Korku Yasaları...

Yıllar önce, bir yayınevi sahibi arkadaşım telefonda şöyle demişti:
Yav Ekmekçi, yayımladığımız kitap hakkında soruşturma açıldığını yazar mısın? Sordum:
Soruşturma açıldı mı?
Yooo, sen soruşturma açıldığını yazarsan, satışı artar. Kitap satılmıyor bir türlü!
Bu olayı, tanıdığım bir savcıya anlattım, gülmekten kırıldı...
Yasaklara karşı ilgi artar, bu bir gerçek. "Muzır Yasası”na dayanarak mahkemelere verilen yapıtlar piyasada ekmek gibi gider. Muzır oldukları gerekçesiyle torbaya konan dergiler daha çok ilgi çekerler.
İkinci Dünya Savaşı’nın çıktığı 1939 yılında Türk basınını büyük ölçüde "Afrodit davası" ilgilendirir. Malatya Milletvekili olan Nasuhi Baydar, Pierre Louis'nin “Afrodit” adlı yapıtını Türkçeye çevirir, çevirmesiyle birlikte de kızılca kıyamet kopar. Kitabı yayımlayan da Semih Lütfi’dir. "Afrodit”in açık saçık olduğunu ileri süren savcılık, İbrahim Hakkı Konyalı'dan bir bilirkişi raporu da alır. Rapor yapıtı suçlamaktadır. Ünlü kalemler, bilirkişi raporuna ve savcıya saldırmaktadırlar. Biri, bilirkişi raporunu yazan İbrahim Hakkı Konyalı'nın vatan haini olduğunu bile ileri sürer. Yeni bir bilirkişi oluşturulur. Bunlar, Mustafa Şekip Tunç, Ali Nihat Tarlan, Sadrettin Celal Antel’dir. Bunlar raporlarında, “Afrodit" "müstehcen olmadığı" görüşünü savunuyorlar. 20 Şubat 1940 günlü Cumhuriyet'te, Yunus Nadi, “Müddeiumumi(Savcı) davayı lüzumundan çok aşın benimsemiş ve bu fazla gayreti, mahkeme çerçevesinden taşan derecelere götürmüştür" der.
Basının işi ele almasıyla gittikçe büyüyen olay, o duruma gelir ki, mahkemede duruşmalar kalabalıklardan, heyecandan yapılamaz gibidir. Yargıç güç durumdadır. Mahkeme salonundan taşan gençler:
Afrodit... Afrodit... Afrodit... diye tempo tutarlar.
İş bununla kalmaz, "Afrodit" mahkemede aklanır çıkar, ama bu kez "Afrodit” tartışmalarına giren yazarlar, birbirlerini küçük düşürücü yayınlar yaptıkları gerekçesiyle mahkemelere taşınır dururlar. O yıllar "Tanda çalışan Naci Sadullah, "Afrodit" adlı bir dörtlüğünde şöyle der:
"Ey güzeller güzeli, ey güzeller perisi/Var bu işin sonunda pek talihli birisi/Bil ki dava bitince, bizim Semih Lütfi’nin/Sayemizde olacak binlerce müşterisi".
Sağcı yazarlardan Tekin Erer, bunları toplamış, yayımlamış, "Basında kavgalar" adı altında. Yukarıda anlattıklarımı oradan aldım. Korku yasaları yalnız kitapların, dergilerin satışını artırmaz, unutulmakta olanları da "kahraman" yapar!
***
Hafta başında, pazartesi günü Süleyman Bey'le. Ankara ilçelerinden Nallıhan, Beypazarı, Güdül’de Ayaş'ta seçim gezisindeydim. Süleyman Bey:
Bir süre sizden uzak kaldık. Bunun tartışmasına girecek değilim, sizi görmenin bahtiyarlığı içindeyim. Cenab-ı Allah'a şükürler olsun...
Korku yasaları yürürlükteydi. Yasalar, Süleyman Bey'in herhangi bir partiyi desteklemesini engelliyordu. Süleyman Bey, ilçelerde kendisini dinleyenlere, aşağıdaki "kırat" simgesini göstererek:
Bu attan ne zarar gördünüz? diye soruyordu.
Nallıhan'da, kalabalık arasında dolaşıyordum. Birine:
Kime oy vereceksiniz? diye sordum.
Allah bilir orasını, yanıtını verdi. Bir başkasına sordum:
Çattık belaya! der gibi, oturduğu sandalyesini de alıp uzaklaştı...
Büyük bir sessizlik vardı, ön sıralardakiler alkışlıyor, ortalardakiler
susuyor, arkadakiler dinliyorlardı. Sessiz bir dinleyiş... ilgisizler de vardı. Kahvede tavlalarını oynuyorlardı. Başını uzatsa Süleyman Bey'i görecek, ama ı-ıhh, uzatmıyordu. Süleyman Bey bu sessizliği yırtmaya çabalıyordu:
Biz burada kiracı değiliz, ev sahibiyiz. Gelin, vatandaşlık vazifesini yapalım. Sorumlu sizsiniz!
"Ettehiyatü" suresini okuyordu. "Allah’tan başkasından korkmayın" diyordu.
