Köy Enstitülülerin Çocukları...

Dört gün önce, 24 şubat perşembe günü, 'ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun düzenlediği, "Uğur Mumcu'yu An­ma Gecesi"nde konuşmalar yaptık. Ceyhan Mumcu, Kerim Afşar, Gürbüz Tüfekçi konuştular, Tolga Çandar çalıp söyle­di. Konuk konuşmacılar arasında ben de vardım. Yüz elli kişi­lik salonda, iğne atsanız yere düşmezdi. Dinleyenlerin yarısı ayaktaydı.

Konuşmam sırasında, Necmettin Erbakan’ı da Hasan Mezarcı'yı da tüm Atatürk düşmanlarını da ağır biçimde eleştir­dim. Türkiye'de domuz etini yasaklayanların yobazlar oldu­ğunu söyledim. Ankara'daki domuz çiftliğinin, Başbakan Yardımcılığı sırasında Necmettin Erbakan'ca, domuzlar aç susuz bırakılarak nasıl kapatıldığını anlattım. Gençler dinle­diler.

Benden sonra konuşan ODTÜ Atatürk İlkeleri ve Türk Dev­rimi Tarihi öğretim Görevlisi Gürbüz Tüfekçi, "Tek Tanrılı­ğın yaratılması, emperyalist siyasetin bir sonucudur. Yöneti­lenleri sömürmenin biçimi, varsayılan kutsal bir erkin yazılı kitaplardaki kurallarına bağlanmıştır" dedi. Gençler konuş­maları çılgınca alkışlıyorlardı.

1960’lı yıllarda, "Türkiye'de Köy Enstitüleri" nin yazarı Fay Kırby Berkes şöyle demişti:

Köy Enstitüleri kapatıldı. Ancak, bu kuruluşlar bugün ODTÜ gibi üniversitelerde yaşamaktadır!

Dün, Hasan Ali Yücel'in ölüm yıldönümüydü. 18 şubat cu­ma günü, Ankara’da Sanat Kurumu’nda, hem Eğit-Der'in kuruluş yıldönümü hem de Hasan Âli Yücel'in ölüm yıldönü­mü diye bir toplantı düzenlendi. Meğer Hasan Ali Yücel’in ölüm yıldönümü o gün değilmiş. Yanılmışlar, ertesi günü dü­zelttiler, ancak beni de yanılttılar! Demek, Köy Enstitüleri'nin ruhu, unutulmuş. Köy Enstitüleri'nin ilkeleri, ruhu bugün Köy Enstitülülerin üniversitelere giden çocuklarında yaşıyor. Bu­nu yakaladım, bunu gördüm. Sanat Kurumu’ndaki 40-50 kişi­lik toplantı kalabalığı nerede. ODTÜ Atatürkçü Düşünde Topluluğu'nun kalabalığı nerede? Sanat Kurumu’nda güzel konuşmalar yapılmıştı. Nazif Evren, Osman Bolulu, Ali Dün­dar, Dursun Kut, Ergin Atasü anılarını anlatmışlardı. Çanka­ya Belediyesi Başkan Yardımcısı Dr. Ergin Atasü'nün anlat­tıkları, Hasan Ali Yücel ile kurtuluş savaşçılarını ne güzel tanımlıyordu. Toplantıdan sonra Atasü ile konuştum, özetle şöyle dedi:

Hasan Ali Yücel, İstanbullu, köyle hiç ilgisi olmayan bir insan, ama Anadolu 'ya gönül vermiş bir insan. Milli mücade­leyi yapan insanlar. Anadolu'nun insanı değil aslında, önder­leri yani. Erleri; tabii Anadolu'nun insanları, çocukları, ölen­ler, savaşanlar. Fakat düşünce düzeyinde yön verenler Anadolu insanı değil, ama Anadolu insanı ile bu işin başarı­lacağına inanmış adamlar. Hasan Ali Yücel’de bu iş daha üst düzeyde. Yani Hasan Ali Yücel, Anadolu insanına, tabii Özal'ın deyişiyle olduğu için çirkin oluyor, ama bir çağ değiş­tirtmek, modern çağa uydurmak için savaşım vermiş bir in­san. Hasan Ali'nin bütün çalışmaları, birbiriyle ilişkili, örne­ğin klasikler, Batı Klasikleri'nin Türkçeye çevrilmesi, buna koşut olarak Köy Enstitüleri'nin kurulması. Halk sağlıkçıları­nın ve ebelerinin yetişeceği birimlerin Enstitüler içinde ku­rulması… Hasan Âli, bir bütün içinde görmüş ülkenin kalkın­masını. Ve üstelik öyle görmüş ki. bunu çağdaş bir beyinle donatmaya çalışmış...

