Kırlangıçlarla Leylekler (II) Kırlangıçların Raporu...

Uzun yıllarını, siyasal sığınmacı olarak yurtdışında geçiren eski TRT-Der Genel Yazmanı Yaşar Özürküt’le konuşuyoruz; Aslan Alp de birasını yudumlarken dinliyor bizi. Yaşar Özürküt, Türkiye'ye dönünce eski TRT’cilerin çeşitli yerlere dağıldıklarını görüyor şöyle diyor:
12 Eylüi'den sonra çeşitli ayıklamalara karşın, ki bunlar bilinçli programlı yapıldı, Star1 yada Magic Box veya reklam şirketleri, Sabah gazetesi bilmem ne, TRT'nin eski kadrolarıyla beslendi; TRT’den yetişmiş elemanlar bunlar. Hepsine TRT'nin milyonları harcandı. Bir prodüktör, bir spiker, sıradan yetişmiyor ki. Hazır malzeme gitti şimdi, Ahmet Özal'ın Star1’inde çalışıyor. Konuyu saptırmak istemiyorum. Şimdi benim, yurtdışında oluş nedenim bu. Benim artık özgür yaşama şansım yoktu, üç yıl da direndim.
İsveç'te ne yaptınız?
Radyo var orada, önce bir altı ay geçici iş verdiler bana, fakat olmadı. Biraz dil sorunuydu; biraz da insanlar dışarıda tuttu mu bir köşeyi, onu oradan söküp atmak çok zor. Hiçbiri radyocu değildi, bir arkadaş dışında meslekten değildiler. Biliyorsunuz Aslan Mengüç vardı orada. Daha sonra ben bir radyo kurdum. "Belediye Radyosu"nu açtık. 32 dernekti; bunların arasında kilise dernekleri var, komünist parti derneği var, moderat denilen tutucu partinin derneği var, sporcular var. Bir yabancı dernek de bizdik. 'Türk Kültür Derneği.” Anahtarı cebimizde, her cumartesi bir saatlik yayın yapıyoruz. Tek canlı haberi biz geçiyorduk. Aslan Alp, Türkiye’de eski radyo program müdürü, bize on beş dakika canlı haber geçiyordu. Uğraşımızı sürdürdük orada, kopmadık, iki tane kitap yazdım, birini sunacağım şimdi, konusu; "Şeytanla Köylü." terim, eylülde yapılacak seçimlerde İsveçlilerin önerisiyle yabancılar arasında aday. O, barış ve özgürlük, kadın hareketi içinde çalıştı İsveç'te. Ben, İsveç Yazarlar Derneği üyesiyim, üçüncü bir kitap yazmak için de burs aldım. Kaçaklık dönemimin öykülerini yazacağım...
Yaşar Özürküt, "Biz ailecek dönmeyi planladık" diyor, şöyle sürdürüyor:
Herkes dönmek istiyor, ama dönüş o denli kolay değil. Gerekçeleri bunlar: Çocukların okulu, ev kirası, oradaki evleri birden boşaltma olanağı yok; kiminin evi var, kiminin yok. Kesin bir dönüş olanağı yok herkes tarafından. Fakat herkes güvenli, yumuşak bir dönüşü planlıyor. Yani yüzde doksan dönecek de. Bir anlatı var bizde Çukurova’da, ben Çukurovalıyım.
Kırlangıçlarla leyleklerin öyküsü mü?
Evet!
Tamam, o öyküyü bekliyorum...
Çukurova’da işte, bahara doğru kırlangıçlar bir gelir, kolaçan ederler, görünürler ortada, sonra birden kaybolurlar. Bu süre çok uzun değildir; üç gündür, beş gündür. Neyse tam anımsayamıyorum, çocukluğumda tanık olduğum olay; diyeceğim, kırlangıçlar kaybolur, bir hafta sonra filan leyleklerle birlikte dönerler. Çukurova'da kırlangıçları görenler derler ki:
Kırlangıçları leylekler öncü gönderdi! "Gidin bakalım Çukur (Yaşar Özürküt, Çukurova'ya kimi zaman "Çukur” diyor) ekinlerin durumu nedir? Boy atmış mı? Yılan, çıyan, kurt, börtü böcek çıkmış mı ortalığa? Yani yem yiyecek var mı? Kırlangıçlar da döner derlermiş ki:
Oooo, ekinler diz boyu, her şey bol!