Altı yıldır uğramadığı yerlerdeydi. Kimseye ağır sözlerle çatmıyordu. Turgut Bey'in de adını anmadan dokunduruyordu sözleri. Birçok olayın içyüzünü biliyordum. Turgut Bey, 1980 öncesinde, Süleyman Bey'in müsteşarıydı. Başbakanlık Müsteşarı. Ancak, Süleyman Bey’in isteyerek atadığı bir müsteşar değildi. O, Necdet Seçkinöz'ü müsteşarlığa getirmeyi düşünüyordu. Ancak, Süleyman Bey'in azınlık hükümetini dışardan destekleyen MSP lideri Necmettin Erbakan,
Başbakanlık müsteşarı ille de Turgut Bey mi olacak? demişti
Süleyman Bey, boynunu bükmüş müydü? Turgut Bey’in, Süleyman
Bey’e, "abi", "mabi" demesine bakmayın, onun has adamı hiç olmadı!
Nallıhan'da, Süleyman Bey'i dinlerken bir ara, SHP Ankara İl Başkanı Ertuğrul Günay'ı görüverdim. Onlar da o gün saat 15.00'te aynı yerde toplantı yapacaklardı. Bir ara, SHP İlçe Merkezine gittik. Nallıhan SHP İlçe Merkezi, eski CHP binasındaydı. Gıcırdayan merdivenleri çıktık. Çok ilginç bir şey de vardı. Eski CHP il merkezi tahta ile ikiye bölünmüş, bir bölümüne SHP yerleşirken, öbür bülümüne DSP’liler yerleşmişlerdi. Bölünme de olsa olsa böyle olurdu. SHP'den sonra, birlikte DSP’lilere uğradık. "Birleşin, birleşin!" dedik.
Beypazarı'nda kocaman bir döviz göze çarpıyordu: "Gitsin artık başımızdan Özal" diye. Süleyman Bey, "Ben rey istemeye gelmedim!" diyordu. Ancak, adını anmadan Turgut Bey'i kastediyor, "Oy verirseniz, başınızda kasket varsa, o da gider. Bu gidişe bir 'dur' deyin. Basın atın böğrüne mühürleri, basın!" diye ekliyordu. Süleyman Bey'in yanında, DYP’nin Ankara milletvekili adayı Turgut Toker de duruyordu. Süleyman Bey konuşuyordu, "Korku yasaları"nı zorlayarak:
Her gecenin sabahı var, bugünkü idarecilere oy vermeyin. Vebal altında kalırsınız. Başınızı suyun üstüne çıkarın, diyordu.
Güdül'e geldiğimizde, burada yarım saat önce, SHP Güdül İlçe Başkanı Emin Erzurumlu’nun (27) yürek durmasından öldüğünü öğrendik. Bir gün önce de Ankara'da Güdüllü Mustafa Soylu trafik kazasında ölmüştü. SHP Ankara adayı Eşref Erdem Güdül'deydi. Emin Erzurumlu onun yanıbaşında ölmüştü. Az sonra Nallıhan'dan Ertuğrul Günay da geldi, ilçe yönetiminden Ergun Yılmaz da oradaydı. O gün ikindi namazından sonra, cenaze namazından sonra cenazeyi kaldıracaklardı. Süleyman Bey, konuşmasına başlarken bu ölüm olaylarına değindi, başsağlığı diledi.
Güdül'den sonra, Ayaş’a bağlı "Güdül Beklemesi"nde çay içen Süleyman Bey,
Ekmekçi, gel çay iç! dedi. Arkasından "Karpuz verin Ekmekçi'ye" diye ekledi. Sıcak ilgi gösteriyordu...
Gazeteciler, Süleyman Bey'in tutumunu seviyorlardı. Hiçbirini yolda bırakmıyordu, ilgileniyordu. Gezileri izleyen gazeteciler, en çok Turgut Bey'den yakınıyorlardı. Gazeteci gitmiş, kalmış umurunda değil onun. Bülent Bey de, fotoğrafını çeken bir gazeteciye, mikrofonu cızırdattı diye:
Çekmeyin, demişti. Benim konuşmam sizin çekeceğiniz resimden daha yararlı!
12 Eylül öncesinde Süleyman Bey için -çok ağır- yazılar yazmıştım. Partisi içinde "Parti içi demokrasinin oluşmasına bir türlü yanaşmamıştı. Eleştirme nedenlerim çoktu. "Korku yasaları" olmasa, Süleyman Bey bu denli ilgi görmezdi! diye geçirdim usumdan..
Ayaş'ta çok kalabalık yoktu. Süleyman Bey konuşma biçemi içinde soruyordu dinleyenlere:
Hazret-ı Peygamber buyuruyor ki, ‘Çirkin bir şey gördüğünüzde elinizle düzeltin. Onu yapamıyorsanız, küsün, konuşmayın'. Unutmayın vebal vardır. Bugün işçi, memur, dul, yetim, genç yaşlı memmun mu?
Karşılık veriyorlardı:
Hayııır!
Kim memnun?
Davulcu!
On bir saatlik geziden sonra Ankara'ya döndük...
* * *
DÜZELTME: "Seçim Pazarında…" başlıklı son "Ankara Notlan"nda, Fahri Ecevit’le ilgili fıkrada geçen Osmanlıca “nesci azim" sözcüğü "nesci azmi" (kemik doku) olacaktı. Düzeltir, bu konuda telefonla arayarak yanlışımı düzelten okuruma teşekkür ederim.