Köprüden Hasan Hüseyin’e...

Kanada Elçiliği Müsteşarı Harry Sterling, tanıştırdığı İngilize "Ankara Notları"nı anlatıyordu:
—Politika, sanat, her şey onun konusudur. Değişik bir tür, esprili.
İngiliz bunlardan bir şey anlayabildi mi, bilmiyorum. Ancak, Kanada Elçiliği Müsteşarının, espriyi kavramış olması hoşuma gitti doğrusu.. İnsan kendinden konuşulunca, azıcık kulak kabartıyor... Sterling ekledi:
—Herkesi de tanıyor.
O nasıl Kanada'da çok kişiyi biliyorsa, izniyle, bir gazeteci de Türkiye'de, Ankara'da çok kişiyi tanısın.
Orhan Tokatlı'nın, "Mola Oteli”nde, yazar Mümtaz Soysal’ın "Açı" yazılarına Milliyet’te başlamasının onuncu yılı dolayısıyla verdiği kokteyldeydik. Kanadalılar, karı-koca neşeli kişiler. Onları daha önce, ressam Ramadan Tuzcuoğlu (Ramo) aracılığıyla tanımıştım...
Sterling, Ankara'da bir diplomat, ancak değme diplomat Türkiye'de olup biteni onun gibi ayrıntılı değerlendiremez. Bazı Türkçe sözcükleri de, söylemeye çalışıyor; diyelim, Vedat Dalokay söz konusu...
—Çok akıllı, esprili, diyor.
O kokteylde, Metin Toker'le konuştuk bir ara; konu Hasan Hüseyin'di:
—Yahu, dedi sen, iyileşti, iyileşiyor... diye umutlandırdın bizi, yanılttın... Yazındaki, Hasan Hüseyin'in söylediği "Ben Akis'te yemlenir, Altındağ'da yumurtlarım" sözü de yanlış. Hasan Hüseyin, Akis'e yumurtlamıştır. Biz onun çok yumurtalarını yedik, onun için Hasan Hüseyin’e şükran borçluyuz.
Hasan Hüseyin yıllarca Akis'te düzeltmen olarak çalıştı. Metin Toker şöyle dedi:
Düzeltmede çalıştığı sürece, Akis'te hiç yanlış olmazdı. Çok titizdi. Öyle ki, sağ olsun, bazı yazarlarımızın yanlışlarını da düzeltirdi. Öyle yazarlar vardı...
Günlerdir Boğaz Köprüsünün satışıyla ilgili yasadan söz etmek istiyordum, elim değmedi. Hasan Hüseyin'e yine geleceğim...
Köprülerin, barajların, fabrikaların satışını öngören yasa, şimdi Çankaya'da. Uzmanlarca inceleniyor, didik didik ediliyor. Önce, ekonomistler inceliyor. Çankaya'da, her konuda geniş bir uzman kadrosunun oluşturulduğunu biliyordum. İktisatçılar yanında, planlamadan uzmanlar var. Bu bittikten sonra, sıra hukukçuların incelemesine gelecek. Köprü işi, Çankaya'da daha bir süre bu açıdan bekleyebilir sanıyorum...
Karayolları eski genel müdürlerinden Şerafettin Uzuner'le köprü olayını konuşuyordum. Şerafettin Uzuner, "yap-sat”la ülkenin kalkınamayacağı düşüncesindeydi.
* * *
Salı günü kaldırıldı Hasan Hüseyin'in cenazesi. Maltepe Camii avlusu, böyle kalabalık görmedi diyordu gelenler. Gençler çoğunluktaydı. Mükremin Mungan söylemiş, yakalara takılması için bastırılan Hasan Hüseyin'in on bin fotoğrafından elde hiç kalmamış, iki bin de, büyük boy "poster" dağıtılmış o gün. Cenaze namazından sonra, cenaze omuzlarda değil, parmakların uçundaydı. Yükselttikçe yükseltmek istiyor gibiydi taşıyanlar. Bir ara bir şey oldu, biri yeşile sarılı tabutun üstüne Türk bayrağını bırakıverdi. Parmaklar, Türk bayrağını kımıl kımıl tabuta sardılar. Yaşamını ulusa vermiş bir ozana bayrak nasıl da yaraşmıştı. Düşünüyordum; yasada değişiklik yapılmalı, halkı için ölenler de Türk bayrağına sarılmalıydılar. Şevket Süreyya Aydemir'in cenazesi de Ankara Belediyesi önüne getirildiğinde, o zamanki Belediye Başkanı Vedat Dalokay, onu belediyenin bayrağına sarıvermişti...
Camiden Karşıyaka Mezarlığı'na gidecekler için beş otobüs kiralanmıştı. Çok kimse gidemedi. Kaldı...
Mezarının başı da görülmemiş derecede kalabalıktı. Kollarının altında okul kitaplarıyla gelen kızlar vardı. Okurlarıydı, besbelli...
Hasan Hüseyin için bu görkemli tören yapılırken, kendisi yukarılardan seyrediyormuş gibi bir şeye kapılıyor insan. Niyazi Ağırnaslı, hocanın dua okumasından sonra, kısa bir konuşma yaptı. Orada bulunanları, iki dakikalık saygı duruşuna çağırdı. Büyük, heyecanlı tören, büyük olgunluk içinde bitti. Dönüşte, bir arkadaş şöyle diyordu:
—Bir Pir Sultan daha öldü.