SBF Dekanı Prof. Cevat Geray, dekanlık görevinden ayrılmış, SBF’de öğretim üyeliğini sürdürüyordu. 1982 yılıydı. Temmuz ayı sonunda, Ankara Üniversitesi Rektörü Tarık Sümer'den şu kısa mektubu aldı:
“Sayın Prof. Dr. Cevat Geray,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bigiler Fakültesi,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı olarak görevde bulunduğunuz sürece yapmış olduğunuz hizmetler için teşekkür eder, bundan sonraki günlerinizde sağlık ve başarı dileklerimle saygılarımı sunarım.
Prof. Dr. Tarık Somer
Rektör.”
Aradan altı ay geçti geçmedi, 8.2.1983 günü, "Prof. Dr. Tarık Somer-Rektör" imzalı bir mektup daha aldı. Bunda, "Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı”nın 7 Şubat 1983 tarihli yazılarına uyularak 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nun 2301 ve 2766 sayılı kanunla değişik 2. maddesi gereğince görevinize son verilmiştir. Bilgilerinizi saygı ile rica ederim" denmekteydi. Altı ay içinde, bir rektörden iki mektup; biri "teşekkür" öbürü “göreve son”.
1981’in kasımında beş orgeneral Türkiye için bir Yükseköğretim Yasası yaparak yürürlüğe koydular. Prof. İhsan Doğramacı’yı da yasanın baş savunmanı olarak seçtiler. Prof. Doğramacı sıkıyönetim yetkilileriyle sıkı bir işbirliği içinde yasayı savunmaya başladı. Sıkıyönetim, yasayı eleştirenleri konuşturmuyor, bu konudaki gazete haberlerine, yazılarına yayın yasağı koyuyordu.
Doğramacı’nın beş rektörü televizyona çıkarıp kendi sözlerini onaylatması, bu kişilere yasayı övdürmesi, usu başında öğretim üyelerinin tepesini attırdı. 12 Eylül döneminin ilk protesto gösterisi üniversiteden geldi. İki binden çok imzalı bir telgrafla, televizyona çıkan beş rektöre şu mesaj verildi:
Sizinle meslektaş olmaktan onur duymuyoruz!
Tüm Türkiye’den iki binden çok öğretim üyesinin imzaladığı iki protesto telgrafı vardı. Biri, beş rektörü, öbürü de yasayı kınııyordu. İki metinde de imzası olanlar vardı. Bunlar arasında, şimdiki Ankara Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı, komünizm uzmanı Doç. Dr. Zeki Hafızoğulları, şimdi Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Seyfullah Ediz, bir üçüncüsü şimdi Diyarbakır Hukuk Fakültesi Dekanı olan Aydın Zevkliler de vardılar.
Ankara’daki imza kampanyasını yürütenler arasında olanların da bazıları şöyleydi: Nurkut İnan (1402'li), Korkut Boratav (1402’li), Alpaslan Işıklı (1402’li), Cevat Geray (1402’li)...
İlginçtir, imzacılar ya dekan oluyorlardı ya da 1402'li!
Doğramacı, daha sonra on tane de yabancı rektörü Türkiye'ye getirtti. Yol-yatacak masraflarını cebinden ödediği bu rektörleri de yasayı savunmak için kullanmaya kalkıştı. Ancak, yabancılar Türk rektörleri kadar uysal olmadıklarından toplantılar basma kapalı yapıldı. Sonunda bir basın toplantısı düzenlenerek kamuoyuna açıklama yapıldı.
Basın toplantısı iki açıdan çok ilginçti. Rektörlerin çevirmenliğini Doğramacı yaptı. Dil bilen gazetecilerin şaşkınlık dolu bakışları altında, soruları, yanıtları istediği biçimde çevirdi. Basına dağıtılan yazılı metinde de durum aynıydı. Yabancı gazetecilere, rektörlerin kendilerine verilen İngilizce metin ile Türkçesi birbirine zıt görüşleri içeriyorlardı. Türkçe metin gazetelerde yer aldı, İngilizce metin sıkıyönetimce yasaklandı.
Ankara'daki Türk öğretim üyelerinden birkaçı, yabancı rektörlere durumun içyüzünü, bu arada yasa ile ilgili görüşlerini anlatan bir mektup hazırladılar. Doç. Dr. Nurkut İnan, her rektörün adı yazılı olan zarfı alıp kaldıkları Hacettepe Köşkü'ne gitti. İçeri girebildi ama, kimseyle görüştürülmedi. Köşkte Prof. Altan Günalp nöbet bekliyordu. Nurkut İnan'a:
Siz zarfları bana verin. Ben hepsini sahiplerine ulaştırırım! dedi.
