Korkudan Korkmak...

Adana’ya giderken, İlhan Selçuk:
Benim selamlarımı söyle, dedi, sonra şalgam suyuyla rakı iç!
Adana'da ikinci akşam “Eski Onbaşılar”da, emekli öğretmenlerin, çalışan öğretmenlerin çağrılışıydık. “Ailelere mahsus” yazılı ikinci kattaydık. Adana'daki açıkoturuma katılan Prof. Cevat Geray, Ali Bozkurt, Binalı Seferoğlu, Hüseyin Ulutaş öğretmenlerle bir aradaydık. Cumhuriyet'in Adana temsilcisi Celal Başlangıç, Adana'da dinletisi olan Sadık Gürbüz, Cumhuriyet Kitap Kulübü yöneticisi Ürün Kitabevi Sahibi Zühal Bayıldıran, İnsan Hakları Derneği'nden savunman Ülkü Tolunay, Elif Tuncer, emekli öğretmen Müjgân Özcan, Şenir İkiz, Aziz Erdem, Kasım Avcıoğlu, savunman Ali Şahin, Yeni Adana Gazetesi’nden Mahmut Demirel Babacanoğlu, oldukça kalabalık bir topluluk. Bir ara alt kattan bir çağrı geldi.
"Sayın Ekmekçi,
Sizi, Adana’da büyüğümüz Orhan Kemal'in rakı içtiği ‘Arasta ortamı’nı yaşamanız için alt kata birkaç dakika için çağırıyoruz. Saygılar."
Gitmemek olur mu, gittim. Alt katta, daha çok tek başına gelenler mi var? Yooo, “Ailelere mahsus " sözü biraz havada kalıyor. Orhan Kemal, o yörenin çocuğu, anlatıyorlar:
İlhan abi de burada, İnsan Hakları Derneği’nin açılış töreninde bulundu.
"Molla” diye çağırıyorlar bir arkadaşlarını. Açıkoturumda konuşan Cüneyt Canver, o geceki yemeğe gelmemişti. O, Adana'da çevresine dalmış olmalıydı. “Kolcuoğlu”ndaki yemekte vardı ilk gün. Kolcuoğlu lokantasında, Turgut Bey’in ayrı ayrı, Erdal Bey'in, Hasan Celal Bey’in fotoğrafları vardı...
Güzel, sıcak bir hava; çoğu Cumhuriyet okurları. İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi'ne gittim. Orası da tıklım tıklım dertlilerle, tutuklu yakınlarıyla. İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi Başkanı savunman Mehmet Şerifoğlu, Adana Cezaevi'nde açlık grevi yapan tutuklularla ilgili bilgi verdi. Tutukluların açlık grevini sürdürme nedenleri arasında, tek tip giysi sorunu da var. Tek tip giysi kalkalı ne oldu? Savcının, Adalet Bakanı'nın genelgesinden haberi yok mu? Yasal yayınları, neden cezaevine almıyorlar? İnsan Hakları Derneği Şube Başkanı Mehmet Şerifoğlu, Cumhuriyet ile daha bir iki gazete, derginin tutuklulara verilmediğini söyledi. Olayları yakından izleyen Cumhuriyet muhabiri Ufuk Tekin'le konuşuyoruz. Açlık grevine gidenler ayrıca, "Yemeklerin kalitesi düzeltilsin, olanak yoksa evlerden yiyecek getirilmesine olanak tanınsın”, “Siyasal tutuldular bir arada kalsın, adi suçtan yatanlar koğuşuna verilmesin" diyorlarmış. Bu istekler, halk deyişiyle, atla deve değil ki; görevlilerin açlık grevlerini kışkırtma niteliğindeki davranışları anlamsız. Cezaevi Müdürü "Siyasilerin istekleri bitmek bilmiyor. Konu bizim boyutlarımız aştı", İl Savcısı Ali Galip Dinçer, "Şekerli su verilirse eylem uzar, o hakle eylemi neden uzatalım?" diyesilermiş. Açlık grevindekilerin adları da şöyle:
Hasan Akbaba, Mehmet Gül, (sürekli mide ilacı kullanıyormuş), Ali Nurdoğan Köroğlu (dış etleri sayrı, diş macunu, diş fırçası kullanmasına izin verilmiyormuş), Hüseyin Cevher (verem), Gazi Ersoy (1982’de mide kanaması geçirmiş), Süleyman Çolak, Hasan Acar, Halil Kırık (iki kez açık kalp ameliyatı geçirmiş, aşırı zayıflıyormuş. 45-50 kilo arasıymış kilosu), İlker Dilcan, İrfan Huyutemiz...
