de olduğu saptanırsa, onun da dokunulmazlığı kaldırılır. Eğer öyle bir gerçek var ise...

Alman Bakan Eggert'e şunları söyledim:

Özgür Ülke gazetesi, kanımca her şeyi yazabilir. Yazmalı­dır. Böyle bir gazete belki Almanya'da çıkamaz. Abdullah Öcalan da orada “Ali Fırat" imzası ile yazı yazıyor. Yazsın, şiddete başvurmayıp kalemi ile savaşım versin. Bu Türkiye'de demok­rasinin varlığını gösterir.

Alman Bakan bizden sonra Fehmi Işıklarla konuşmuş. Ona şu soruyu sormuş:

Türkiye bir hukuk devleti midir?