Kim Nerede Ne Yapıyor?...

Prof. Sadun Aren'in "100 Soruda Para ve Para Politikası" yapıtı "Gerçek" yayınları arasında çıktı. Prof. Aren'le çok uzun süredir, şöyle bir oturup konuşamamıştık. Hem “100 Soruda Para ve Para Politikası"nı, hem de "İstihdam Para ve İktisadi Politika”nın yedinci basısını verdi.
Prof. Sadun Aren, kitabını imzalarken şunları yazmış: "Demokrasimizin ısrarlı ve inançlı savunucusu değerli dostum Mustafa Ekmekçi’ye, Aldoğan kardeşime saygı ve sevgiyle..."
Nasıl keyiflendim okuyunca; Sadun Bey'in "İstihdam Para ve İktisadi Politika" yapıtının yedinci basısı da çıktı dedim ya, bu baskıyla Sadun Bey'ler renkli televizyon aldılar.
Ferda Güley göz ameliyatı olmuştu, daha tam iyileşmedi ama iyileşecek. Ferda Bey, anılarını yazıyordu. Ameliyat dolayısıyla aksadı sanıyorum. Demokrasi savaşımının içinden gelmiş kişilerin anıları ilginç olmalı...
1985 bütçesinde Başbakan konuştu ya, en göze çarpan şey ilgisizlikti. Basın dışında kimse oralı olmadı, denebilir, içimden, gidip konuşmaları dinlemek gelmedi. Konuşmaların özetini okumak yetti...
Paris'te bu ayın on yedisinde. “Türkiye'nin yeni ekonomik politikası” üzerine bir açıkoturum var, bu iki gün sürecek. Toplantıyı, CNRS, yani "Bilimsel Araştırma Ulusal Merkezi" düzenliyor. Toplantıya Türkiye'den ekonomistler katılacak. Prof. Yakup Kepenek, bu toplantı için Paris’e gitti. Prof. Korkut Boratav da, Zimbabve'den Paris'e geçti. Korkut Boratav, üniversiteden ayrılma zorunda bırakıldıktan sonra. Zimbabve'de iş buldu. Şimdi orada çalışıyor. Üç konuşmacı daha var; Dr. Seyfettin Gürsel, Dr. Ahmet İnsen, Dr. İskender Gökalp: Onlar da Paris’teler; oradan katılacaklar toplantıya...
YÖK Başkanı İhsan Doğramacı, üniversitelerden uzaklaştırılanların, bir yitik olmadığını söylemişti ya, kulislerde üstüne konuşmalar sürmekte.
İhsan Doğramacı, gerçekten şakacı bir kişi; bir süre önce bütçe komisyonunda, Milli Eğitim ve üniversiteler bütçeleri görüşülürken, Doğramacı'ya, bir ANAP ilçe başkanını tanıştırırlar. Doğramacı:
Gel, seni doktor yapayım! der.
Aman efendim der, ANAP ilçe başkanı, ben ilkokul mezunuyum!
Olsun, der İhsan Bey, Ben Vehbi Koç'u, Sakıp Sabancı'yı doktor yaptım. Onların öğrenimi senin yarın kadar bile değil...
ANAP ilçe başkanı, Milli Eğitim Bakanlığında, arkadaşlarına anlatıyordu;
Ne adam yav, beni de doktor yapacakmış! Düşümde görsem inanmam...
Doğramacının gazetelerde çıkan demecine, Prof. Alpaslan Işıklı çok içerledi. Şunları söyledi:
Atılanlar, üniversitede kalsalar ve Türk sanayiine yararlı kuşaklar yetiştirmeye devam etseler, daha iyi olmaz mıydı ? Gerçekte, YÖK çerçevesinde yapılan tasfiyeler, çeşitli sonuçlarının yanı sıra, Türk sanayiine de bir darbedir, indirilen bu darbenin Eskişehir'de Sayın Vehbi Koç ve Sayın Sabancı'ya giydirilmiş olan cübbelerle telafisi imkânsızdır...
