Kim Kime, Dum Duma...

Ufuk Güldemir’in “Çelik Kuvvetin Gölgesinde" yapıtını karıştırıyorum. İlhami Soysal, Ufuk’un "Kanat Operasyonu" çıktığı zaman, şu mektubu yollamış:
"Sevgili Ufuk,
60’lı yıllar, hiç tevazua kapılmadan söyleyeyim, başta Çetin Altan, İlhan Selçuk ve benim gibi köşe yazarlarını yetiştirdi. Dönemin yıldızları olduk.
Kuşkusuz Doğan Avcıoğlu, Abdi ipekçi gibi, nitelikleri daha değişik gazeteci-yazarlar, Emil Galip Sandalcı gibi kuyruklu yıldız gibi parlayanlar da bu dönemin öncüleriydi.
70'li yıllar, Uğur Mumcu, Örsan Öymen, Ali Sirmen ve belki bir iki kişiyi daha ön plana getirdi.
80'li yıllarda, bizim kuşaktan Cüneyt Arcayürek bir büyük atılım yaptı. Azıcık tarihin karanlıklarını da yırtarak haberleri kitaplaştırdı, hak ettiği yeri gecikmiş de olsa aldı. Onun yanısıra Mehmet Ali Birand, Emin Çölaşan, araştırmacı gazeteciliğin yıldızları oldular. Derken birden sen de bu kervana katıldın. ‘Kanat Operasyonu' ile olay yarattın.
Seni sözlü olarak kutlamıştım, yazıyla da kutlamaktan kendimi alamıyorum.
Sevgiyle, kıvançla gözlerinden öper, başarılarının sürekti olmasını dilerim kardeşim. İlhami Soysal."
Geçen hafta sonunda, Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün “Kitap Şenliği" kapanırken, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Muzaffer İzgü, Ufuk Güldemir’in imza günleriydi. Şenliğe kutlamaya gittiğimde, Ufuk gelmemişti, öbür arkadaşlara “güzel imzalar" deyip ayrıldım. Sonra Ufuk'un yapıtı geldi. "Çevik Kuvvetin Gölgesinde!” Cumhuriyette özel olarak çıktı. Ufuk’un anlattığı, daha doğrusu Süleyman Demirel’den aktardığı bir fıkra var. Türkiye-ABD ilişkileriyle ilgili. Demirel, bir yurttaşın, bir yaygın dedikoduyu aktarıp, fikrini sorması üzerine şu fıkrayı anlatır:
“Memleketin birinde padişah demirciyi çağırmış, ‘Bana 24 saat içinde demir bir elbise yapacaksın, demir düğmeleri, demir kolları olacak, yoksa kelleni alırım’ demiş.
Demirci, eve gelmiş, hanımına demiş ki:
Ben değil elbiseyi, düğmelerini bile 24 saat içinde yetiştiremem, onun için helallaşalım...
Hanımların o hissi vardır ya, kocasına demiş ki:
Hele dur bakalım, sen bir ucundan yapmaya başla, Allah büyüktür.
Demirci başlamış çalışmaya.
Ama sabaha kadar uğraşıp didinmiş ancak altı tane yuvarlak demir dökebilmiş, ki bunları kesip düğme yapabilsin.
Sabah kapı çalınmış. Demirci demiş ki:
Hanım bizim kelleyi almaya geldiler. Helallaşmışlar, inmiş kapıyı açmış, açar açmaz da karşısındaki askerlere:
Vallahi sabaha kadar çalıştım, ancak altı tane yuvarlak çubuk dökebildim, demiş.
Asker cevap vermiş:
Padişah dün gece öldü, o döktüğün çubukları ver de tabutuna çakalım!”
Yıllarca “Amerikancı" olarak tanınan Süleyman Bey, artık giderek uzaklaşmakta mıdır? Şöyle der Süleyman Bey:
...Amerika, Türk-Amerikan münasebetten derken kendi menfaatlerini mi savunuyor, yoksa karşılıklı menfaatleri ve ortak değerleri mi savunuyor? Benim zihnimde bugün tereddütler vardır...
Eee, olacak elbet, Süleyman Bey de ayakları suya erince, anlayacak hanyayı Konyayı!
İhsan Sabri Çağlayangil’le konuşurken bir gün şöyle demişti:
Dünya tatlısısınız, iyisiniz, hoşsunuz, eşiniz, menendiniz yok! Ne yapayım ki, solcusunuz!
Yıllar yılı ülkede “sol” tukaka edilmiş. Tutucular, gericiler, solu bir umacı gibi gösterip durmuşlar. Koşullanmış insanlara benimsetme güçleşmiş.
Süleyman Bey de artık, sol sloganları kullanır olmuş. Nereden nereye?
Ferruh Doğan’ın “Çizgili Dünya" adlı karikatürleriyle, Behiç Ak’ın “Kim Kime, Dum Duma”sı geldi. Ferruh Doğan, “Sevgili Mustafa Ekmekçi’ye, 17 yıl öncesinden bir merhaba" demiş yollarken.
Karikatürleri, gülmece dergilerini izlerken şöyle ağız dolusu gülmek istiyorum. Ağız dolusu gülebildi mi insan, olayları coşkuyla izleyebilir de. Hüngür hüngür ağlayabilir örneğin. Duygulanabilir. Duygularını bastırıp, oturup düşünebilir.
Her şey, bir ölçü içinde olur, ölçü kaçtığı zaman, haklılar haksız duruma düşebilirler. Bir zamanlama, neyin, nerede ne zaman yapılması gerektiği çok önemli. Kimsenin yanlışlar yapmaya, hiç ama hiç hakkı yok.
Çocukluğumdan beri ben açlığa dayanamam. Hadim’de ilkokula başladığımda, ilk günü hiç unutmam, birinci dersten zil çalınca "teneffüse" çıktık. Herkes bahçeye giderken, ben doğruca evin yolunu tuttum. Anam beni görünce:
Aaa, öğle oldu mu? Çocuklar dağılmış! dedi.
Yok ana, dedim, daha dağılmadı ben geldim. Acıktım da!
Pekmez, ekmek bir şeyler koydu önüme, yedim okula koştum. İkinci derste yeniden evdeydim! Ablam, eve gelir:
Hadi, ders zili çaldı, gidiyoruz! der, kolumdan tutar götürürdü.
Sonra sonra alıştım, teneffüslerde eve kaçmıyordum artık. Herkes gibi, bahçede oynuyor, öğle olunca eve gidiyordum... öğrencilerin Ankara’da da "açlık grevi"ne son vermelerine nasıl sevindiğimi anlatamam...