Okurlar, açlık grevlerine karşı olduğumu bilirler, kaç kez yazdım. Ancak. görevlilerin de hükümlülerin, tutukluların açlık grevlerine gitmelerine neden olacak tutumlardan kaçınması gerektiğini düşünürüm. Cumhuriyet'i neden vermiyorlar içeriye bakalım? Belki, verseler de bu "Ankara Notları"nı keserek, verirler. Öyle yapıyorlarmış çok kez. Buna hiç ama hiç hakları yok! Onlara "Adana kebabı verin”, ya da “domuz eti verin!" diyen mi var? Ama içeridekilerin insanca yaşaması, yaşatılması için her çabayı göstermeliyiz! Adana kebabı da vermeliyiz, isteyene domuz eti de.
Savunmanlar dün ilk kez açlık grevindeki tutuklularla görüştürülmediler! Sayrı grevcilere bir şey mi olmuştu? Cezaevi müdürüyle savcı dün bir toplantı yaptılar, ne olduğu öğrenilemedi…
Kitap kulübü yöneticisi Zühal Bayıldıran:
Annenin, seni yıkadığı leğeni bulup müzeye koyduracağım! diyor, bayıldım onu okurken...
Leğeni nereden bulacak? Çocukluğum gibi, o da yitip gitmiştir.
"Abece" Dergisi'nin Adana'da düzenlediği "öğretmen örgütlenmesi'’ açıkoturumu yapılmadan Adana Valiliği, toplantıyı düzenleyenlere gözdağı verme gereği duymuştu nedense. Valilik, 16.3.1988 günlü yazısıyla "Herhangi bir slogan atılmaması ", "afiş ve pankart asılmaması", "el ilanı ve broşür dağıtılmaması", "ideolojik konuşmalara yer verilmemesi", "valilik emirlerine riayet edilmesi" koşuluyla toplantıya "izin verildiği” belirtiliyordu. Yazıyı “tebliğ eden" Mehmet Keklik’ti. Mehmet Keklik, “Dernekler Birimi Komiseri”ydi. Paneli, yani açıkoturumu, bir dergi düzenliyordu. Valiliğin, böyle sınırlamalar koymaya hakkı var mıydı? Abece yöneticileri, Ali Bozkurt’la, Binali Seferoğlu bir süre önce, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü'ye, DYP Genel Bakanı Süleyman Demirel’e gidip, "örgütlenme" konusunda görüşmüşlerdi. Demirel, "Biz, hürriyeti herkes için istiyoruz, öğretmenlerin her ülkede olduğu gibi örgütlenme hakkına saygılıyız" demişti. Erdal İnönü de “Öğretmenler, grevli, toplusözleşmeli sendika hakkına kavuşacaklar. Biz iktidara gelseydik, bunu gerçekleştirecektik" biçiminde konuşmuştu.
Adana'da öğretmenler, öyle tıklım tıklım Kervansaray Düğün Salonu’nu doldurmamışlardı. Ama Mersin'den, Tarsus'tan gelenler vardı. Ne de olsa, 12 Eylül'ün getirdiği bir yılgınlığı, bir korkuyu da sezmemek olanaksızdı. Kimbilir, gelenleri ne güçlüklerle toplamışlardı, toplantıyı düzenleyenler? Konuşmada, buna dokundum. Aziz Nesin’in son çıkan “Korkudan Korkmak" yapıtına değindim. Aziz Nesin'e göre baskıcılar, korkutanlar, gerçekte korkuyorlardı. Şöyle diyordu Aziz Nesin:
"…Bilinçli olarak ve kişiliğini koruyarak korkudan korkmaktan kurtulmanın ilk koşulu, insanın karşı gelmede haklılığına kendisinin inanmasıdır. Haklılığına inanmış insanların çok ve toplu olarak örgütlenerek eyleme geçmeleri korkudan korkma duygusundan insanı kurtarır. Toplumun ürünü olan bireyler aynı zamanda toplu olarak ve ortaklaşarak kendi toplumlarını da üretirler. Örgütlü toplum, bireylerin salt sayısal toplam değil, bu sayısal toplamla birlikte artı topluluğun gücü demek olan, o sayısal gücün üstünde bir güce sahiptir. Bu yüzden birey olarak tek tek duyduğumuzu korkudan korkuyu örgütlü topluluk olarak kazanacağımız güçle yenebiliriz. Yalnızlık ve teklik korkudan korkunun dostu, örgütlülük de korkudan korkunun düşmanıdır. Bu yüzden korkudan korkuyu yaratan egemen güçler, bireylerin örgütlenmesine engel olmak ister ve ellerine geçen her fırsatta örgütleri dağıtır, örgüt kurmayı yasaklar ya da yozlaştırırlar..."