Kılçıklı Yazılar...

12 Eylül ün sıcaklığı duruyordu daha, nisan 85'ler, Denktaş'ın Cumhurbaşkanı seçildiği sıra; Nurettin Bey (Ersin) Kıbrıs'ta; bir kokteylde konuşuyorlar; Cumhuriyet’ten Sedat Ergin gönderilmiş seçimleri izlesin diye. Kıbrıs'ta, Denktaş'ın danışmanlığını da yaptığım sandığım bir eski gazeteci arkadaş, Nurettin Bey’e, emekli orgeneral Ersin'e, Türkiye'den haberler sormaktadır:
Paşam, Cüneyt nasıl?
İyidir!
Uğur nasıl?
İyidir!
Böyle usuna geleni sorup gidiyor. Belki bunları değil, başkalarını soruyor. Sıra bana geliyor:
Paşam, Ekmekçi nasıl?
O mu, onu içeri atacağız, çıkamayacak! Fakat pund bulamıyoruz!
Sedat, şimdi Hürriyet'te, Amerika'da. Kıbrıs’tan Ankara'ya dönüşte:
Aman abı dedi, dikkat et! Seni içeri atmak için pund arıyorlar!
Anneeee! dedim içimden, “Aman aslanım, pundunu bulamasınlar!"
12 Eylül sıcağı, Orhan Apaydın’la, Ankara'da bir duruşmadan çıkıyoruz, yolda:
Senin bütün yazıların kılçıklı; ama yakalayamıyorlar! Ben olacağım ki!
Hoppala! savunmanımız da böyle derse biz ne yapacağız? Gülüşüyoruz.
Sevgili Orhan Apaydın'ın, 12 Eylül'de çekmediği kalmadı. Sonunda, incecik bedeni dayanamadı, öldü...
Bir kitabımın adını "Kılçıklı Balıklar" koymuştum; Anadolu'da bir söz vardı, şöyle derlerdi:
Akan suyun balığı kılçıklı olur!
Eylem içinde olan kişi kılçıkları korumalı, öyle löp löp et olmamalı, yutuverirler sonra! Kılçıklı olursa yutanın boğazında kalır...
12 Eylül'ün sıcak günleri, herkes sac üstünde. Gazeteler kapanıyor, neler oluyor? fazı İşleri Müdürü Okay Gönensin telefonda:
Abi, yazında bir tümce var, kılçıklı!
Onda bir şey yok yav!
Bence de yok, ama çentik atıyorlar abi; çentikler on taneyi bulunca, gereğini yapıyorlar!
Tamam Okay, nasıl istersen öyle yapalım!
Yazı işlerindeki arkadaşlarıma, bu konularda hiç itiraz etmedim sanıyorum. Gazetenin yaşaması gerekirdi önce...
Ankara'da, savunmanımız Emin Değer'e sorardım:
Emin Bey, ben şöyle bir tümce kullanıyorum, bir sakınca var mı?
Sen kullan yav, biz seni savunuruz!
Tümceyi hemen ya çıkarıyor, ya değiştiriyordum, "Savunuruz!" dedi ya... Anlatacaklarımı, başka sözcüklerle anlatmaya çalışıyordum.
Pazartesi sabahı İlhan Selçuk'la, İzmir’den uçakla Ankara'ya dönerken gördük. İzmir Adnan Menderes Havaalanı'nın girişine kırmızı halı döşeniyordu. Koca bir kamyon dolusu halı, bir yandan döşeniyor, bir yandan, bir görevli halılara süpürgeyle süpürüyordu. Kenan Evren de o sabah uçakla Ankara'ya dönecekti. Hazırlıklar onun içindi. Bir de askeri bando vardı. Savunman Turgut Kazan’ın Menemen Şenliğindeki bir sözünü anımsadım. Söz, gerçekte Fransızların bir sözüydü. Şöyle:
Askeri bando ne kadar müzikle ilgiliyse askeri yargı da o kadar hukukla, adaletle ilgilidir!
Yargıtay Başkanı Ahmet Coşar, “Adalet Yılı”nın açış konuşmasında özetle şöyle demişti:
“Hem sivil toplum anlayışı ve çağdaş devlet tipolojisiyle hem de bu değerlerin oluşturduğu çağdaş hukuk anlayışı ile bağdaşmayan bir diğer olgu da sivil ve askeri olmak üzere iki başlı bir yargının anayasamızın ve dolayısı ile devletimizin örgütlenmesi içinde yer almasıdır.
Hepimizin bildiği üzere, askerlik ve yargıçlık birbirlerinden tamamen farklı yapıda ve birbirleri ile hiçbir biçimde bağdaşmayan iki ayrı ve saygın meslek birimidir. Askerliğin özünü nasıl bir emir-komuta ilişkisi oluşturur ise yargıçlığın özünü de hiçbir yerden hiçbir kuruluştan ve kişiden emir almamak oluşturur. Yani birisinde bağımlılık, diğerinde ise bağımsızlık esastır.
Gerek bu yönleri ile gerekse adını demokrasi diye koyduğumuz sivil toplum yapısı ve örgütlenişi içinde ve geleceğin Türkiyesinde bir askeri yargı birimine gerek ve gereksinme olup olmadığının şimdiden düşünülmesi gerektiği inancındayız..
…Bu çerçevede üzerinde durulması gereken bir diğer önemli konu da Devlet Güvenlik Mahkemeleridir..''
Ahmet Coşar bu konuşmasında, gerici akımlara yüreklilikle değindiği gibi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliklerine, Cumhurbaşkanı’nca seçim yapılmasının da “doğru olmadığı”nı yine yüreklilikle vurguladı. Dinleyenler, İmren Öktem'den bu yana, böyle bir konuşmanın yapılmadığını söylüyorlardı...
İlhan Selçuk'la, güvenlik denetiminden geçmiştik; uçağın kalkmasına daha zaman vardı. Evren için yapılan hazırlıkları seyrediyorduk. Karşıda, bir binanın tepesinde. Silahlı polisler yerlerini almışlardı. Boş bir salondan olup bitenleri izliyoruz. Az sonra, bir görevli geldi:
Burayı boşaltacağız, kapatacağız, lütfen bekleme salonuna gidin, Ankara yolcusu musunuz?
Evet, uçak mı kalkıyor? diye sordum.
Burayı kapatacağız!
Düşündüm, bunca gösteriye, özentiye ne gerek vardı? Kenan Evren, artık asker değil, sivildi. Demokrasiye de geçmiştik, öyle değil mi? Cumhurbaşkanları, halkın arasında dolaşabilmeli, otobüse binebilmeliydi. Başbakanlar da öyle. Kenan Evren, düşünde yılan görmüş, yılan "düşman" demekmiş! Silmeli bunları usundan, çıkarmalı. O, göstermelik haltlar, bando mızıkalar kaldırılmalı ortadan. Özel uçaklar yerine, herkesin bindiği uçaklara binmeli. Evren’in de ayakları, her demokrat yurttaş gibi yere basmalı!