Köy Ağasının Silahlığı...

Önce, karamsar bir haber: Anayasa Mahkemesi'nin, “koşullu salıverme”yle ilgili yasaya ilişkin itirazları, altı aydan önce karara bağlayamayacağı sanılıyor. “Adli tatil" 20 temmuzda başlıyor; Meclis, çok çalıştığı için, o da daha önce dinlenmeye geçecek. Gerçi, Anayasa Mahkemesi üyelerinin dinlenceleri yok görünüyor. Ama onlar da dinleniyorlar işte. O yönden, Anayasa Mahkemesi kararının bayrama yetişeceği yolundaki söylentiler şişirmeden başka bir şey değil. Ona umut bağlamamalı. Anayasa Mahkemesi kararından sonra, bu Meclis’ten de yanlışlıkları, anayasaya aykırılıkları düzeltecek bir yasanın çıkacağına da umutlu bakılmıyor. İktidar, cezaevlerinden çıkmasını istediklerini çıkardı; kalmasını istediklerini de içeride bıraktı. Ona göre hava hoş...
On yılı aşkın süredir yurtdışında bulunan gazeteci Aydın Engin, dün İstanbul'a geldi; gelir gelmez de cezaevine kondu. Aydın, “Koşullu Salıverme" Yasası'ndan yararlanıyordu, ama cezasının beşte birini yatma koşuluyla. 17 aylık cezanın beşte biri de 103 gün kadar bir şeycik tutuyordu. Altı aylık da pasaport vermişlerdi; bu da ancak, yatıp çıkıp, Almanya'daki evini Türkiye'ye taşımaya yetecekti. Aydın çıktıktan sonra, eşi Oya Engin (Baydar) gelip 36 gün de o yatacaktı. Oğulları Ekim, bu arada anasız babasız da kalmamış olacaktı. Bu arada, Aydın Engin'in "Ben Frankfurt'ta Şoförken" adlı anıları iletişim Yayınları arasında Tan Oral’ın çizgileriyle çıktı. Anıların bir bölümü, daha önce Cumhuriyette yayımlanmıştı. Aydın Engin’le konuşuyorduk, gelişiyle ilgili şöyle dedi:
Mustafa Abi, ben gelip cezaevine girmeyi içime sindirdim, Buna kendimi hazırladım. Annem ölmeden gelmek istemiştim, olmadı. Ona yetişemedim. Annemi de göremedikten sonra, yatar çıkarım, daha iyi...
Kimi gazeteci arkadaşların yüz yılı aşkın cezaları, Koşullu Salıverme Yasası'na göre, ertelendi de Aydın Engin’in 103 günü yasaya sığmadı!
Şimdi iyi haber: 12 Eylül’den sonra yurtdışına çıkan savunman, ressam Cevdet kocaman, yaşadığı Danimarka'da, Avrupa Topluluğu ressamları arasında açılan bir resim yarışmasında altıncı otmuş.
Ülkeye girmesi sakıncalı bir Türk ressamın Avrupa Topluluğu içinde, resimde altıncı olması, büyük yankı uyandırmış; Danimarka Başbakanı Seklüfer ressamımızı övmüş; Kopenhag Büyükelçisi Baki İlkin, çok sevinmiş bu duruma.
Pazartesi günü Ankara'da Kızılay’da Foto Muhabirleri Derneği salonlarında ilginç bir resim sergisi vardı. 45 ressamın Dil Derneği'ne bağışladıkları elli kadar resmin sergisi. Salon çok kalabalıktı. Dil Derneği Başkanı Prof. Şerafettin Turan, kokuşmasında sanatçılara teşekkür etti, özetle şöyle dedi:
“Türkiye’nin en önemli sorunu kuşkusuz çağdaş, evrensel değerlere ulaşabilmektir. Bu çağdaşlaşmanın içerisinde ekonomi ve kültür ağırlık taşımaktadır. Çağa ulaşmadan çağı anlamak olası değildir. Onun için biz, bundan 59 yıl önce Atatürk'ün Türk dilinin, çağdaş kültür ve teknolojinin ortaya çıkardığı sorunları, kavramları, terimleri karşılayacak bir içeriğe, zenginliğe kavuşturması için açmış olduğu dil devriminin izleyicileri olarak, dört yıl önce bir dernek oluşturduk. Türkçeyi öz benliğine, aslında var olan zenginliğine ve güzelliğine kavuşturmak Türk siyasal ufkunda dalgalanmalara yol açtı. Suçlamalara neden oldu. Bundan dolayı çok iyi biliyorsunuz, Atatürk'ün kendi çabasıyla, kendi parasal varlığıyla kurduğu dernek kurum bile kapatıldı, başka bir yere bağlandı.
