28 Mayıs 1972’de Aydın CHP İl Kongresi’nde, genel başkan Ecevit salonu dolduran kalabalığa şöyle diyordu:
—... Onun içindir ki arkadaşlarım, beşinci olağanüstü kurultayımızda da söylediğim gibi, ben Ecevitçiliğe inanmıyorum. Ben kendim, Ecevitçi değilim! örgütçüyüm, sizlerden biriyim. Gücümü sizlerden alıyorum. (Uzun alkışlar).
26 Haziran 1988 Pazar günü, Atatürk Spor Salonu'nda, Deniz Baykal şunları söylüyordu:
... Ben Baykal değilim. Türkiye'de hiçbir sosyal demokrat da Baykalcı değildir. Biz tarikat değiliz. Hür düşünen insanlarız. Sosyal demokrat bir hareketiz. Ben tarikat şeyhi değilim ki bir mürit git» benim önümde diz çöküp “Emret şeyhim, bugün ne yapacağız?” diye soran insanlar olsun. Ben mütevazı bir sosyal demokratım... (Sürekli alkışlar)
Tarih yineleniyor muydu ne?
Ecevitçi olmadığını söyleyen Ecevit’le. Baykalcı olmadığını söyleyen Baykal, uzun süre birbirlerine küstüler. Hâlâ da aralan şeker renk sanıyorum. Birinin olduğu yerde, öbürü güç olur. İkisi de tekçi, hizipçiydi dersek yanlış mı olur acaba?
Benim, partiler içinde hiziplerden, fraksiyonlardan yana olduğumu, "Ankara Notları"nı izleyenler bilirler. Parti içinde, değişik görüşlerin olması, partinin canlılığını gösterir de ondan. Parti içi muhalefet, Meriye doğru oldu mu, o parti giderek güçlenir. Muhalefet olmayan yerde demokrasi olmaz. Bunlar gizli değil, açık açık yapılır.
Bir ünlü Alman düşünürü Kari von Stein (Doğumu 26.10.1757 ölümü 29.6.1831) şöyle demiş:
Eğer ben başbakan olsam, karşımda muhalefet olmasa para verir, muhalefet tutardım!
Kari von Stein, Wilhelm III zamanında bakanlık yapmış ve ona bir dolu reformlar da yaptırmış kişi.
Parti içinde demokrasi nasıl olacak? Yönetime, değişik görüşler yansıyacak da öyle olacak. Örneğin, bizde örneği yok daha, Fransız Sosyalist Partisi'nde var. Kongrelerde, büyük kurultaya delegeler, çoğunluk sistemiyle değil, “nispi sistemle” seçilerek gelirler. Diyelim, "Sol Kanat" İzmir’de sekiz oyla seçimleri “Baykalcı”lara kaptırmıştır. Çoğunluk sistemi uygulandığı için böyle olmuştur. Sekiz oyla Baykalcılar, tüm yandaş delegeleri, kurultaya getirmişlerdir. Bir başka yerde "Sol Kanat" birkaç oyla aldığı kongrenin tüm kurultay delegelerini getirmiştir.
Bunun parti içi demokrasiyle bir ilgisi yoktur. Prof. Muammer Aksoy, özellikle Fransa Sosyalist Partisindeki işleyişi gözledi. Bir konuşması sırasında, durumu o zamanki genel başkan Ecevit’e anlattı. Dinletemedi. Burada, şöyle denileceğini bitiyorum:
Bu yöntemi benimsersek, parti içinde hiziplerin varlığını- benimsemiş olmaz mıyız?
İyi, ama var. Olan şeyi kimden saklıyoruz? Bu, “Doğu Anadolu’da Kürtçe konuşan yoktur" gibi bir mantık...
Öğrendiğime göre, SHP’nin İzmir İl Kongresi de az kalsın “iptal" edilecekmiş. Sandık başında, “yansız” olması gereken beş kişi yokmuş. İstanbul'daki olayın bir benzeri. Ancak, "Sol Kanat"takiler, sorunu yargıca götürmeyi onurlarına yedirememişler. İstanbul kongresiyle ilgili bir “Ankara Notları”nda da, kongre başkanı Ahmet İsvan'ı hafiften iğnelemiştim. İsvan telefon ederek, kendisinin olayda bir kusuru olmadığım, kongre başkan- farının seçimle ilgili en küçük yetkilerinin olmadığını söyledi. 12 Eylül sonrasında çıkan Siyasal Partiler Yasası, bir çeşit politikacılara güvensizlik yasasıydı. Onların etleri, kollan bağlanıyor, “Politikacılar, adaletli bir seçim yapamazlar" mantığı yasada kokuyordu...
