Taşlama ustası Hasan Çelebi’yle bir süredir görüşemiyorduk. Havalar soğuk olduğu için sabah yürüyüşlerine de ara vermiştik. Ama o, taşlamalara ara vermemiş. Düşsel taşlamalarından kimileri şöyle:
“Kimseden korkusu yok, çünkü o sağken ölüdür/ Nesebi gayri sahih, 12 Eylül dölüdür.”
Bir başka ikilik:
"Hakkı 'ilhak' ederek fors atıyor bastıbacak/Ama zaptettiği devlet ona zindan olacak."
İki de "dörtlük" Hasan Çelebi'den:
“Azdı içtikçe vatandaş kanını/Bağlayan yok mu bu itoğlu iti/ Suçludur bizce bu itten daha çok/Böyle ipsiz bırakanlar bu iti."
Hasan Çelebi, bu dörtlüğü de "kuyruğu titreteceği" güne göre yazmış:
"Alçaklığı örtüktü, utanmazlığı çıplak/Bir tamburu, beş kamburu, bin zenburu vardı/Titrettiği gün kuyruğu halkın yüzü güldü;/Kalkınca o leş, ülkeyi hoş bir hava sardı."
(Son dörtlükte geçen "zenbur" sözcüğü Farsça "arı" anlamına geliyor)
Hasan Çelebi, taşlamalarını "aruz’la yazıyor. Kendisiyle ilgili "fahriyye"sinde (övgüsünde) de şöyle diyor: "Son ustasıyım taşlamanın bunda yalan yok/Ustamsa işin kurdu, başöğretmenim Eşref;/Bir balmumudur dil ve aruz, usta elinde/Benden büyük az kimse var, artık benim Eşref!"
★★★
Hacı TÖ, kimi köşe yazarları için "kılkuyruk " demiş. İstanbul’da Fatih toplantılarında konuşmuş:
Ben, “Anayasayı bir kez çiğnemekle birşey olmaz" demedim. Benim bir sözümü bazı köşe yazarları böyle yorumladı. Anayasa Mahkemesi raportörü de bunu raporuna yazmış. Bir incele bakalım. Kılkuyruk iki köşe yazarı böyle yazdı diye, bu doğru mu? Ne yapalım? Başkanı öyle olursa, raportörü de böyle olur." (Hürriyet, 11 Ocak 1993)
Cumhuriyette geçen söz "kılkuyruk" değil, "kıl tüy". Bunları okuyunca gülüp geçmek gerekebilirdi...
Amaaan, sözünü lafını bilmeden, esirgemeden konuşuyor işte, kusuruna bakılmaz! denip geçilebilirdi. Ancak bir iki kez olsa, orada kalsa bu doğru olabilirdi. Su hep böyle sürüp gidiyor. Buna bir "dur" diyecek yok mudur? Herkesi küçültünce kendisini büyüteceğini sananların sayrılığı olmalı bu. Elinden geldiğinde senli benli, yani "laubali" olmak nasıl bir huy?
Meclis kulisinin ANAP bölümünde dolaşırken arkamdan bir ses geldi:
Mustafa!
Dönüp baktım, Hacı TÖ!
Bana mı seslendiniz Sayın Özal?
Hemen değiştirdi:
Sayın Ekmekçi! Hiç görüşemiyoruz...
Hah şöyle, Başbakan da olsa, sınıf arkadaşı da olsa, bir politikacı, Cumhuriyet yazarına küçük adıyla seslenemez!
Çankaya'ya tırmanalı beri, bir gün olsun çağrılarına gitmedim, katılmadım. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin başkanı olarak da gitmedim. Yönetimdeki arkadaşlarım da tutumumu onayladılar. Çankaya demokratikleşinceye dek bu böyle sürecek. Çankaya'ya nasıl tırmanırsa tırmansın, ne olursa olsun, orada oturanın konuşmalarında titiz olması gerekir. Sırça köşkte oturmaktadır çünkü. Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'e öfkesi de, Anayasa Mahkemesi’nin "Yüce Divan" olarak görev yapmasından, bir gün kendisini de yargılama olasılığından mı kaynaklanıyor ne? Onun için mi Yıldırım Akbulut'un eşini, televizyon seyretmediğini söyleyen adayları Anayasa Mahkemesi üyeliklerine atıyor?
Hacı TÖ'nün eşi Hacı SÖ, "Turgut yenilgiyi kabullenmez" diyor, şöyle anlatıyor.
"- Turgut çok inatçıdır. Yenilgiyi hiç kabullenemez. Yurtdışına çıkarken uçakta iskambil oynarız, hep yenerim. Buna çok sinirlenir. 'Lafla beni yendin' diyerek yenilgiyi kabullenmez. Benim matematiğim güçlüdür. Hesap kitap işlerinde uzmanımdır. 40 yıl önce, devletin istatistiki bilgilerini tutan yalnızca iki kişiydik. Böyle her yerde uzmanlar falan yoktu. İşi oradan kaptığımdan mı neden, rakamlarda hiç hata yapmam..."
Hacı TÖ'nün de coğrafyası güçlüymüş. Hacı SÖ anlatıyor:
“….Mesela yine uçak yolculuklarında, Turgut bir yerden geçerken ‘Bak, burası şu kent’ der. Bölgeyi çok iyi tanır. Ben ise hiç anlamam. İşte bu şekilde, ben matematiğimle, Turgut da coğrafyasıyla birbirimizi tamamlıyoruz."(Hürriyet, 12.12.1992)
Anlaşılıyor mu, ülkede enflasyonun neden buralara geldiği? Ama kanımca asıl sorumlu Süleyman Bey'dir. Hacı TÖ’yü elinden tutup bir yerlere getirmese böyle mi olurdu?
"Takunyalılar" Planlama'da cirit atarlarken Hacı TÖ’yü tek savunan Süleyman Bey’di. Aydın Yalçınlara şöyle mi demişti:
-Siz Turgut’u bilmezsiniz, o bir dâhidir! "Kılkuyruklara gelince, onu "Köşk" yazarları düşünsün...
14 Ocak 1993, Cumhuriyet