1968-69 yılları olmalı; o yıl, Milliyet’ten üzülerek ayrılmıştım. Arkadaşım Sait Başaranla, ‘Tüm’ adında toplumcu bir dergi çıkarmayı kararlaştırmıştık. Dokuz yılım geçen Milliyet’ten de gidecektim artık. O sırada, bir şey daha oldu; Milliyet'in İstanbul bölümünden, büyük bir yazar çizer takımı ayrılıp, bir başka gazeteye geçiyorlardı. Bu gazeteye geçerken yüksek ücret sözü almışlar, kimi sözleşmeyi bile imzalamıştı. Ama ayrılış bahanesi Ali Gevgilili'ydi sanıyorum. Ayrılanlar:
Ya biz, ya Ali! diyorlardı.
Onlara göre, Ali aşırı solcu, yani komünistti! Abdi İpekçi, olaya çok kızdı:
Hepiniz gidin, Ali kalacak dedi. Ali'den yana çıktı.
Gidenlerden biri, aynı gün geri döndü. Gazeteyi boşaltıp gidenler, gittiler. Ali bahanesi olmadan gidenler de oldu; çünkü, çağıran gazete çok para veriyordu. Diyelim, aylıklar bin, iki bin lira mı o, yetmiş bin veriyordu. Buna ne dayanırdı?
Aylardan eylül filan olmalı; olup bitenleri tam bilmeden Abdi İpekçi'yi aradım!
Abdi Bey, size üzülerek bir şey söyleyeceğim...
Hayrola?
Ben ayrılıyorum!
Anlattım, "Böyle böyle, karar verdim, dergi çıkaracağım” filan...
Peki, ben Ercüment Bey'e nasıl söyleyeceğim bunu dedi.
Benim tek ricam var, zaten çok tutmuyor; tazminatımı peşin olarak alabilir miyim?
Bakayım, konuşayım dedi. Gerçekten üzülmüştü, öyle bir ortamda ayrılmamalıydım. Gazetenin sahibi Ercüment Karacan'ın verdiği yemekte, tazminat konusunu konuşuyorduk:
Ercüment Bey, zaten vereceğiniz tazminatın büyük bölümünü ilanlar için yine sizlere vereceğiz dedim. Oradaklere döndü:
Ekmekçi’nin dergisinin ilanlara Milliyet’te parasız yayımlanacak dedi. En sıcak duygularla ayrıldık. Sanki bir parçam orada kalmıştı. Bir ayda dergiyi kapayıp, Türk Haberler Ajansı'na girdiğimde, orada, Milliyet adına çalışıyormuşum gibi çalıştım. İmzalı haberlerimi, Milliyet kullanırdı adımla.
Benim asıl anlatacağım bunlar değildi. Yüksek ücretlerle, başka gazeteye geçen arkadaşlarımın durumu. Arkadaşlarımın başına geleni, sonradan bir arkadaşımdan dinledim. Şöyle anlatıyordu:
İşe başladık; en seçkin imzalar toplanmış gazetede. Gazetenin baskı sayısı artmış, tanıtım (reklam) yapılmış; eh keyfimiz yerinde. Gazetenin sahibi, bir yüklenici (müteahhit), ay sonu geldi; bizim patron, çuvallara paraları doldurmuş geldi. Kimin aylığı neyse, para tomarları önüne atılıyor; hooop!
O sırada, bir arkadaş, şöyle bir şey dedi:
Efendim, bizim çalıştığımız gazetelerde ücretlerimizi alırken ücret bordrosu filan imzalardık, aylıklarımızı öyle alırdık!
Ne bordrosu kardeşim dedi patron, ne bordrosu?
Hani sigortamız, vergimiz filan?
Ne sigortası kardeşim, ne vergisi?
Haydaaa! Neyse, çok para alıyoruz ya, sigortamızı kendimiz yetiririz olmazsa. Bordro da olmayıvereinl
Birkaç ay, böyle çuvalla paralar geldi, gitti. Ama arkadaşlar da mızırdanmaya başlamışlardı. Gazetenin baskısı da düşmeye başlamıştı. Patron geldi:
Arkadaşlar, gazetenin baskısı gittikçe düşüyor, ne yapalım?
Şöyle yapalım, böyle yapalım, derken, biri:
Okurlara ev verelim dedi. Bir ay kupon yayımlayalım. Okurlar, kuponları göndersinler. Evsiz insanlar gazeteyi alacaklardır. Böylece baskımız (tirajımız) artacaktır. Evden sonra, kalan baskı durumu kurtaracaktır.
