Belçika Büyükelçisi Roland Burny ile eşinin, Gölbaşı'ndaki “Belçikalının Yeri" lokantası sahibi Sadık Görgülü’ye Leopold II nişanı verdiği kokteylde, genç bir bayanla tanışmıştım. Bayan kendini tanıtırken şöyle dedi:
Ben, 1948 yılında hakkında Meclis soruşturması açılan, Mecliste yaptığı savunma sonucunda aklanan eski Ticaret Bakanı Atıf İnan’ın torunuyum. Adım Seçkin İnan!
Seçkin İnan, bir Belçikalıyla evliydi, soyadına Guimin'i de ekliyordu. Güzel Fransızcası vardı. Babası Aydın İnan, İzmir’de ticaret yapıyordu.
5 Şubat günlü Cumhuriyet'te, Celil Gürkan'ın Vuralhan olayına ilişkin bir yazısı vardı. Atıf İnan ile Münir Birsel olayı o yazıda ayrıntılarıyla anlatılıyordu. Atıf İnan, kendisi hakkında Meclis soruşturması açılmasını istemiş, “Meclis Tahkikat Komisyonu"nun karşısında kendini savunmuştu. Meclis Genel Kurulu Atıf Inan'ı akladı. Yüce Divan’a göndermedi. 1948 yıllarının Milli Savunma Bakanı Münir Birsel de, adı olaya karıştığı için, bakanlık görevinden çekildi. İki bakan da sonunda aklanıp çıktılar. Atıf İnan 1970 yılında öldü. Münir Birsel 91 yaşında İzmir'de yaşıyor.
Perşembe günü Mecliste Ercan Vuralhan'la ilgili "gensoru" görüşmelerini izlerken, çok kimse bir şeyi gözden kaçırmadı. Vuralhan’ın kendini savunmaması, savunmaz durumda bırakılması! Başbakan Turgut Bey'in, “Sen çıkma, Mesut Yılmaz çıksın!" dediği söyleniyordu. İleri sürülenler karşısında, kendini savunmayan, savunamayan bir Milli Savunma Bakanı, Milli Savunma Bakanlığı'nı nasıl savunacaktı? Asıl bu durumda, Ercan Vuralhan’ın görevinden çekilmesi gerekirdi.
Benim kendimi savunmama olanak verilmiyor, benim kendimi savunmam, ileri sürülenlerin altından kalkmam gerekir. Bunu sağlamamak, bana, benim kendimi savunmama inanmamak, güvenmemek demektir...
Cumhurbaşkanı, denetleme kurulunu çalıştırmamış, belgeleri kurula verme gereği görmemişti. Ona göre, Ercan Vuralhan, dokunulmazlığı olan bir bakandı, halen Dışişleri memuru değildi, o nedenle denetleme kurulu bu işe bakamazdı. Meclisteyse, olaylar sırasında Vuralhan'ın memur olduğu, bu nedenle hakkında gensoru açılamayacağı ileri sürülüyordu. Olay, az biraz “devekuşu” olayına dönmüştü. Vuralhan ne uçabiliyor, ne koşabiliyordu... ,
Mecliste görüşmeler sürerken, Ercan Vuralhan, bakanlar sırasında, oturduğu yerde notlar alıyordu. Görenler, “Bak, notlar alıyor, kim bilir kendini nasıl savunacak?" derdi. Deniz Baykal, gensoru görüşmelerinin yıldızıydı denilebilir. Deneyimliydi, günündeydi. Önder Kırlı da başarılıydı...
Başbakan Turgut Bey, Deniz Baykal konuşmaya çıkıncaya dek, ortalarda gözükmedi. O konuşurken salona girdi. Yine de bakanların çoğu, yerlerinde yoktular. ANAP’lılar da, salonda, birbirleriyle konuşuyorlar, Vuralhan'a pek sahip çıkar görünmüyorlardı...