Ama bu bir toplumsal kimlik sorunudur. Bir kültür sorunundur, asla ırkçılık değildir. O dönemlerde yapılan suçlamalara, uydurmacılık suçlamalarına karşı, izin verirseniz Atatürk'ün sofrasında sık sık dile getirdiği bir öyküyü kısaca aktarmak isterim: “Köy ağasının silahlığı” öyküsü: Köy ağası, silahlarını kuşanarak, piştovuyla, hançeriyle hamama gider. Soyunur, yıkanır çıkar. Fakat, bohçasında bıraktığı çamaşırları bulamaz. Yalnız silahlığı kalmıştır. Hamamcıyı çağırır, hamamcı korkusundan:
Ağam, siz hamama böyle geldiniz! der
Tellakları çağırırlar, tellaklar da öyle der. Köy ağası dayanamaz, çıplak vücuduna silahlarını kuşanır; kapıdan kente bakarken:
Ben buraya böyle gelmedim;siz inanıyor musunuz, benim buraya böyle geldiğime? diye bağırır.
Atatürk, bu öyküyü aktardıktan sonra;
Biz, Farslarla, Araplarla karşılaşmadan önce, bizim bir dilimiz yok muydu? Biz, devlete, haysiyete, namusa, şerefe, aileye Türkçe sözcük bulamamış mıydık? der.
İşte Türk dil devrimi, Türkün öz benliğine dönüş aşamasıdır. Bu çağdaşlaşmada tabii en büyük alan sanat. Bir İslam Öncesi dönem var; Göktürk, Uygur dönemi, “İpek Yolu” dinlerinde seyrediyoruz. O dönemin çağdaş bütün ürünlerini sergiliyor. Sonra, Anadolu'ya bakıyoruz, bir padişah var; Fatih Sultan Mehmet; Bellini’ye poz veriyor. Ama 300 yıl boyunca resim yasaklanıyor Türkiye’de. Daha yıllar sonra, III. Selim'in bir mimar ressamı sarayına kabul edişine dek. Arkasından dönemin padişahının resimleri elçiliklere dağıtıldığında isyan çıkıyor, “insan resmi yapmak yasak" deniyor. İşte bu çabalardan sonradır ki son halife Abdülmecit, kızının resimlerini ayrıca çıplak "nü" resimler yaptıktan sonra, resim tutunuyor. Ama çağdaş sanat ve Türk resmi Atatürk'ün 'Türk ulusunun en belirgin özelliklerinden biri de güzel sanatları sevmektir. Bir ulus ki, resim yapmaz, bir ulus ki yontu yapmaz, onun hayat damarları kurumuştur" sözlerinde yatıyor.
Aradan yıllar geçti, Türk sanatçıları, Türk ressamları bugün evrensel boyutlarda, ünlü galerilerde resimlerini sergiliyorlar, haklı beğeni ve alkış topluklar. Dille resim bugün el ele veriyor. Amaca ulaşabilmek için, rahmetli İsmet İnönü’nün bir tümcesini de anımsatmak isterim. ‘Türk işçisi, Türk aydını, başka dillere; başka ulusların sanatına vereceği ağırlığı, kendi öz sanatına verse, Türkiye'nin dili de sanatı da evrensel boyutlara ulaşacaktır” diyen İnönü'ye teşekkür ediyor; babasının izinden giden, bilimsel çalışmaları, bildiği yabancı dillere karşın, lügat paralama verine öztürkçeyi büyük bir güzellikle konuşan Sayın Erdal İnönü'den bu sergiyi açmasını diliyorum."
Erdal Bey, sade bir konuşma yaptı. "Türkçeyi güzel kullandığımı da hiç sanmıyorum. Siyasette sonuç almak kaygısı taşırken insan, her zaman kelimeleri iyi seçemiyor; hatta bazen "kelimelerini iyi seçmiyorsun" diye çok suçluyorlar insanı. Onun için çeşitli yerlerden esinlenmeye gayret ediyoruz" dedi. Dil Derneği'ni ve sanatçıları öven konuşması sonunda sergiyi açtı.
Erdal Bey, sergiyi gezdikten sonra, sergilenen yapıtlar arasından Asuman Sorgucu'nun, yağlıboya “Mola” adlı resmini satın aldı.