Küçük Sevinçler...

Emine Hanım yıllardır gecekonduda oturur. Gecekondular yıkılacak diye haberler çıkınca, nasıl üzüldü...
Oturduğu gecekondu yıkılmasın diye dilekçe vermeye hazırlanıyor.
Torunu Anadolu Liseleri sınavlarında. İlk basamağı atladı... Gizlice, gözlerini siliyordu...
— Neden ağlıyorsun? diye sordu arkadaşı…
— Sevincimden ağlıyorum! diye karşılık verdi Emine Hanım; demek, bizim çocuklarımız da, kurslara, dersanelere gitseler onlar da okuyabilecekler; sınavları kazanabilecekler...
Yoksuldu, yoksulluk bir yazgı gibi geliyordu ona...
Deniz Türkali'nin oynadığı “Küçük Sevinçler Bulmalıyım”, AST'ta cumartesi gecesi onu izledim. Deniz Türkali’yi, oyunun yazarı Işıl Özgentürk'ü kutladım...
İnsanların gözlerinde küçük sevinçleri arıyorum. Küçük sevinçlerle, bir çocuk gülümsemesiyle mutlu olmayı. Bu küçük sevinçleri, mutlulukları yakalamak için, gazetecilik uğraşı, eşsiz bir uğraştır. Olaylara, yaşama kendini düşünmeden bakacaksın...
PTT'de çalışanlar ile sorunları, “Ankara Notları”nın yabancısı değildir. Yeri geldikçe değinirim. Yazıların, uyarıların yararlı sonuçlar doğurduğunu, getirdiğini de gözlerim. Sevinirim.
Paket Postanesinde çalışanların, iş koşulları nasıl ağırdır. Gerçekte, pek çok PTT merkezi, havasız. Bazı bazı fareler cirit atar. Onların, onlarla işleri olanlar, küçük küçük gözlerden, deliklerden konuşurlar… İçerisini nereden bilecekler!
Ankara'da çalışan görevlilerden biri, adı:
M.A., bir süre önce hastalandı. Arkadaşları, doktora gitmesini salık verdiler. “Grip olmuşsun!” diyorlar, ilaçlar verip geri gönderiyorlardı. Zaman böyle geçiyordu. M.A.'nın boğazında çıkan beze, tuz-biber ekti işe. Dr. Fikret Bey hastayı Numune Hastanesi Cerrahi Bölümüne gönderdi. Laboratuvar incelemeleri filan, sonuç; M. A. Sanatoryuma gönderildi. Şimdi, orada yatıyor.
Sözde, verem geçmişte kaldı. Hani, “erken teşhis erken tedavi” yoluna gidilecekti?
Yineliyeyim, PTT'ciler çok güç koşullarda, sağlıksız koşullarda çalışırlar. Aylıklarına gelince; Devlet memurlarının, hele küçük memurlarının aldıkları ortada. Daha köklü önlemlerin alınması gerekir burada.
Şu, “Ankara Notları”ndaki kısa değininin, sıkıntı içinde çalışanları, bir de, kendisini hiç tanımadığım hasta M. A.’yı, hasta yatağında mutlu edebileceğini düşündüm işte. Bunları onun için yazdım...
Bahar geldi işte. Çiçekler, insanın içindeki tüm karamsarlıkları, ağzındaki acılığı unutturuyor...
Hasan Hüseyin direniyor yaşamak için. Yarın derin komada yedi haftayı dolduruyor. Daha önce, “Ankara Notları”nda verdiğim haberler dışında; bir yenilik yok durumunda, iyileşecek ama, ne zaman? Uzun sürecek belli. Gözlerini açıp kapıyor. Işığı gözleriyle izliyor. Refleksleri olağan. Başındaki asistanlardan biri, geçenlerde arkadaşına şöyle dedi:
— Göreceksin, Hasan Hüseyin bir yıl sonra şiir yazacak!
Emekli öğretmen Fehmi Salık, İzmir'den gönderdiği mektubuna şiirini de eklemiş. Şöyle diyor:
“Sayın Ekmekçi,
4 nisanda yayımlanan “Tilki ile Kuyruğu” başlıklı yazınızın son bölümünü okurken, inanın ağladım.
Acıyı tatmış, gönlü-gözü yurdunda, yarım bedeniyle dışarıda bulunan, altın beyinli bir bilim adamımızın mektubuydu beni ağlatan. Güçlü ozan Hasan Hüseyin içindi. Benim de öyle.
Çaresizlik sırtımızda bir kambur / Uyan ki “acıyı bal eyle”yelim / Dilde söz, elde mızrap, dizde tambur. / Yarınlara türkümüzü söyleyelim...”
Çalışma odasında, dışarıya bakıp düşünüyorum. Aldıkaçtı, arabasına binip gitmişti; on dakika geçmedi, geri döndü. Bir şey unutmuş olmalı.
Bu hafta önemli gelişmeler olabilir diye düşünüyordum. MGK Komisyonu. Siyasal Partiler Yasası ile ilgili sunuşlarına. Cumhurbaşkanının Ege'ye gidişi dolayısıyla ara verdi. Tasarının geçici maddelerine dek gelinmiş miydi?
Mutluluk dediğimiz ne ki? Küçük küçük sevinçler, işte...