Korku

Ömer Faruk Toprak’ın eşi Füruzan Toprak şunları yazmış:
“Sayın Mustafa Ekmekçi,
2 ekim 1982 tarihli Cumhuriyetin “Ankara Notları” sütununun son paragrafı, yüreğimi sızlattı.
“Bayramda mezarlıklara da gidilir, ölüler anılır. Karşıyaka Mezarlığı’nda, Hakan Yurdakuler’in mezarındaki resmin kırıldığını, Yusuf Aslan'ın Yusuf’unun parçalanıp atıldığını gördüm. Ölülere de saygı kalmamış, diye düşündüm” diyorsunuz o bölümde.
Değerli varlığım, eşim Faruk Toprak'ı bundan iki ay önce ziyarete gitmiştim. O gün gördüklerim karşısında, tüylerim diken diken oldu. Kabrin başucunda bulunan gri, kitap biçimi granit taşın ortasındaki resmin gözü oyulmuştu...
Hangi kara niyetin dürtüsüyle, kara bir el yapmıştı bunu? İrkildim...
“Demek ölülere de el uzatılıyor artık” dedim.”
*
Aktaracağım olay, geçtiğimiz hafta cumartesi gecesi, İstanbul — Ankara treninde geçti. Trenin kompartımanları tıklım tıklım olduğu gibi, koridorlarda da adım atacak yer yoktu. Koridorları, Ankara'da yapılacak bir maçı izlemeye gelen gençler doldurmuşlardı. Kadınlara ayrılmış bir kompartımanda da altı kadın yolcu vardı. Dışardakiler, bu kadınlara yapmadıklarını bırakmadılar. Altı kadın birden, kapıyı itip, içerden zincirini taktılar. Ama, dışardan yüklenince zincirli kapı bir karış açılıyordu. İşte, dışardan çirkin el işaretleri, bu aralıktan yapıldı. Ağıza alınmayacak sözler söyleniyordu. Kadınlar sabaha dek uyumadılar. Ankara’ya indiklerinde içlerinde sinir bozukluğundan hasta olanlar vardı. Biri, aralıktan uyuyan bir kadının ayağını tuttu, kadın sinir krizleri geçirdi. Trende tam bir kargaşa, unutulmuş deyimiyle “anarşi” vardı.
İlk usa gelecek eleştiriyi biliyorum:
— Bunu yapanlarda aile terbiyesi yok! Anaları, babaları yeterince eğitmemişler; okullarda ahlak dersleri zorunlu olmadığı için, bunlar oluyor!
Yooo! Ailelerin, çocuklarının böyle davranmalarını isteyeceklerini kimse düşünemez. Ahlak dersleri de çoktan beri zorunlu görülüyor.
Gençlerin böyle yetişmelerinde, siyasal eğitim eksikliğini de düşünebiliriz. Siyasal eğitimin disiplinine alışmamış olanlar, öyle yetişmemiş olanlar, ölülere de dirilere de saygılı olamazlar.
1924 Anayasası'nda seçmen yaşı on sekizdi. On sekiz yaşında oy kullanan gençler, siyasal bir sorumluluğa hazırlanmanın bilincini kazanıyorlardı.
Atatürk Büyük Söylevini 1924 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası'nın (Partisi'nin) ikinci büyük kongresinde verdi. Birinci büyük büyük kongre, Sivas kongresi sayılıyordu. Bu toplantıda bir şey daha yapıldı. Cumhuriyet Halk Fırkası Nizamnamesi (Tüzüğü) hazırlandı, benimsendi. Tüzüğün 5. maddesinde. “Türk dilinin geliştirilmesi”ne de yer verildi. 8. maddede ise, “Onsekiz yaşını ikmal eden (bitiren)... her Türk vatandaşının” fırkaya üye olarak alınabileceği belirtiliyordu.
*
1876 Anayasası'nda bir 113. madde vardı. “Mevadd-ı şetta” yani “dağınık hükümler” arasında yer alıyordu. Maddenin son tümcesi. Türkçesiyle özetle şöyleydi:
“... hükümetin güvenliğini sarstıkları, güvenlik yetkililerinin belgeye bağlanmış soruşturması sonucu saptananları. Osmanlı sınırları dışına çıkarmak, padişah hazretlerinin yetkisindedir.”