Buna patronun da usu yattı.
Benim Beyoğlu'nda bir dairem var dedi, onu koyalım!
Söylediği, patronun Beyoğlu’ndaki bekâr konutuydu. Anlıyorduk!
Bol bol duyurular yapıldı; “Okurlara kura ile ev veriyoruz! Kuponlarınızı kesip gönderin!” dedik.
Bir ay boyunca, kupon yayımladık. Ay sonu geldi. Çuvallar dolusu kupon yığıldı. Bu arada, patronun Beyoğlu’ndaki bekâr konutunun fotoğraflarını da yayımlıyorduk. Şimdi kura çekilecek! Ne kurası? Çuvalları açacak adam yok. Ev mi, ne evi? Başta patron, kara kara düşünüyor. Bekâr konutunu filan vermeye pek niyeti yok. Ne yapmalı?
Böyle herkes, kara kara düşünürken içeri bir köylü girdi. Şöyle diyordu:
Abiler, Çorum’dan geldim, burada iş bulamadım. Allah rızası için köyüme dönecek bir para verin bana!
Başka zaman olsa, ‘Allah versin' denilir kovulurdu. Adamın şansı varmış yine. Bir arkadaşın gözleri parladı. Patrona:
Kura çıkacak adamı buldum! dedi. Adama soruldu:
Senin okuman yazman var mı?
Yok beyim!
Bak sana, bin lira para vereceğiz. Ama, bir daha ortalıkta görünmeyeceksin!
Görünmem beyim!
Gel bakalım, şurayı imzala! Adamın fotoğrafları çekildi, bir de evin önünde çekildi! "Ev, bir çobana çıktı!” gibisinden başlıklar atıldı. O iş de bitti!”
O gazete, basında daha bir süre yaşadı; adı hâlâ var ama, kendi yok; O gazeteye geçen yazarlar, çizerler, kısa sürede ya eski gazetelerine ya da başka gazetelere geçtiler. Olayı anlatan eski arkadaşımın adını da gazetenin, patronun adını da saklı tutacağım. Gerektiğinde açıklamak üzere...
Amacım, gazetelerin bu 'kupon rezaleti'ne son vermelerini istemekti. Yaşar Kemal, 12.5.1991 günlü Cumhuriyette çıkan "Ha desinler Kel Ali'nin bağı var” adlı yazısında, aynı konuya değiniyor, basını eleştirerek şöyle diyordu:
"... Gazetecilik zor bir iştir zor. Incık cıncık vermekse kolay.
Veriyorlar otomobili, veriyorlar katı, veriyorlar ıncık boncuğu... Veriyorlar... Vermeyi kesince de tirajlar eskisinden beter hale geliyor. Gene döküyorlar milyarlara. Televizyon reklamları, reklamlara... Kesince gene tirajlar yerinde. Bir tür Sisyphus Efsanesi. Be Allah’ın kulları biraz da başka yol denemek yok mu? Biraz da dünya gazeteciliğinin gittiği yollara... İngiltere'nin cıncık boncuğunu örnek göstermesin kimse..."
Üçkâğıtçılık basına, üçkâğıtçı kimi politikacılardan mı yansıdı? Köseyi dönmekten başka becerisi olmayanlardan ne beklenirdi ki? Ama, gün gelir, bunlar fitil fitil gelir burunlardan!
Basında yine "kupon furyası" sürüyor ya, çok gülünç şeyler de oluyor; bir gazetede, ‘büyük güçlüklerle Uzakdoğu'dan getirildiği’ ileri sürüten saatler, Maltepe Pazarı'nda üç bin liraya çuvallarla! Bir ansiklopedideki ‘Kangal köpekleri’ni, kimse Kangal köpeğine benzetemedi. Baştan sona şişirme şeyler. Yazık kandırılan insanlara!
***
KÖY-KOOP Kırklareli Birliği Başkanı Erdoğan Kantüter, Kırklareli'nde, ‘Sabahattin Ali Günleri'ne katılacak yazarları açıkladı. Şöyle: Rıfat Ilgaz, Kemal Sülker, Atilla Ozkırımlı, Adnan Özyalçıner, Mehmet Başaran, Sennur Sezer, Haşim Şahin, Cevdet Kocaman, İsa Çelik ile Filiz Ali. Cevdet Kudret, Asım Bezirci, Kemal Özer, Macit Gökberk, iletiler yolluyorlar.
13 Temmuz 1991, Cumhuriyet