Mete Tunçay, "Tarih ve Toplum" dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapar. Üniversiteden ayrılan birçok bilim adamı gibi, o da, bilimsel çalışmayı dışarda yürütme zorunda. “Tarih ve Toplum" dergisiyle ilgili olarak, Mete Tunçay şunları söyledi:
İlk ve orta öğrenimde niçin herkese matematik okutulur? (Öğrencilerin çoğu, yaşamları boyunca dört işlemden, bakkal hesabından çoğunu kullanmayacaklardır) çünkü, matematiğin herhangi bir konuda doğru ve kesin düşünmeyi öğrettiğine, insanları buna alıştırdığına inanılır.
Tarih de toplumla ilgili sorunlar da böyle bir işe yarar, sanıyorum. Yaşadığımız olaylara eleştirili bakmak, perde arkasında neler olduğunu anlamak kolay değildir. Oysa, geçmiş olaylar hakkında eleştirici bir yaklaşım edinmek hem daha kolay, hem de (görece) daha tehlikesizdir. Tarihe böyle bakmayı öğrenirsek, olayları sadece bize gösterilmek istenen yönleriyle değil, başka açılardan da irdelemeye, aralarında —hemen görülemeyen— ilişkiler kurmaya alışırsak, umuyorum ki böyle bir cimnastik, bizi günümüzün olaylarını da çözümlemeye hazırlar. Yoksa, tarih bize bilmediğimiz bir sürü ilginç ayrıntı aktaran bir bilgi dalı olarak, masaldan farklı değildir. Öyle bir tarih bilgisinin sonu olmadığı gibi, yararı da kuşkuludur.
"Tarih ve Toplum"u hazırlayanlar ve okuyanlar, kırk ambar bir bilgi hâzinesiyle uğraşmıyorlar. Olaylara, bağımsız ve eleştirili bakmaya kanat alıştırıyorlar. Geçmişte neyin efsane, neyin gerçek olduğunu ayırabilenler, şimdi de doğruyla yalanı ayırabilirler...
Mete Tunçay'ın anlattıklarına örnek, "Uzun Mehmet" masalı. İlhan Selçuk da verdi bu örneği, “Tarih ve Toplum"dan alıntı yaparak. Yıllar sonra, bir araştırmacı çıkıyor, "Uzun Mehmet" olayının, masa başında uydurulduğunu ortaya çıkarıveriyor, bunları "Tarih ve Toplum"da yayımlıyor...
Doç. Cem Eroğul, anayasacıydı; uzun süre işsiz kaldı. Fransız Kültür Merkezi'nde dersler veriyor, dergilere yazılar yazıyor; eski deyimle "muhannete", muhtaç olmadan yaşamaya çalışıyor.
Cavit Orhan Tütengil geldi usuma. Sevgi Soysal geldi, Necdet Bulut geldi. Tütengil, Necdet Bulut’tan bir yıl sonra, bir gün önce öldü. Necdet Bulut’u yitirdiğimiz gün 8 Aralık 1978'di. Sevgi, gözlerimizin önünde eridi gitti.
Azime Korkmazgil, Server Tanilli'nin çağrılısı olarak, otobüsle Strasbourg'a gitti, döndü, Tanilli, "Bourjois" kolonyası göndermiş, tıraştan sonra sürüneyim diye...
Dün Ahmet Durakoğlu'nun ölüm yıldönümüydü. Bir yıl olmuş demek Durakoğlu öleli. Son gezisinde birlikteydik. Kırıkkale'de yapmıştı son konuşmalarından birini. Durakoğlu'nu sevgiyle andım. Demokrasiye giderken, yolda ölenlerdendi.
Demokrasi için ölenlerden Zeki Tekiner'le Kamil Kırıkoğlu'nu da düşündüm. Bir onlar mı? Daha çok...