Kızlara Sat Kirazları...

Ankara, üst düzeyde politikanın oluşturulduğu kenttir. “Ankara Notları” yazdığıma göre, kulağımın delik olması gerekir. Olayların yorumu, şöyle ya da böyle yapılabilir. Ancak, önce olayların ne olduğunun öğrenilmesi önkoşuldur. Bir şeyin bilinmediğini bilmek de bilmek demektir. Azından ipucudur. İpin ucunu buldunuz mu, giderek yumağı da bulabilirsiniz. Ondan sonra, yumağı, ele ayağa dolaştırmadan çözümlemek kalır.
— Danışma Meclisi’nde havanda su mu dövülüyor ne?
Bir söyleşi sırasında, bir arkadaşım:
— Danışma Meclisi'nde bazı üyeler, seçimlerin gelecek bahara kalmasından yana! dedi.
— Neden?
— Bahara kalırsa, daha altı ay aylık alacaklar, ondan...
Söyleyenin içine doğmuş, ya da sezmiş olmalı. Yoksa, sayın üyelerin bir an önce, görevlerini bitirip ayrılmak istediklerinden nasıl kuşku duyulabilir? Daha geçenlerde, Orhan Aldıkaçtı:
— Bizim de birkaç ay ömrümüz kaldı! demedi mi?
Ayaklarını sürükleyerek yürümek isteyenler mi var? Ne bileyim?
Seçmen kütüklerinin yeniden yazılmayıp, yaklaşan seçimlerde, Anayasa oylamasında kullanılan kütüklerin kullanılmasına ilişkin yasa tasarısı neyin nesiydi? Bir “Ankara Notları”nda, bu tasarının, seçimleri ekimin on altısında yapabilmek için hazırlandığına değinmiştim. Tasarı taslağını hazırlayan Yüksek Seçim Kurulu görüşerek bu çözümü bulmuştu. Yoksa secimler 16 Ekime yetişmezdi. Bahara kalırdı. Tasarı şimdi Danışma Meclisi’nde...
Siyasal Partiler Yasa Tasarısı yukarıda. Tasarının yansından çoğu bitti sayılır. Bu hafta sonunda tümü bitebilir. Bekleyelim bakalım...
★★★
Ali Püsküllüoğlu’nun Ceyhun Atuf Kansu ile ilgili, güzel bir yazısı vardı Milliyet-Sanat’ın son sayısında.
Ali Püsküllüoğlu, Türk Dil Kurumu’nda çalışır. Püsküllüoğlu, o yazısında, Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirinin kaynağını anlatıyor. Bunlar: Hoşgörü, sevgi, doğadır. Ceyhun Atuf Kansu, Yunus Emre’nin “Bu dünyadan gider olduk / Kalanlara selam olsun” dizelerinden esinlenerek. 1969 mayısında çıkan Türk Dili dergisinde, “Ozan Ölümü” başlığıyla şunları yazar:
“Gelip geçtik bu dünyadan / Hoşça kal manav kardaş / Bahar gelsin benim için / Kızlara sat kirazları.
Otobüs durağındaki yağmur / Arama beni gelemem ben / Şapkamın üzerine çoktan / İndi ölümlü bulut.
Gelip giden doğu treni / Elim kalkmaz selam vermeye / Bilirim yayladır güllerin hası / Koklasın onları Erzincan istasyonu.
Soyunuk güzel zerdali / Dallarında kar şarabı
Sevişmeye gece gelsin / Yıldızlar senin yanına.
Ey gelen günlerin ağacı / Kentli kendine büyü / Ben yokum artık / Çiçeklerine türkü söyleyecek.”
Aynı dergide, Ceyhun Atuf Kansu’nun Sevgi Sosyal için yazdığı “Sevgiye Ağıt” şiiri de var...
Cahit Külebi’nin Türk Dil Kurumu salonunda cumartesi günü yaptığı konuşmaya değinmiştim. Ön sıralarda, Suphi Karaman’ın, Celil Gürkan’ı, Salim Başol’u, Ahmet Erdoğdu’yu da gördüm.
Cahit Külebi, Aşık Veysel’le İlgili anılarını anlatırken şöyle dedi:
“1945 Aralık ayında Ankara Devlet Konservatuvarında göreve başladığımda. Halkevlerince yayımlanan Ülkü dergisinin yayın düzenciliğini yakın arkadaşım Gündüz Akıncı yapıyordu. Hemen her akşam Ülkü’ye giderdim. Hem Ülkü’de, hem de konservatuvar halkbilim belgeliğinde Veysel ve arkadaşlarıyla birçok kez birlikte olduk. Talibi, başka meşrepte basına buyruktu. Bağlama çalmayışının da bunda ters yönde etkisi olmuştur. Veysel,, ona yardım eden çırağı küçük Veysel, Ali İzzet, Kars’lı aşık Dursun Ceylani hep bir aradaydı. Bu aşık dostların yanında, tek gözü Veysel gibi, eskimiş giyimli, yüksekten tok sözlü iri yarı bir genç vardı. Onu halk ozanı sanırdım. Adı: Kemal Sadık Gökçeli idi. Sonradan gazete röportajcısı, ardından da büyük öykücü, romancı Yaşar Kemal oldu...”
Külebi’nin anlattıkları ilginçti. Bağlama çalmayan Talibi, çok özgün bir halk şairiydi. “Keklik Emine” adında bir kıza gönül vermiş, ancak kız başkasına kaçmıştı. Talibi: “Sana ben neyledim keklik Emine / Bana zehir oldun” diyordu. “Bana niçin talip dersin / Ben kızların talibiyim / Kara kaş altında oynar, / O gözlerin talibiyim.” Bir başka dizesi: “Yüksek uçan gönül erken yorulmaz / Deryanın üstüne köprü kurulmaz”. Atatürk için yazdıklarından dizeler: “İstedi bu memleketin her tarafı bağ olsun/ Tez, büyüsün tepeleri birer birer dağ olsun...”