Mithat Paşa, Padişaha Anayasa'yı onaylatabilmek için, ödün vermiş; bu maddenin girmesine razı olmuştu. Sonunda. 113. madde Mithat Paşa'ya uygulandı...
20.10.1982
Papara…
Olay, on yıl önce bir yayıncının başından geçti. Yayıncı, yayınladığı dört kitaptan toplam otuz yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Cezaevinin avlusunda güneşleniyor; düşünüyordu. Adi suç işleyip içeri girmiş biri, yanma yaklaştı:
— Geçmiş olsun hemşerim, kaç yıl verdiler?
— Otuz!
— Kaç ölün var?
— Ölü yok, bizimki kitap meselesi...
İnanmamıştı. Ölü yoksa, otuz yıla nasıl çarptırılmıştı? Yürüyüp gitti. Bir gün adam, cezaevinde bir arkadaşıyla kavga etti. Arkadaşı üstüne yürüdü:
— Senin Allahını, kitabını… diyerek. Adam, karşılık verdi:
— Kitaba sövme lan! dedi, yukarda biri var, kitap yüzünden otuz yıla çarptırılmış!
Ölüm cezaları üzerinde duruyorum ya, okuyanlar:
— İyi ediyorsun! diyorlar, aman yine dur. Hele şu TRT'yi bir eleştir. Hükümlünün ölüm cezası, Resmi Gazete'de yayımlandığı gün, radyo da, televizyon da bunu haber olarak veriyor. Bu, cezaevlerinde dinleniyor; hükümlü de duyuyor. TRT bunu haber olarak vermese olmaz mı sanki?
— Efendim, haber haberdir vermemiz gerek... diyeceklerdir. Çoğu gazetecilik yapıyorlarmış gibi.
Konuyu, Adalet Bakanı Cevdet Menteş, İlhan Öztrak’a söyledi. Konsey’e dek götürüldü. I-ıhh...
Örneğin, TRT Resmi Gazete’de çıkan haberi veriyor, bunu cezaevlerine duyuruyor da. hükmün yerine getirildiğini vermiyor! Her şey bittikten sonra verse haberi, sorun olmayacak...
TRT dedim de, kuru ekmekleri değerlendirmek için, yayınlar yapıldı. Yağda kızartmalıymış da, üstüne sarmısaklı yoğurtla kıyma dökülmeliymiş de, anladığım, papara yapılıp yenmeliymiş... Böylece ekmek boşa gitmezmiş. Bunları dinleyen yoksullar, kendileriyle alay edilip edilmediğini düşünmüşlerdir. Yoksul hiç ekmeğini atar mı? Papara ceza anlamına da gelir...
*
Konuya döneyim, Fransız politikacısı Pierre Laval, 1945'te ölüm cezasına çarptırılmıştı. 1916’da sosyalist milletvekili olarak parlamentoya giren Laval, barışı savundu. Sonra sosyalist partiden ayrıldı. Adalet Bakanlığı, İçişleri, Dışişleri Bakanlığı yaptı. Hükümeti yönetti. Hitler’le önce anlaştı, sonra ona da yüz vermedi, ölüm cezasına 9 ekim 1945'te çarptırılmıştı.
Fransız yasalarına göre, ormana götürülecek; orada kurşuna dizilecekti. Cezanın yerine getirilmesine yakın, siyanür içerek kendini zehirlemek istedi. Gardiyanlardan biri onu gördü. Hemen önlem aldılar. Doktora haber verdiler. Laval’ın midesi yıkandı. Ama, ormana dek, gidecek durumda değildi. İki gardiyan koluna girerek yardım etmek istedi. Laval, gardiyanları itti, doğruldu:
— Bırakın beni dedi; ben kendim vururum. Yarın tarih, “Fransa halsiz bir adamı kurşuna dizdi” diye yazmasın...
Ormana dek götürülemedi, cezaevinde altmışiki yaşında kurşuna dizildi. (15 ekim 1945).