Kırlangıçlar Leylekler III Nikâh Masasından İşkence Tezgâhına

"Kırlangıçlarla Leylekler..." öyküsünün iç yüzü anlaşılmış olmalı sanıyorum. Yurtdışından ilk gelenler kırlangıçlar oluyor, leylekler daha sonra gelmeyi yeğliyorlar. Bütün sorun şurada; Gelenler, kısa süre içinde geri dönebilecekler mi dönemeyecekler mi? On yıl bir yerde yurt tutulmuş, yuvalar kurulmuş; ha deyince kesin dönüş yapılabilir mi? Yapılamaz’ Gelirken olduğu gibi bu kez çıkış güçlükleri başlıyor. Havaalanlarında, Kapıkulelerde, "tahdilidir, dışarı çıkamaz!" yazıları bilgisayarlarda dururken elde pasaport olması hiç önem taşımıyor. Bilgisayarlardan sildirmeden dünyada dışarı çıkılamaz. Yurtdışından gelen göçmen kuşların yüzde doksan dokuzu böyle. Bir savunman bulunması, bilgisayarda geçen "tahdit"lerin kaldırıldığına ilişkin belgelerin mahkemelerden, savcılıklardan çıkarılarak toplanması gerekiyor. Bunu neden devlet yapmıyor? Yurttaşı suçlarken suçluyor, aklandığını neden bilgisayarına, kendiliğinden işlemiyor? İşlemez, çünkü o zaman buranın Türkiye olduğuna kimse inanmaz!
Eski TRT-Der Genel Yazmanı Yaşar Özürküt'le konuşmamızı sürdürüyoruz. "Aaa, siz de harita asıyor musunuz?" diye soran turizm yöneticisi bayanın davranışına takılıyor.
Devletin resmi görüşü, bu kadının davranışında yansıyor; yani böyle bakılmamak. Bu ülke hepimizin. O haritanın bir karışına dahi saygımız var, yurtiçinde de yurtdışında da. Hal böyleyken yani bizi oraya iten, politik göçmen yapan ne? Oraya gönüllü gitmemiş ki kimse. Ben üç yıl kaçak yaşamışım ülkemde. Yurtdışına çıkışa bir açıklık getirilsin; kırlangıç- leylek meselesi yani...
Bu konuşmalarımızı yayımlamakta bir sakınca yok değil mi?
Hayır, hayır kesinlikle. Katkısı olsun soruna. Benim İbrahim diye bir arkadaşım vardı Lastik-İş’ten. Dikili ağacı yok burada, İbrahim Özsoy adı, Lastik-İş, İzmir Bölge'den. Yaşamını sendikacılığa vermişti, Zonguldak Bartın'dan bir arkadaştı. Şimdi orada, İsveç'te bir evi var, geldiniz gördünüz İsveç'i. Yani belli standardı, belli ölçüsü var yaşamın. Çocuğu okula gidiyor, karısına bir iş buldu; şimdi bekçilik yapıyor.
Şu evrakı şuraya götür! diyorlar.
Onurlu da bir insan; parmağı da kesiktir, bu arkadaş çok da istiyor gelsin, haber de bekliyor. Karısı orada, gelip gidebiliyor, avukata da vekâletini verdi; bütün sorun; "Geri çıkabilir miyiz?"
Çıkamadığı an, evin kirası verilemez. Evin kirasının verilememesi dernek, ne dernek? Bir kez icra geldi mi bitiyor artık oradaki yaşam. Geri dönüşte bir kolaylık geliştirilsin, olay bu...
Şeyi söyledim, bizim hanımı orada İsveçliler, "Sol Birlik" adına aday gösterdiler. "Komünist Partisi" adını kaldırdı, "Sol Parti" adıyla giriyor. Bunun dışında kalan sol da eylülde yapılacak seçime ortak giriyorlar. Eşim, adı Sermin, yarın orada kazandığı zaman, "yabancılar sorunu" için orada olacak. "Hürriyet" de manşetleri atacak! Ucuz bir şey değil biliyor musunuz? "Gelin de aday olun", "Gelin de radyo kurun”. "Gelin de eğlence günü yapın" demiyorlar. Bunlar savaşımla kazanılan işler. Bütün bunlar ülkemizin ve insanlarımızın tanıtılması, demokrasimizin gelişmesi için yapıldı, yapılıyor.
Gitmeden önce burada TRT'de Haber Merkezi'nde mı çalışıyordunuz?
Ben radyo prodüktörüydüm. TRT-Der’in de genel sekreteriydim.