"Diz boyu” deyince, leylekler kendi dizlerinin boyunu düşünüyor, kırlangıç da kendi dizinin boyunu tanımlıyor! Şimdi bizler bir çeşit kırlangıçlık yapıyoruz. Geldik, herkesin kendi özel koşulu var, ama genel eksiklikler var, örneğin, 141-142 kaldırıldı diyorlar ya bu şu dernektir: Bu maddelerle ilgili olan herkesin, özgürce ülkesine dönmesi gerekiyor. Bu böyle ise eğer, ellerinde listeler var, neden kapılara bildirilmez? Neden savcılıklardan nüfus dairelerine bildirilmez? Üstelik ayrı ayrı uygulamalar. Türkiye’ye giriş için İsveç'te Türk elçiliği bir aylık pasaport veriyor. Pasaportun üstüne de "3713 sayılı yasadan yararlanmak için geliyor" diye yazıyorlar. Damgalı eşek gibi affedersin, böyle geri gönderiyorlar! Yani buraya girdiğiniz an, o damgayla geliyorsunuz. Hiçbir şey yoksa bile ortada, bir ürküntü yaratıyor bu durum. Çifte vatandaşlık pasaportu olanlar, öbür pasaportu kullanıyorlar. Büyükelçiliğin önerisi de şu:
İsveçlilerden aldığınız pasaportla girerken de bize gelin!
Nedir bu çifte ölçü? Gerçekten Batıya şirin görünmek istesek de öyle kolay yutmuyorlar. Yani insanlar bunca yıl işkence çekmişlerdir, kolay değil bu. Yeni bir ülkeye gitmek, yeni bir yerleşim, yeni bir okul, yeni bir dil, yeni bir ekonomi... Bütün bunlar, gerçekten büyük işkence, büyük eziyet! Ben gözümü yitirdim örneğin, sağ gözüm görmüyor artık! Kaçaklık döneminde stresten 39 olmuş basınç, haberim yok benim. Ben yurtdışına çıkmayacaktım, ama dayattı artık, baktım ele geçeceğiz; içeri girildiği takdirde iyileşmem olanağı yok. Bir doktorun önerisiyle çıktım. Müdahale edildi dışarıda, çok geç kalınmıştı. Sovyetler'e gittim, "Sinirler felç olmuş!" dediler, "kaslar gergin, sinirleri yok etmiş!"
Son olarak gelmeden ikinci bir ameliyat oldum, gözbebeğin üstü değiştirildi, fakat görme şansı yok! Bu yaşam, bu yolu seçen insanların beklemediği şeyler değil. Ama şimdi hem Batı'ya şirin görün, "İşte Türkiye'de 141-142 kalkmıştır, genel af sayılır" dernek, hem de bin bir güçlük çıkarmak. İngiltere'den bir kısım insanlar gelemiyor. İngiliz pasaportu almak çok zor. Hollanda'dan bir arkadaş geldi, 15 günlük giriş belgesi vermişler; pasaport alamadı henüz. Şimdi evinin kirası... Bereket üç aylık rapor almış. Çünkü maaşı kirayı karşılayacak. Aksi halde, arkadan o tür sorunlar geliyor. Yani özeti şu: Kırlangıçlar olumlu rapor verirse, kırlangıçlara dönüşte sorun çıkarılmazsa, insanlar yani leylek iki yıl içinde, üç yıl İçinde, çocukların durumuna, ailenin durumuna göre ülkemize dönecektir. Ve yazıktır, siz geldiniz gördünüz, korkunç bir beyin birikimi yurtdışında; makine mühendisi yer siliyor! Naci Kutlay'ın dışında, doktorlar uğraşlarında çalışmıyorlar. Diş doktorları bulaşıkçılık yapıyorlar! Yazık değil mi yani? Diş doktoruna gereksinim var ülkemizde. Kaça yetişti o diş doktoru? Ülkenin kaç milyonuna mal oldu o makine mühendisi? Gerçekten artık şunu söylemek istiyorum: Bir kültür günü yaptık, Türkiye'den bir rejisör arkadaş çağırdık, dokümanter film gösteriyoruz; bizim oradaki turizm bürosuna gittik, bayrak istiyoruz, harita istiyoruz, broşürler istiyoruz, bir tane şişmanca kadın, ilk kez görüyorum:
Kaç yıldır buradasınız? dedi.
1984'te geldim! yanıtını verdim.
Ne iş yapıyorsunuz?
Politik göçmenim!
Aaaa, siz de harita asıyor musunuz? Bayrak da asıyor musunuz?
Yani politik göçmeniz ya! Biz yurdumuzu onlardan çok seviyoruz. Yani en az onlar kadar seviyoruz! Devletin resmi sorumlusu olan o turizm bürosunun görevidir o işi yapmak. Tanıtma görevi yapıyoruz. Benim bulunduğum belediyede 135 tane İsveçli'yi o toplantıya kattık, önceden onayla. 135, büyük rakam İsveç için biliyor musunuz? Olof Palme on kişiye konuşurdu. Orda öyle binlik toplantılar olmaz. 135 çok büyük rakamdır! Kendi haritamızı asıyoruz...
Efendim Kürdistan neresi, diye soruyor İsveçli! Türkiye haritasında Kürdistan yok, Kürt halkı var; dili var, kültürü var, bilmem nesi var. Yani turizm bürosu müdürünün yapması gereken görevi biz yapıyoruz. Politik insanız, dernek kurmuşuz.' Ülkemizi tanıtmak görevimiz. Biz bunları yaptıktan sonra İsveçliler gruplar halinde Türkiye’ye geldiler. Merak etmişler...