Konya’da İmza Gününde...

Konya'da “İlke Kitap Kulübü"nde, Cumhuriyet’in Adana Temsilcisi arkadaşım Celâl Başlangıç’la kitaplarımızı imzalıyorduk. Bir okur:
Bu imza günlerinde, sizin bir kazancınız olmuyormuş, biliyorum! dedi.
Evet, öyle ama, nereden biliyorsunuz?
Hıfzı Veldet Bey yazdı ya, orada okudum! yanıtını verdi...
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun, 20 aralıkta çıkan yazısı “İmza Günleri"
başlıklıydı, imza günlerine ayrılmıştı. Hıfzı Veldet Bey, orada şöyle diyordu:
“...O halde imza gününe katılıp, kimi zaman aralıksız 4-5 saat kitap imzalayan yazarların kazancı ne, bu imza günlerinden diye düşünülebilir. Epeyce oluyor. Melih Cevdet Anday da bir yazısında vurguladı: Yazarların imza günlerinde maddi bir kazancı olmuyor. Oysa imza gününü düzenleyen kitapevlerinden satın aldığı kitabı, yazarlarına imzalattıranlardan pek çoğu, kitapçının topladığı paranın tümünün ya da önemli bir bölümünün yazara ödendiğini sanıyor ve bu düşüncesini ‘Eh, bugün iyi hasılat oldu’ gibi sözlerle ima eden yaşlı kişiler de çıkıyor ara sıra imza günlerinde. Gülümsüyorsunuz. Başka ne yapabilirsiniz; orada yukarıdan beri sergilediğim gerçek durumu bu gibilere anlatmaya kalkışacak değilsiniz ya. Yazarlar imza günlerinde maddi kazanç elde etmezler; çünkü kitabı basılınca telif hakkını yayıncıdan peşin olarak alırlar; bu nedenle imzaladığı kitapların üzerinde hiçbir hakkı olmaz. Yazarın imzada maddi bir kazancı yoktur, ama beklentisi vardır ki, oda basılan kitabın bütün sayılarının satılıp bitmesi ve yeni bir baskı yapması durumunda, sözleşmeye göre yeni bir telif hakkı elde etme beklentisidir"
Hıfzı Veldet Bey’in yazısını kaçırdıysanız okuyun. Benim, Hıfzı Veldet Bey’in, anlattığı yazar kazançlarına ekleyeceğim bir şey var, o da yazarın, okurlarının sorunlarıyla karşı karşıya gelmesi, imza günlerini en çok bunun için seviyorum. Ayaklarım o gün sürekli yere basıyor. Bir okur şöyle dedi:
Bizim kitap alacak paramız yok, biliyor musunuz? Gazeteyi de dört kişi ortak alıyoruz!
Kimi, görmeye geliyor:
Bir imza verir misiniz?
Sen beni Ahu Tuğba sandın galiba? (gülüşmeler)
Defterin bir köşesine imzamı atıyorum. Biri:
Bugün akşama dek elimi yıkamayacağım! dedi.
Bir yandan kitap imzalarken, bir yandan da öğrenci velilerinden, Selçuk Üniversitesi'nde olup bitenlerle ilgili yakınmalar dinliyordum. Üniversitenin çeşitli fakültelerinde, son günlerde öğrenciler üzerinde, nedeni anlaşılamayan baskılar yoğunlaşmıştı. Fakültelerin ara kapıları dışında, giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Her yer dikenli tellerle çevriliydi öğrencilere ana-baba dışında kesinlikle ziyaretçi alınmıyordu. Kantinde müzik susturulmuştu. Okul içinde sürekli kimlik yoklamaları yapılıyordu. Giysi sınırlandırması vardı, türbanlılar bunun dışında tutuluyordu. Türbanlıları, bazı öğretim üyeleri uyarsalar da, aldıran yoktu…
Polis, üniversitenin içindeydi: tiyatro bölümündekiler, polis gözetimi altında provalar yapıyorlardı.
