Savunman İbrahim Açan, 18 Ocak 1988 günlü dilekçesiyle Ankara 4. Kor. Komutanlığı'na başvurdu. Özetle şöyle dedi: (Bazı sözcüklerin Osmanlıcalarını ben Türkçeleştirdim)
"4. Kor. Komutanlığına,
353 sayılı Askeri Mahkemeler ve Yargılama Usul Yasası'nın 91. maddesine göre: 'Tutuklu savunmanı ile her zaman görüşebilir ve haberleşebilir. İddianamenin mahkemeye verilmesine (dava açılmasına) kadar sanık ile savunmanın görüşmesinde askeri savcı ve yardımcısı hazır bulunabilir'
Ceza Yargılama Usul Yasasının 144. maddesinde de aynı hüküm vardır.
T.C. Anayasası'nın 2. maddesine göre. 'Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir’ Aynı anayasanın 36. maddesine göre: ‘Herkes savunma hakkına sahiptir'
Bilindiği gibi hukuk devleti demek yürürlükteki yasaların herkes hakkında eksiksiz uygulandığı devlet demektir. Mamak Askeri Ceza ve Tutukevinde 353 sayılı yasanın 91. 1412 sayılı Ceza Yargılama Usul Yasası’nın 144. maddeleri uygulanmamaktadır.
Dava açıldıktan sonra dahi tutuklu sanıklar savunmanları ile görüşürken tutuklunun ve savunmanının arkasında bulundurulan görevliler konuşmaları dinlemektedirler.
Bu uygulama yukarıda belirtilen yasa hükümlerine aykırı bulunmaktadır.
Ayrıca tek tip giysi giymeyi reddeden tutuklu sanıklar savunmanlarıyla görüştürülmemektedirler.
Tutuklu ve hükümlülerin giymesi zorunlu kılınan tek tip giysi, iklime uygun ve sağlığa elverişli olmayan, onurlu bir insanın zor ve baskı olmadıkça giymeyeceği bezden, boyama uydurma bir giysidir. Bu uygunsuz giysinin sanıkların savunmalarını kısıtlamak, kişiliklerini yok etmek için bir baskı aracı, devamlı açık veren devlet bütçesine bir yük olmaktan başka bir yaran bulunmamaktadır.
Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’nin yasaya aykırı ve savunmayı engelleyen bu uygulaması nedeniyle müvekkilim Zafer Koç ile 15 Eylül 1987"den beri görüşememekteyim.
Anayasanın 2 ve 36., 353 sayılı yasanın 91 ve 1412 sayılı yasanın 144. maddelerinin tam olarak uygulanması için Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi yetkililerine emir buyurulmasını saygı ile arz ederim."
Savunman İbrahim Açan’la, yakındığı bu tek tip giysi olayını konuştuk. İbrahim Açan, özetle şu bilgileri verdi:
Genelkurmay Başkanlığı’nın buyruklarıyla 1983 yılı içinde askeri ve sivil tüm ceza ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklulara, adına tek tip elbise (TTG) denilen kaput bezinden boyama sözde bir giysinin giydirilmesi zorunluluğu getirildi. Bu giysiler, yalın kat bezden yapılma pantolon ve ceketten ibaret. Tutukluların görüşe çıkarken, hastane ve mahkemeye sevk edilirken, bu giysileri giymeleri zorunlu. TTG giymeyi reddeden tutuklular hastaneye gönderilmemekte, mahkemeye de kış yaz, atlet ve donla çıkarılmaktalar. Atlet ve donla mahkemeye çıkarılan tutuklu sanık, 'Mahkemenin saygınlığına uygun kılıkta olmadığı' gerekçesiyle mahkeme salonundan atılmakta, bir daha mahkemeye getirilmemekte. Dava sanığın yokluğunda sürmekte ve sonuçlanmakta, sanığın savunma yapmasına olanak tanınmamakta. Bu durumda bırakınız savunmayı, kimliği bile saptanmadan Askeri Yargıtay'dan geçmiş mahkûmiyet kararı var. Bu uygulama 353 sayılı Askeri Yargılama Usul Yasası'nın 143 maddesine dayandırılmakta. Sözü geçen madde: 'Duruşmanın inzibatını bozan kişinin salondan çıkarılacağını', ‘Mahkemeye, mahkeme başkanı ve üyelerden herhangi birine, askeri savcıya karşı uygun olmayan söz ve davranışlarda bulunan kişilerin duruşmanın inzibatını bozmuş sayılacaklarını', 'sanığın sonraki oturumlarda duruşmayı önemli ölçüde aksatacak davranışlara devam edeceği anlaşılırsa yokluğunda duruşmaya devam olunmasına mahkemece karar verilebileceğini' ancak ‘bu kararın esasa ilişkin iddia ve savunmanın yapılmasına engel olacak şekilde uygulanamayacağını…’ hükme bağlıyor.