Deniz Baykal konuşmasını yaparken, Turgut Bey’in yerinden bir İki kez söz attığı görüldü. Deniz Baykal, parmağını Ercan Vuralhan'a uzatarak konuşuyor, ileri sürülenler karşısında, çıkıp kürsüye yanıt vermesini istiyordu. Baykal şöyle diyordu:
Maksat gerçekleşmiştir, her şey söylenmiştir. Gönül ister ki, Sayın Bakan da bir Münir Birsel gibi ya da bir süre önce Fransa'da adı söylentilere karıştırılıp bakanlıktan istifayı İlk iş olarak gerçekleştiren Hemu gibi (O da Milli Savunma Bakanı) bakanlığı bıraksın ve konunun ciddiyetle incelenmesine imkân tanısın.. (SHP sıralarından “Onur ister onur" sesleri; ANAP sıralarından gürültüler)... Nadiren bir kişi, alacağı bir kararla memleketine büyük bir hizmet yapmak imkânına sahip olur. Bu nadir fırsatlardan birisi şimdi Sayın Vuralhan’ın elinde. Başbakana gizli kapılarda istifaya hazır olduğunu ifade etmekle yetinmesin, Başbakana da sormasın, onu da rahatlatsın, gelsin buraya, açıkça "İstifa ediyorum" desin, Başbakana karşı da desin, hükümetine karşı da desin. (SHP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler) Bu bize yapabileceği en büyük iyiliktir...
ANAP grubu adma konuşan Halil Orhan Ergüder, Yassıada'da Celal Bayar’ın savunmanlığını yapmıştı. Onunla övünüyordu. O yıllar eski Demokratların savunmanlığını yapmış bir hukukçuyla konuşuyordum. Söyle demişti:
Avukatlığını yaptığı doğru. Yalnız bir şey söyleyeyim. Bir gün Celal Bayar beni çağırdı. Bayar, “Ben size dargınım!" dedi. “Niye efendim?" dedim, ‘‘Çünkü siz beni müdafaa etmediniz!" dedi. Böyle demişti. Ba- yar, "Beni bunlara bıraktınız!” mı demek istemişti? (10 şubat çarşamba günlü Cumhuriyetin “Parlamento Sayfası”nda, Orhan Ergüder'le ilgili ilginç bilgiler vardı)
Orhan Ergüder, Mecliste konuşmasına başlarken, şöyle demişti.
Evvela hepinizi saygıyla selamlarım. Fevkalâde heyecanlıyım; nasıl heyecanlıyım anlatamam.
İbrahim Demir (DYP Antalya) — Yeşilçam'da değiliz.
Halil Orhan Ergüder (Devamla) — İnsan böylesine savcılar karşısında kalınca, dünyanın en büyük kanıtlarını ortaya koysa, Bastille'de hapishaneye girer. Hiç hukuk dinlemeden, hak dinlemeden böylesine bir yüklenme. Dünya siyasi tarihinde bir dosya da bu olacaktır.
Arkadaşlarımı öyle dikkatle dinledim ki, -hele Sayın Baykal’ı- o yakışıklı ve güzel adam, adeta kelle istiyor, kelle...(SHP sıralarından gürültüler, “ciddi ol" sesleri) isterim diyor kelleyi.
Baki Durmaz (Afyon-DYP) — Orta oyuncusu musun?
ANAP'lı eski CHP’li Reşit Ülker, şanssız bir günündeydi. Usul hakkında söz isteyip konuşmasına başlarken, Önder Kırlı (Balıkesir-SHP) oturduğu yerden şöyle dedi:
Senin kaç tezgâhtan geçtiğini biliyoruz; dönekliği mi öğreneceğiz?
Başkan — Efendim, hoşlanmadığınız bir arkadaş kürsüye çıkabilir;
önemli olan ona tahammül etmektir.
Reşit Ülker (devamla) — Konuşmaya karar verdiğim zaman, söylediğim sözlerin altından kalkamazsınız; 30-40 sene unutulmaz o sözler sonra.
Ahmet Ersin (İzmir-SHP) — Seni 40 sene sırtımızda taşıdık, dönek herif.
Reşit Ülker (devamla) — Sensin.
6 Şubat 1988, Cumhuriyet