Kampuslarda kaloriferler yanmıyordu. Herkes sayrı denebilirdi. Üniversitedeki öğrenci derneği, yasal bir dernek olmasına karşın, baskılar altındaydı. Gençliğinden korkan üniversite olur mu? İki günde bir dernek yöneticileri gözaltına alınıp, bırakılıyorlardı, öğrenciler, düzenin dev ayağının ağırlığını duyuyorlardı üzerlerinde. Sindirilmiş, pıstırılmış bir gençlikten ne hayır gelir?
Öğrenciler, üniversiteden atılma korkusu içindedirler. Özgür düşünme, istediği kitabı okuma, üniversite öğrencileri için artık bir düştür. Bir de sınavların ağırlığı var, kampuslarda öğrencilere verilen yiyecek peynir-ekmek, domates-ekmek; peynirler de taş gibi mi ne? Kutu tereyağı, reçel. Bunlarla öğrenci nasıl başarılı olabilir?
“Cumhuriyet Kitap Kulübü’’nün, Konya'da açılmasından sonra, burayı açanların başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmedi. 14 Nisan 1987 günü, Zafer Alanı'nda Ergun Pasajı'nda İnterkon İş Merkezi'yle birlikte açıldı önce. Belediye yöneticileri de, polis de, bir türlü yakalarını bırakmadı kitap kulübü yöneticisi Müzeyyen Karaçiftçi ile eşinin. Cumhuriyet Kitap Kulübü’nü açanlar, Müzeyyen Karaçiftçi ile Mustafa Karaçiftçi, geniş alandan da yararlanmak istediler; burada söyleşiler, açık oturumlar, çeşitli sosyal etkinlikler için ön ayak olmak istediler. Aydınların da, halkın da ilgisi artmıştı. Konya'yı "gerici" tanıtanların aksine, bir uyanık çevre oluşuyordu. Emniyetçiler, cin gibiydiler! “Siz burada örgütçülük yapıyorsunuz!" diyerek baskılara başladılar. Bir komiser:
Ben burada komünist kitap sattırmam! diye bağırdı. Bu haber, baskılar Cumhuriyet’te haber olarak yayımlandı. Müzeyyen Karaçiftçi'yle eşi Mustafa Karaçiftçi, akşam gezmeleri sırasında, evin önünde elleri telsizli bekleşenleri, gittikleri yere dek izleyenleri gördüler. Onların yılmadıklarını görünce, bu kez bina sahibi kanalıyla baskılar başladı. İşyeri sahibi Ahmet Ergun, SHP’liydi. O da baskılardan yakınıyor, "Çaresi yok, çıkın" diyordu. Siyasi şubeye gittiklerinde, görevli birinci şube müdürü “İşyeriniz Konya'da çıban başıdır" biçiminde konuştu. Aynı gün belediyeden gelenler, “işyerinde ruhsatsız çalıştıkları" gerekçesiyle, Karaçiftçiler hakkında tutanak tutup gittiler. Bunun üzerine, Karaçiftçiler, baskılara dayanamayıp işyerini bir süre kapatıp, bir başka yere taşınma kararı aldılar. Konya'da “Rampalı Çarşı 10/A"ya taşındılar. Biz buradaki "İlke" Kitap Kulübü'nde kitaplarımızı imzaladık Celâl’le. İmza gününde öyle uzun, upuzun kuyruklar yoktu. Çok sıcak bir okur kitlesi vardı. Onlara doyamadık. Eski SHP Konya İl Başkanı Recai Ersoy’un eşi Cumhur Ersoy, imza gününde geldi: bana babası M. Ali Akademir’in Almancadan çevirdiği; Johann Dtetz’m “Köy" adlı yapıtı ile, yine Akademir'in yazdığı "Uçuculuk Üzerine En Güzel Masallar" yapıtını verdi. Çok sevindim. Cumhur Hanım’a teşekkür ettim, öğretmenler, Haydar Kutlu ile Nihat Sargın'ın savunmanlarından Hasan Bıçakçı, Cumhuriyet okurları oradaydılar.
Akşamüstü, eski Konya CHP Milletvekili Ahmet Çobanoğlu'nun “Şehir Kulübü "nde verdiği yemeğe bir süre katılıp, Celâl Başlangıç’la birlikte, bir “Kontur" otobüsüyle Ankara'ya döndük...