***
Ozan Hasan Hüseyin Korkmazgil’in koma durumu dört haftadır sürüyor. (0 Rh +) kan grubundan olup da kan vermek isteyenlerin 38 43 22 — 31 16 65 — 31 81 22 nolu telefonlardan birine başvurmaları rica ediliyor.
21.03.1983
Mustafa EKMEKÇİ
Yıl dönümleri
Cevdet Kudret Bodrum'a yerleşti. Geçen yaz Bodruma gittiğimde gördüm. Milliyet-Sanat Dergisi’nin 15 mart sayısında, Erzurumlu Emrah gibi söylediklerine, “Bodrumlu Emrah” takma adını koymuş. Yazının başlığı: (Dedim adın nedir? Söyledi: “YÖK YÖK”) dizeler de şöyle:
Dedim: Osmanlıca?
Dedi: Dilimdir.
Dedim: Bu yazarlar?
Dedi: Kulumdur.
Dedim: Tutuculuk?
Dedi: Yolumdur.
Dedim: Ya devrimler?
Söyledi: Yok yok.
17 mart Ceyhun Atuf Kansu’nun ölüm yıldönümüydü. “Cumartesi Arkadaşları”, “Beybaba”nın ölüm yıldönümünde, Galatasaray Kulübü lokalinde bir araya gelip, Kansu'yu andılar. Anısına içtiler.
Ceyhun Atuf Kansu’yla halk ozanı Aşık Veysel’i, bu “Ankara Notları”nda birlikte anmak istedim. Veysel'in de bugün ölümünün onuncu yılı.
Atatürk devrimlerine, onun bağımsızlık kavgasına inanmış, göz nuru dökmüş Ceyhun Atuf Kansu’yla Veysel’i bir araya yakıştırıverdim. Kansu kentli, okumuş yazmış çocuğu, kendisi de doktor. Veysel, köylü, öyle kaldı. Benzerlikleri, Kansu’nun da yaşamını köylü çocuklarına, insanlara vermiş olması. Kansu'nun “İş Bankası Kültür Yayınları” arasında çıkan, “Tüm Şiirleri”nden “Bağımsızlık Gülü” bölümündeki “To Let Or Not To Let” şiirini aktarmak geçti içimden:
“Apartman diktim gökdelen / Halkın sırtından taş çekerekten / Kiraladım sonra kat kat / Yasasın tarihsel dostluğumuz.
Okudum oralarda / Geldim. Işıl ışıl bürolarda / Kendimi kiraladım / Ayda kaç bin beş yüz.
Özgür dünya mözgür dünya / Toprağımı kiraladım / Bedeli kurulu düzenimdir, ölümsüz.
Camlara yazdım dilinizce. / Uşakçadan çeviri İngilizce / Kafalar kalemler veresiye / Açık pazar onur satar çarşımız.
Kiralanmak-kiralanmamak / İşte bütün sorun bu!.. / Veredursun beyler dayalı döşeli evlerini / Tek göz oda vermez gecekondularda halkımız.”
Emin Özdemir dersinde de anlatmış öğrencilerine: Halk edebiyatı araştırmacısı İlhan Başgöz, “Halk Şiiri Antolojisi” yapıtının girişinde, şöyle yargıya varmış:
“Halk ozanını yaşatan çevreler, yaşam biçimi değiştirmiştir. Halk ozanı silimdir şapka giyer, kravat bağlarsa, artık halk ozanlığından uzaklaşır büyük ölçüde...”
Veysel Silindir şapka da kasket de giydi. Silindir şapkayı giyişindeki düzensizlik, rastgelelik ilginç. Şapkanın önü yukarı kalkmış gibi, başa konuvermiş gibi. Ceyhun Atuf’ta da bu beyledir hemen hemen. Ceyhun Bey’in şapkasını zaman zaman oğlu Işık Kansu giyiyor, görüyorum...
Halkın, köylünün içine girdiğini, Kansu şu dizelerin arasında ne canlı anlatır:
“Ben gördüm bu köyü damlarının altında, / Çocukları kızamık döküyor / Gözleri, göğüsleri, yüzleri, alı bırakılmış tarla, / Gelincikler arasından öyle masum bakıyor. / Habersiz hepsi, kızamıktan ve ölümden. / Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz. / Ve düşmüş bir gül oluyorlar birden. / Bebeler ölüyor, ölüyor, ölümden habersiz.”
Önceki gün, Türk Dil Kurumu’nda Cahit Külebi, Aşık Veysel’i anlattı. TDK'nın salonu tıklım tıklımdı. Gazeteden haberi okuyan Demetevler Lisesi öğrencileri, erkenden gelmişler, yerleri doldurmuşlardı. Konuşmayı ayakta izleyenler vardı. Türk Dil Kurumu’nun “cumartesi konuşmaları” yeniden canlılık, ilgi kazandı.. Külebi, Veysel'in “Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan” şiirini okuyarak başladı konuşmasına: Şu dizelerle...
“Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan / Gözletme yolları gel deyi yazmış / Sivralan köyünden bizim diyardan / Dağlar mor menekşe gül deyi yazmış.
Beşerek’te lâle sümbül yürüdü / Güldede’yi çayır çimen bürüdü / Karataş’ta kar kalmadı eridi / Akar gözüm yaşı sel deyi yazmış...”
Aşık Veysel’i, dost evlerinde dinledim. Külebi’nin konuşmasını TRT, Televizyon neden vermedi sanki? Yığınlar, bu anma gününü izleseler n’olurdu? Yazık oldu..