(Yaşar Özürküt, 12 Mart döneminde ağır işkence görmüş, onu anlatıyor 12 Eylül'de üç yıl saklanmasının, yurtdışına kaçmasının altında bu işkenceler var. Şöyle diyor:)
(Sermin'le nikâh gününü almışız, nikâh salonuna gideceğiz, gittim. Nikâh masasında polisler bekliyor! Şimdiki TRT Genel Müdürü Kerim Aydın Erdem, o zaman radyoda bizim şube müdürü. Beni orada polislere teslim ettiler! (Kim ihbar etti, kim teslim etti?)
Yok canım?
Tabii ki polisler aldılar, götürdüler beni. On beş gün gözlerim bağlı, işkence! Nedeni? Arkadaşımız Abdullah Yılmaz, Selimiye'de; ayda 250 lira para gidiyor ona; gönderiyorum ben. Mektuplaşıyoruz. Orhan Apaydın rahmetliyi avukat tutmuşum. Abdullah'ın eşi Fatma Yılmaz ateşler içinde, kırk günlük ateş. Ben sahip çıkıyorum, evine gidiyorum. Tabii o, olayın şokunu yaşıyor. TRT'deki insanlar, programcı arkadaştan çok severler Abdullah'ı. Öyle bir hava estirildi ki Kızıldere mızıldere.. Vay efendim suç bu. (Abdullah Yılmaz, Kızıldere'de öldürülen Nihat Yılmaz'ın kardeşi, o nedenle öfkeliler) soruyorlar:
Niye yardım yapıyorsun?
Parayı da beş kişi veriyor aslında, ama onların adını versem olmaz. "Benim Adana'da tarlam var, arkadaşımdır, gönderiyorum!" diyorum. 15 gün işkence gördüm 15 gün alacaklıyım! Polisler, on beşinci günü getirdiler radyoya. Kerim Aydın Erdem şube müdürü! On beş gün, gözlerim bağlı işkence gördüm ton!
Nerede?
Nerede olduğunu da bilmiyorum. Hâlâ bilmem! Ayakaltı resimlerim var, çıkar çıkmaz çekildi!
Ne dernek ayakaltı resim?
İşkenceden ayaklarımın patladığını gösteren resimler. Dışarıda resim çektirmeye korktuk, bir arkadaşım vardı Hacettepe'de, kendisi çekti fotoğrafları canlı, bir haftalık işkence resimleri, saçlar kesik, ayağımın altı şiş. Nikâh salonuna -ikinci kez- öyle gittim! Şimdi o 12 Mart deneyi olmasaydı. 12 Eylül'ü belki masamda karşılayacaktım. İzne ayrıldım, izinliyken iki gün sonra Yılmaz Ateş ve Aslan Alp'la bugün sizin genel başkanı olduğunuz, Çağdaş Gazeteciler Derneği'ne arsa bulmaya gittik Fethiye'ye. Ama bir yandan da ben, kontrol için, duydum... Pol-Der bilgi verdi bana, yani Pol-Der örneğin, demokratik bir yığın örgütüydü. Pol-Der, "Kaç" dedi bana, "Geliyoruz!" Ben Ankara'yı bıraktım gittim. İki gün sonra Yılmaz (Ateş) telefon etti:
TRT'yi su bastı, dedi, evi de su bastı!
Ben, yıllık iznimi almıştım, arkasından da iki rapor gönderdim! Şimdi yurda gelince, TRT’ye gittim, "Nasıl işime son verildi?" diye.
İşime on gün gelmediğinden müstafi sayılması... kararı çıkmış.
12 Mart’ı yaşadığım için bir daha gelip oturmadım. Şimdi olay bu. Kerim Aydın Erdem, o zaman Sayın İsmail Cem'in sağ kolu olarak görev yaptı Ankara Radyosu’nda. Yani çalışmayı da zorluyoruz, onu da bilesiniz; SHP bir radyo-televizyon planlıyormuş, projesi varmış, biri bana iş ve öneri getirdi; iş aramıyorum, ama TRT'nin bir alternatifi yaratılacaksa, potansiyeli, birikimi var. Prodüktörü, spikeri, teknisyeni, yani 101'lerin ötesinde de insanlar bu işe hazır, maddi bir şeyle de değil, gönüllü...
Yaşar Özürküt, İsveç'te hiç boş durmamış; ressam İhsan Aydın'dan Nâzım Hikmet'in el yazısı mektuplarını, notlarını almış. Nâzım, "Karadeniz" demiyor yazarken "Kardeniz" diyor. İlginç, Lütfü Özkök'ün Nâzım fotoğrafları da ilginç. Kırlangıç Yaşar Özürküt'ün tüm anlattıkları gibi...