Kıbrıs'ın Önündeki Taşlar...

Şevket Süreyya Aydemir’in yakın dostları arasında bulunan Aysel Bayramoğlu, Şevket Süreyya’nın ölümünden sonra, bana onun bir vasiyetini getirmişti. 1994’te yaptığımız bir söyleşide bunu sordum:
Aysel Hanım, vasiyet olayını anlatır mısınız?
İnönü ile ilgili “İkinci Adam” yazılırken “İkinci Adam”ın birinci cildi çıkmıştı. Bana da her zaman telefon ederek gelirdi. Biz, İnönü’nün Pembe Köşkü 'ne yakın oturuyorduk. Bu kez telefon etmeden geldi. İş Bankası’ndan yeni dönmüştüm, saat 18.00’de çıkıyorduk. Sanıyorum, saat 19.30 filandı. Kapı çalındı, Şevket Süreyya Bey geldi. Selamladı; “Bir, yarım parmak votkan var mı” diye sordu. Her zaman içen bir insan da değildi. Anladım, bir heyecan yaşıyor; ağırladım. “Şimdi, dedi, İnönü'den geliyorum; bir hayli uzun konuştuk. Kitabımı beğenmiş, içim rahat etti...” İlk baskıydı, ama bu değişebilir.
Provası mı yoksa?
Provası olabilir. Provasıdır, evet. “İnönü onayladı, beğendi, ama biz bir hayli konuştuk" dedi. Şöyle durdu: “Sana bir şey anlatacağım, aramızda kalsın” dedi. “Konu” diye sordum. “Ecevit'le ilgili" karşılığını verdi. Ecevit'ten söz ederken İnönü şöyle yakındı: “Onu yanımda taşıdım; bir devlet adamı olması için ne mümkünse yaptım. Ona öğretmeye çalıştım. Birçok şeyi yaşadı benimle birlikte. Ne yazık ki, bir kompleksi var, onu yenemiyor ve yenemeyecektir. Onu yenemeyeceği için de iktidara geldiği zaman zararı dokunacaktır. Bundan endişeliyim...”
Peki, siz ne dediniz? Ne yaptınız o zaman?
Ben karşı çıktım İnönü'nün bu yargısına. Çünkü Ecevit o zaman çok seviliyordu. Şevket Süreyya Bey düşündü: “O zaman ben bunu şimdi yazmamalıyım. Çünkü büyük tepki alırım, zaman içinde bu anlaşılacak! "dedi. O, İnönü'nün yargısına çok inanmıştı. Yaşamının sonuna değin yazmamasının nedeni buydu. “Bundan sonra Ecevit'le ilgili düşünmem lazım. Sanıyorum ölünceye değin onun için tek satır yazmam”sözünü o gün söylemiştir. Sonra, Ecevit'in CHP-MSP ortaklığını bozmasına da çok üzülmüştü. “Bu” dedi, “Türkiye için büyük bir fırsattı”. İskandinav ülkeleri çağırmıştı Ecevit'i. İsveç, Danimarka çağırmıştı. Bir on beş gün Erbakan 'a Başbakanlığı vekaleten bırakmadı; ama Hoca'ya (Şevket Süreyya'ya) göre, büyük bir fırsattı, kaçırdı.
İkincisi de Kıbrıs olayları konuşuluyordu. Hoca, şöyle diyordu: “Kıbrıs olayları, şu anda sonuca bağlanmaz, uzarsa, yani masada uzatılırsa biz kazanamayız! O yüzden de Ecevit bağışlanmaz bir hata yapıyor. Çünkü Kıbrıs sorununun şu anda bitirilmesi gerekir." Kissinger vardı biliyorsun, onunla da konuşmalar başlamıştı Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili. Tabii, iktidardan uzaklaşınca da o kaldı. Yani iki büyük vebal! Ve Kıbrıs olayının bugünkü hale gelmesinde, başlangıçta Ecevit'in büyük sorumluluğu, yahut sorumsuzluğu var. Hoca, ondan sonra da gerçekten Ecevit için, Kıbrıs için tek satır yazmadı.