SHP'nin, son yapılan merkez yürütme kurulu seçiminde de dengeler pek korunmuş değil. Oraya üç değil, dört, hatta beş "Sol Kanat" üyesi alınmalıydı. Göstermelik bir birliktelik, çoğunluk baskısından daha kötüdür.
Gazetelerden çoğunun başlıkları neydi öyle? "Karaoğlan Ecevit”in öğrencisi Deniz Baykal, SHP'de zirveye tırmanıyor - Siyasette Yağız Oğlan Devri", "Özal’a karşı Baykal..." Çoğu böyle. Pomak güreşi gibi, kıran kırana adam dövüştürüyorlar!
Deniz Baykal, kurultay öncesinde de parti meclisine egemendi. Kurultayda bu açığa çıktı. İyi oldu!
Parti içinde de bütünlük, demokratik yol karla sağlanmalıdır Partinin iç sorunlarından bana ne? Ama demokrasi herkesin malıdır. İnsan hakları gibi...
Perşembe günü öğleyin. Prof. Yakup Kepenek, Kemal Anadol, Haldun Özen, Banka ve Sigorta işçileri Sendikası Başkanı Tamer Sonal, sendikanın Genel Sekreteri Halit Çalışkan, Karadeniz Lokantası’nda yemek yiyorduk. Bir ara, yönü kapıya doğru olan Kemal Anadol:
Genel Başkan geliyor dedi. Yanında Deniz Baykal, Ali Dinçer. Fikret Önlü de var. İçimden:
Yakalandık diye geçirdim. Yazar mısın onca yazıyı? Bir de Kemal Anadol'la yemek yiyorsun!
Masamıza yaklaştılar. Hinthorozu Erdal Bey:
Biz de sizin masaya geliyorduk diye takıldı. El sıkıştık. Deniz Baykal’ı, Ali Dinçer'i, Fikret Ünlü'yü kutladım. Ellerimizi sıktılar. Bir arkadaki masaya oturdular. Erdal Bey'e:
Hiç görüşemiyoruz dedim... Güldü:
Görüşmeden de güzel yazılar yazıyorsun yanıtını verdi. Kemal Anadol.
Saat 16.00'da bir görüşelim dedi.
Başüstüne efendim! (Yemeğimizi sürdürüyoruz, kulaklarım arkada)
Kemal Anadol, Sol Kanat'ın kongre çalışmalarını türkülerle anlatıyor. Şöyle diyor:
Çanakkale'de büyük başarı sağladık. "Çanakkale geçilmez" diyorlardı, geçtik. Sonra "İzmir'in içinde vurdular beni". Adana'da kazandık. “Aman Adanalı canım Adanalı...", Konya'da 'Yürü yavrum yürü..." orada 1 oyla yitirdik. Ankara'ya geldik, “Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına baki" Orada gözyaşlarımızı kuruladık. Haa, İstanbul var, orası iptal edildi. “Kız sen İstanbul'un neresindensin” türküsünü söylemeye başladık! Gülmekten kırılıyordum. Kemal Anadol’un bu denli esprili olduğunu bilmiyordum. Hiç kasıntı değil!
Bir ara, Hinthorozu Erdal Bey'in yanına, yaşlı bir kişi geldi. Erdal Bey ayağa kalktı, adam 90 yaşında. Adı Vahdi Almaç. Erdal Bey’e İsmet Paşa'yı anlattı, şöyle dedi:
Babanız beni çok severdi. Bana "More Üsküplü” derdi. Ben bir gün sordum: “Paşam, Üsküp'ü ne zaman alacağa, alacak mıyız?” Bana, "More Üsküplü, buraları Üsküp yapacağız" dedi...
3 Temmuz 1988, Cumhuriyet