Hasan Ali'nin bu düşünceye nereden geldiğini de Dr. Ergin Atasü, şöyle anlattı:

Abdülaziz (1830-1876) yurtdışına gezi yapan ilk padişahı­mız. Tabii etkileniyor oralardaki askeri okullardan, özellikle gezdiriyorlar; üniformalı bir Padişah Abdülaziz, askeri üni­forması olan bir Padişah resmi giyiminde.

Oraları gezip gördükten sonra, geliyor İstanbul'a, Ana­dolu'da askeri okullar açmak istiyor. Üç paşayı görevlendiri­yor; üç paşa, iki yıl dolaşıyor Anadolu'da. İki yılın sonunda dönüyorlar. Padişah bunlardan bir 'arıza' yani sunu, ‘rapor’ bekliyor. Bu rapor gelmeyince, bunları saraya çağırıyor, di­yor ki:

Ben sizden rapor bekliyorum, nerelerde açılacak askeri okullar? Sizden ses seda yok! İki yıl yediniz, içtiniz, gezdiniz Anadolu'da. Nedir bunun sonucu, ürünü?

Hünkarım, diyorlar, Anadolu insanının okuması mümkün değil. Eğitim alması olanaksız. Ama Saray-ı Hümayun'a hammalbaşı, ordunuza asker, buradan istediğiniz kadar sağlayabilirsiniz. Ama bunların okuması olanağı yok!

O nedenle Abdülaziz de, okullar öğrenci bulamaz diye, Bursa'ya açıyor askeri liseyi ki, öğrenci bulamazsa Bursa'ya İstanbul’dan gönderir, takviye ederim diye düşünüyor. Selanik'e, Manastır'a, iki tane de İstanbul'a açıyor. (Kuleli ile Maltepe).

Hasan Ali, Abdülaziz'in verdiği bu örneğin ezilmişliğini yaşıyor. Bu, İstanbul aydınının Anadolu'ya bakışını belgele­yen çok ilginç bir gözlem. Hasan Ali, buna karşı çıkıyor, tabii yalnız Hasan Ali değil, bütün kurtuluş savaşçıları, buna karşı çıkıyorlar. Buna karşı çıkmasalar. Kurtuluş Savaşı için Ana­dolu’yu seçmezlerdi.

-Doğru...

-Ulusal Kurtuluş Savaşı için Rumeli'ye geçerlerdi. Aynı yoğunlukta Türk orada da vardı. İstanbul ’da başlatabilirlerdi. Hoş, İstanbul işgal altındaydı, ama Rumeli'ye geçer, orada bu işi başlatabilirlerdi. Çünkü, Rumeliliydi bunların çoğu. Ama, ‘Suyun öteki yakasından’ diye sürekli bir düşmanlık yaratıldı bunlar hakkında Anadolu’da uzun yıllar. 'Bizi, suyun öteki yakasından gelenler yönetiyor’ diye hala söylenir bu. Oysa bunlar, Anadolu insanına inanmış, güvenmiş insanlar­dı. Suyun Öteki yakasından gelmişlerdi, ama Anadolu insa­nıyla bütündüler ve onlara inanmışlardı...

İlhan Selçuk'un 'Anadolu Müslümanı' diye bir deyimi var, nasıl da doğru. Müslümanlığı, Amerikalarda, Almanyalarda öğrenmiş olanlar, Anadolu Müslümanını anlayamazlar. Anadolu Müslümanı şeriatçı değildir, bağnaz değildir.

Atatürk düşmanı değildir!