Şevket Süreyya'nın cenazesinde yoktu galiba değil mi Ecevit? Vedat Dalokay sarmıştı bayrağa...
Hayır, yoktu. Görmedim!
Vasiyete gelelim!
Bir Ecevit, bir de Kıbrıs konusunda yazmadı. “Kıbrıs'ta masaya oturulduğu zaman bu iş çok uzar. Ve biz kazanamayız” dedi. O zaman, döndü bana dedi ki: “Bak kızım, ben yazmadım bunları, ama yazılmasını isterim. Ekmekçi’ye söyle yazsın!" Bir de, İnönü'nün o yorumundan sonra, “Ben tek satır yazmam!” demişti. İnönü 'nün değer ölçüsüne inanmıştı yürekten. Bir devlet adamıydı çünkü İnönü...(Dost Mektupları, Cumhuriyet 14.5.1994).
Şevket Süreyya Aydemir, Aysel Hanım'a yazdığı 19.7.1975 günlü mektubunda, bir yerde şöyle diyor:
"... Bunları yazarken, Kıbrıs'ı Kıbrıs problemi olarak tabii ele almıyorum. Günlük yazı ve sohbetlerimde de bu konunun bu tür ortaya serilmesinden daima çekindiğimi bilirsin. Davayı ‘Menderes'in Dramı’nda gereğince özetledim. Ama o kadar. Burada da bu konuya yer ayırmayacağım…….Ümit ve temenni edelim ki, bu çıkmaz bir labirent haline gelmesin. ”(13 Mayıs 1994, Cumhuriyet).
Kıbrıs sorunu yirmi yıldır bir labirent halindedir. Bülent Bey, Kıbrıs sorununu çözme yerine “Kıbrıs fatihi" olarak kalmayı daha mı yeğlemişti ne? Bir gün Prof. Turan Güneş şöyle demişti:
Ekmekçi, keşke Kıbrıs’a çıkmasaydık!
Neden?
Çünkü biz, orada Ecevit'i kaybettik!
Kıbrıs sorunu o duruma geldi ki, sanki bu gerginlikten çıkan olanlar var gibi geliyor. Kıbrıs’ın şahinlerinin başında Rauf Denktaş geliyor. Rumlar, diyor başka bir şey demiyor. Yirmi yıldır Cumhurbaşkanı! İnsaf... Ne biçim demokrasi bu? Ne zaman Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa, Türkiye’den etkililer, yetkililer damlar Kıbrıs'a; 1981 seçimlerinde öyle oldu. Cuntadan Nurettin Ersin gitti! Daha öncelerin öykülerini de yakından biliyorum. Gözdağı ile adayları uzaklaştırıyorlardı. Berberoğlu'nun öyküsünü bilmeyen mi var?
Rauf Denktaş, Rum düşmanlığının yanına, Avrupa Birliği düşmanlığı da ekliyor. Yanlış, çoook yanlış. Düşmanlıklarla bir şey çözümlenemez. Kıbrıs'la ilgili bir yazımın başlığı şöyleydi: “Anası Gibi Danası!”
Sanki, bütün dünya, Türklere düşmanmış gibi bir hava yaratılmak isteniyor. Böylece, Türkiye de, yavrusu da, kendini yalnızlaştırıyor.
Bugün bayramı kutlanan Kuzey Kıbrıs’ta, demokrasinin “d"sinden söz edilebilir mi ne bileyim? Kıbrıs’ta 1990 seçimlerinde, doğrudan bir karışma yani “müdahale" oldu; bunun üzerine, Toplumcu Kurtuluş Partisi’yle, Cumhuriyetçi Türk Partisi, parlamentoyu boykot edip, üç buçuk yıl Meclis dışında kaldılar. 1993 seçimlerine katıldılar...
Şimdi bayram var; kutlu olsun!