Nurkut İnan, zarfları teslim etti. Mektubun bir kopyasını da bilgi için kendisine verdi. Nurkut İnan, Günalp'in mektupları hiçbir zaman yabancı rektörlere vermediği kuşkusunu taşıdı durdu. Bu yüzden, sonra, her rektöre birer mektup yazarak durumu anlattı. İlk mektuptan da birer tane daha gönderdi. Bu kez, PTT’nin aracılığını daha güvenli bulmuştu.
Nurkut İnan, yabancı rektörlerin her birinden yanıtlar aldı. Bunların çoğu da Nurkut İnan'a yolladıkları yanıtın bir örneğini Doğramacı'ya göndermişlerdi. Bir yanıtta, Avrupa Rektörler Birliği Genel Sekreteri şöyle diyordu:
Böyle kullanılacağımızı düşeydik toplantıya hiç gelmezdik!
1981 aralığında, Nurkut İnan Türk Eğitim Derneği Genel Başkanıydı. 1982 ocak ayında TED, Yükseköğretim Yasası konulu bir günlük bir “sempozyum" düzenlemek için girişimlerde bulundu. Yeni kurulan YÖK’ün Başkanı Prof. Doğramacı ile YÖK üyesi Gürol Ataman konuşmacı olarak çağrıldılar. İkisi de konuşmayı önce kabul etti, sonra telefonla “gelemeyeceklerini” bildirdiler. Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Ali Naim İnan, derneğe salon ayırmıştı. Konuşmacılar listesi, Hukuk Fakültesi yazısıyla başvurulup sıkıyönetimden izin alındı. Toplantı günü sabahı sıkıyönetim “verilen yazılı iznin geri alındığını, toplantının yasaklandığını” telefonla bildirdi.
Ertesi gün Nurkut İnan, dernek başkanı olarak sıkıyönetime gitti. Orada konuştuğu bir tuğgeneral ona, "YÖK konusunun kamuoyunda tartışılmasının üst makamlarca uygun bulunmadığını” söyledi. Oradan ayrılırken Nurkut İnan’a eşlik eden binbaşı, şöyle dedi:
Hocam, toplantı yapılmasını Doğramacı istememiş. Komutana telefon gelmiş. O da hemen yasakladı toplantınızı...
1982 yılı böyle geçti. Güzün YÖK düzeni kuruldu, yeni rektörler atandı. 1983 başında üniversitelere sıkıyönetim çarptı. Ankara'da kırktan çok öğretim üyesinin görevine son verildi. Korku filmleri gibiydi. 16 Haziran 1983 günü 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası uyarınca Nurkut İnan da görevden alındı. Hukuk Fakültesi'nde ticaret hukuku doçentiydi. O zamanki rektör Tarık Somer'in imzaladığı yazıyı, üniversite personel müdürü, Hukuk Fakültesi’ne gelerek Nurkut İnan'a tebliğ etti. Nurkut İnan çok daha sonra, sıkıyönetimdeki dosyasında, Tank Somer’in, görevine son verilmesini, Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun'dan isteyen bir yazısının da bulunduğunu öğrenecekti. Anlaşılıyordu ki insafsızlığıyla tanınan Recep Paşa bile yazılı dayanak olmadan karar vermek istememişti!
Nurkut İnan, şöyle dedi:
Kim ne derse desin, bana yapılan haksızlıkların sorumlusu olarak ben Sıkıyönetim Komutanlığı'nı görüyorum. Bana fırsat verilseydi, bunun hesabını mahkemede sorardım. Ama konsey, sıkıyönetimin dava edilmesini engellemiş. Aslında sıkıyönetim komutanları ve özellikle Recep Ergun açısından çok İyi yapmış. Orgeneral Recep Ergun’un dolaylı da olsa, Prof. Doğramacı’nın talimatıyla davranması hazin değil mi? Şimdi bir dörtlük yazayım, yazarını açıklamaya yetkim yok (yazılma tarihi: 1983).
“1402 ile birkaç dal kırdın diye/Sana ağzını açmak kimin haddine paşa/Tarihe geçeceksin adınla sanınla sen/Doğramacı çömezi Baltacı Recep Paşa."
20 Mart 1988, Cumhuriyet