Kitap Fuarında...

Olay, bir belediye otobüsünde geçti. 45-50 yaşlarında bir bayan otobüse bindi, biletini attı. Arkasından da sıkmabaş bir genç kız geliyordu. Otobüsün ön sıralarında oturan bir genç yerinden fırladı, 45-50 yaşlarındaki bayanı koluyla ite­rek sıkmabaş genç kıza:

Gelin, oturun dedi, sıkmabaş genç kız:

Ben yakında ineceğim dedi, oturmadı.

Genç, bunun üzerine, kalktığı koltuğu yeniden kapıp otur­du, Bir şey söylemeden ayakta duran 45-50 yaşlarındaki bayana:

-Size yer yok dedi. Bayanın başı açıktı, bir ilkokul öğret­meniydi. Hiç sesini çıkarmadı, yürüdü gitti...

Bu genci, böyle davranmaya kışkırtan etken neydi? Hacı Necmettin Erbakan'ın, Türk demokrasisini yerle bir etmeyi amaçlayan karanlık yolu mu? Kendi oğlu Fatih'i, İmam- Hatip’ten alıp yoksul çocuklarının bu okulları doldurmasını sağlayan saçma sapan lafları mı?

Bir ulusun, bir halkın ahlakını yok etmeye kimsenin hakkı yoktur, buna zaten gücü de yetmez. "Şeriatçı" dedikleri kim oluyor ki?

Bir başka olay, yine belediye otobüsünde geçti. Başı açık bir bayan otobüse bindi. Koltuğun pencere yakınında bir erkek oturuyordu. Erkeğin yanı boştu, buna karşılık boşlu­ğa, koridora yakın yerde ise sıkmabaş bir bayan oturmak­taydı. Otobüse yeni binen bayan, sıkmabaşa bir şey deme­den, sıkmabaş:

Ben yakında ineceğim diyerek erkeğin yanını başı açık bayana bıraktı. Bayan araya oturdu. "Yakında ineceğim" diyen sıkmabaş, inmedi: son durağa değin gitti. Amacı, er­kekle yan yana oturmamaktı, bu anlaşılıyordu.

TÜYAP'ın Ankara'da açtığı "Kitap Fuarı"ndaydık. Bilimle uğraşan, ayrıca yönetici olan bir bayan şöyle dedi:

Sıkmabaşlar, türbanlılar, çarşaflılarla biz kadınların de­ğil, erkeklerin uğraşması, savaşması gerekir. Yaptıkları erkeklere hakarettir çünkü. Niçin erkeklerin yanında otur­muyorlar. onların elini sıkmıyorlar? Siz insanları yer misi­niz? Bence, asıl küçük düşürülen burada erkeklerdir!

İçimden, "Onu da bunları başımıza saran. Hacı Necmet­tin Erbakan düşünsün "diye geçiriyorum...

Tekirdağ'da, mahkemede tanıklık etmek üzere çağrılan başı gözü kapalı bir bayana yargıç:

Kızım yüzünü aç da kim olduğunu göreyim deyince, ge­rici basında kıyamet koparılıyor. Gerici basın dediğim de Abdi İpekçi’nin deyimiyle "Kıçıkırık basın", bir başka de­yişle "çurçur basın” Yargıç, tanığın ifadesini alırken neden yüzünü göremesin? Sözde bunlar namus taslarlar, bilin­mez ki olayların perde arkası. Dini politikaya araç etmek isteyen birkaç densiz, sıkmabaş kadınları, kızları kullanıyor mu böyle?

