Kırlangıçlarla Leylekler... (I)

12 Eylül faşizminden sonra yurtdışına kaçma zorunda kalanlara, bir “Ankara Notları”nda, “Göçmen Kuşlar" demiştim. Onlar, bir göçmen kuştular, bir gün dönüp geleceklerdi. Bu dönüşün hazırlıklarını yapmalıydık. 12 Eylül uzantısı yönetimler, bu konuda da çok kötü sınavlar verdiler. Kişi, bir kez yurtdışına kaçtı mı öyleyse suçluydu. DGM Savcısı Nusret Demiral'la, Haydar Kutlu ile Nihat Sargın döndükleri, içeri atıldıkları sırada konuşuyorduk. Demiral sordu:
Sen niye kaçmadın?
Niye kaçayım?
Bak gördün mü, onlar niye kaçtı? Var bir şeyleri ki kaçtılar!
Kaçanlar işkenceden kaçmışlardı, bunu bilmeyecek ne vardı. İşkence almış yürümüş, başlı başına bir sorgulama yöntemi olmuş; işkence, eziyet görmemek için canını kurtarmak, yaşamını kurtarmak için kaçana kimse bir şey diyemez! Suçluydu, hiç diyemez!
Yurtdışına gidenler, sığınmacılar yavaş yavaş dönmeye başladılar. İlk gelenler topun ağzındaydılar. Daha sonraları, Ataol Behramoğlu, Tarık Ziya Ekinci, Tektaş Ağaoğlu, Zühal Kılıç, daha daha sonra Aydın Engin, Süleyman Ustun, Dursun Akçam, daha pek çokları geldiler. Son gelenler arasında Naci Kutlay vardı. Fatma Dikmen vardı, Fatoş Güney vardı, Yaşar Özürküt vardı.
Yaşar Özürküt, 12 Eylül öncesinde TRT-Der’in genel yazmanıydı. Eve, eski TRT'ci, şimdi Altındağ Belediyesi Başkan Yardımcılarından dostum Aslan Alp'le birlikte gelmişlerdi. "Kırlangıçlarla, leylekler” öyküsünü Yaşar Özürküt anlattı. Onu daha sonra anlatacağım. Eski TRT'ci Yaşar Özürküt’ün anlattıkları ilginçti. Yaşar Özürküt konuşmasına şöyle başladı:
Biz, politik göçmen olarak Batı Avrupa'da yaşayanlar, ülkemize dönmek istiyoruz. Çoğunluk dönmek istiyor. Ama aradan on yıl geçti; hemen dönüşü engelleyici sorunlar var. Tek başına yaşayanlarda da aynı sorunlar var. İş olayı, çocukların eğitimi sorunu, yani araya giren on yıl, bir dolu sorunları getirdi. Tabii, gelip dönme niyeti var; "2000'e Doğru"da, Hasan Yalçın bir yazı yazmıştı, üzülerek okuduk orada, işte "Buyurun, dönün" diyor o yazıda. Gelen insanlar var burada. Yani, aç mezan yok! Türkiye'yi gerçekten çok değişik buldum ben; bir şeyler yapabilir insan, yaşayabilir, falan filan. Benim çocuğum Çankaya ilkokulu'nda okuyordu; benden sonra kanm. çocuğun ilkokulu bitirmesine üç ay kala, kopardı, “Adana'ya gidiyoruz" diye çocukları kaptı, İsveççe getirdi. Pasaport ayarladılar, geldiler. Çocukcağız şu anda İsveç’te onuncu sınıfı okuyor, çok iyi gidiyor. Doğaldır ki İsveççe eğitim yapıyor. Anadili gibi isveççesi var, Türkçesini korudu, geliştirdi. İngilizce ders alıyor. Üçüncü dil olarak da Rusçayı benim önerimle alıyor. İki çocuğum var, biri 17 yaşında, biri 10 yaşında. Karımla her şeyimizi paylaşıyoruz; 12 Eylül koşullarını paylaştık. 12 Eylül'den sonra Türkiye'de kaçak yaşadım, beni bulamadılar, karımı içeri attılar; işkence yaptılar. Bana ulaşamadılar. İsveç'te de dayanışıyoruz; dönüş konusunda kafamız net, fakat çocuk ne olacak?
Biz politik göçmeniz. Bunun evrensel tanımına gerçekten uygun yaşadık. Politik göçmen, kendi ülkesinde sağlıklı, güvenli yaşama şansı olmayan, onu sonuna dek deneyen ve artık hapishane tehdidi, polis tehdidi, işkence tehdidi altında olan insanın ülkesini terk etmesi... Ben üç yıl kaçak yaşadım!
Türkiye'de?
Tabii ki Türkiye'de. Ve beni meslektaşlarım. TRT-Der Genel Sekreteri’ydim, onunla söylüyorum, korkunç bir dayanışma örneği verdiler. Onların sayesinde, Ankara dışında yaşadım. İzmir'di. İstanbul’du, genellikle de adım adım izlendim, gözlendim. Beni bulamayınca, işte Aslan'ı (Alp) aldılar, 22 gün işkence yaptılar bana ulaşabilmek için. Aslan (Alp) benden önceki genel sekreterdi. Karımı aldılar, bir hafta, askı dahil her şeyi yaptılar. Yani ben size söylemiş olayım, bunlar beni bulabilirlerdi, biliyorlardı yerimi, ve böyle an meselesi... On bir tane TRT'de çalışanı aldılar. Bunların kimisi SHP’li, kimi Dev-Yol’cu, kimi demokrat.
Ve TRT’nin şu anda kreşi var, artık "TRT çalışanları" lafı tuttu. “TRT’deki memur" falan denmiyor, onu biz söyledik. Böyle bir çalışmanın izi hiçbir zaman kazınamadı, ama bir "101'ler” ayıklaması yapıldı! TRT'ye gittik iki gün önce, "Durumumuz nedir, öğrenelim” diye. Başvuracağım, bu benim demokratik hakkım. Kapıdan girişten başlayarak, inanın odacısından, personel dairesinden, bilmem kimine kadar, indikten sonra dedim ki:
TRT'nin yarısı bizim! Hep bizim insanımız. Çünkü ilerici nitelik istiyor yayın...
Kırlangıçlarla, leyleklerin fıkrasını anlatacaktınız!
Anlatacağım! dedi (Gülerek). Konu o denli geniş, sorunlar öyle büyük ki...