Hoşdere Caddesi’nde. 122 numarada "Arda " Sanat Ga­lerisi var. orada Duran Karaca’nın resim sergisi vardı; ona gittim. Kalabalıktı; Duran Karaca'nın tablolarındaki keçile­re takıldım. Okurlar iyi bilir, ben keçilerden değil, domuz­lardan yanayım! Ormanın süsü, keçilerden çok domuzlar­dır. Domuzların resmini yapan bir ressamımız çıkmadı. İçimden. Rasin Arsebük yapar mı yapar bunu" diye geçi­riyorum. Veysel Güney in Meşrutiyet'te, İş Bankası'ndaki sergisini göremedim daha, göreceğim. Ressamlarımıza imreniyorum. Dinsel baskıları aşan cumhuriyete borçlu­durlar sanat yaşamlarını. Armoni Sanat Galerisi'nin yöneti­cisi Aynur Pehlivanlı’yla karşılaşınca nasıl sevindim. O, Selçuk Altan’ın kızkardeşi. Annesi, Selçuk'a ördükçe, bana da kazak örerdi. Yalçın Gökçebağ’da Armoni de çalışıyor­muş. O da sevdiğim bir insan, bir ressam...

Korel Göymen'in "dostlarına" verdiği kokteyldeydim. Korel Göymen, özellikle Altındağ’da, anakent belediye başkanının on bin oyunun yok edilmiş olması nedeniyle, Ankara seçimlerinin yenileneceğinden umutlu. On bin oy, nereye gider?

Korel Göymen'in toplantısında, Metin Toker’Ie konuşu­yorduk. O, İstanbul lokantalarında domuz pirzolası yiyebiliyormuş. Emin Çölaşan:

Domuz pirzolası çok mu güzeldir diye soruyordu.

Beslenme uzmanı Osman Nuri Koçtürk de öldü. Töreni­ne gidemedim. 1960-70’li yıllarda Koçtürk, beslenme konu­sunda gençliği, halkı uyarıcı konuşmalar yapar, yazılar yazardı. 1960’larda, Milliyet’te muhabir olarak çalıştığım yıllar, Osman Bey'in demeçlerini alır, gazeteye verirdim. O, "tarhana"nın yararlarını anlatır, ot yerine et yemenin gereklerini vurgulardı. Bir gün "Beslenme Uzmanı Koç­türk" yerine, "Tarhana Uzmanı Koçtürk" diye çıktı adı! Ondan, "domuz eti" üstüne, bir görüş almak istediğimde, vermekten kaçınmıştı. 1980’li yıllardı, eski kavgacı Osman Bey yıldırılmıştı!

TÜYAP Kitap Fuarı, Ankara'da bu yıl çok görkemli. Gör­medim ama, "Frankfurt Kitap Fuarı”la karşılaştırılabilir mi diye düşünüyorum. Deniz Kavukçuoğlu anlatıyor:

Frankfurt Kitap Fuarı, buranın yedi kat büyüklüğünde. Orası başka. Frankfurt fuarının özelliği, orada yayıncılarla yazarlar buluşur, konuşurlar. Burada öyle değil, burada okurla kitap buluşur!

Kitap fuarının açıldığı Altınpark'a, bir Çankaya-Altınpark otobüsleri çalışıyor. Kanımca bu yetersiz. Belediye, kitap fuarı boyunca, Altınpark’tan çeşitli yörelere otobüs seferle­ri gerçekleştirmeli. Altınpark zaten uzak; insanlar, çeşitli mahallelerden nasıl gidecekler kitap fuarına? Kitap fuarına ilgisizlik, kitap sevmeyenlerin işidir.

Kitap fuarını, okur-dostlarla dolaştık. "Payel Yayınevi"nde, Maksim Gorki çevirmeni Şemsa Yeğin’le görüştük, birlikte çay içtik. Mualla ile Özlem de vardı. Şemsa Yeğin, Elias Canetti’nin "Kulakmisafiri Elli Karakter" çevirisini imzalayıp verdi. Payel Yayınevi 25 yaşına basmış...

Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü nün de fuarda güzel bir yeri var. Bakanlık, gösterişsiz ancak örnek çalışmalar da yapmış: Tülin Sağlamtunç'un çalışmalarını gezin, görürsünüz...