Bu uygulamayla birçok sanık savunma yapmadan, suçsuzluğunu kanıtlayacak delillerin (tanık vs) mahkemeye göstermeden mahkûm olmuştur. Albay rütbesinde bir askeri yargıç bana:
Bu elbise işi iyi oldu... iki defa salondan atıyoruz, ondan sonra cezayı giydiriyoruz! Yoksa bu davalar bitmezdi... dedi.
Bir duruşmada mahkeme heyetine:
Bu uygulamanın yasaya aykırı olduğunu, sanığın kendi iradesiyle bu kılıkta mahkemeye gelmediğini, cezaevi yönetimi tarafından zorla getirildiğini, mahkemeye saygısızlık söz konusu ise sanığın bu kılıkta mahkeme önüne çıkaran cezaevi yönetimine ait bulunduğunu, tek tip giyip giymeme işinin idari bir işlem olduğunu, mahkeme heyetinin ise, yönetimin disiplin kurulu olmayıp Türk ulusu adına adalet dağıttığını bildirdim, ayrıca ‘Sanığın kılığı mahkemenin saygınlığına uygun görülmüyorsa, benim yanımda uygun giysi var, bu sanığa giydirilerek salona alınsın, sanığın savunmasına olanak tanınsın!’ dedim. Bu İsteğim üzerine sanık giydirildi, ancak bire karşı iki oyla, giyinmiş olan sanığın mahkeme salonuna alınması isteğimiz reddedildi. (İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi 1983/391 sayılı dosyanın 15.2.1984 günlü oturum tutanağı, sayfa 1).
TTG uygulaması tutukluların insanlık onurunu hırpalamak ve savunma olanaklarını önemli ölçüde kısıtlamak için bir araç olarak kullanıldı. Örneğin, bir müvekkilim TTG giymeyi reddetti diye 2 yıl boyunca, yani davanın bitip kararın yazılması sonuna dek yakınlarıyla ve savunmanlarıyla görüştürülmedi!
Birçok tutuklu sanığın TTG giymeyi reddetmeleri ve direnmeleri üzerine bazı askeri cezaevlerinde 1986 yılından beri TTG giyme zorunluluğu ortadan kaldırıldı.
Sıkıyönetim ortadan kalktığı, normal döneme girildiği halde, Adalet Bakanlığı, ceza infaz yönetimine ilişkin tüzüğün 126 ve 139. maddelerini değiştirerek TTG uygulamasına yeniden başladı! Bu yüzden bazı cezaevlerinde hükümlü ve tutuktular açlık grevi yoluyla direnişe geçtiler. Bu yüzden birçok hükümlüyle tutukluya mektup yasağı, görüş yasağı, hatta savunmanla görüş yasağı konuldu!
25 Eylül 1987 günü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan söz konusu tüzüğün 126 maddesinde ‘… İdarece verilen yemekleri yememek ve elbiseleri giymemek yasaktır…’ 139. maddesinde de ‘Hükümlü ve tutuklulara idarece iklime uygun, sağlığa ve çalışmaya elverişli elbise, çamaşır, ayakkabı ve çorap verilir. Hükümlü ve tutukluların idarece verilen elbiseleri giymeleri zorunludur’ hükümleri yer alıyor. Şimdiye dek, hükümlülere, tutuklulara çamaşır, çorap ve ayakkabı verildiği görülmedi. Bir yandan bağış adı altında vatandaştan haraç alınırken, öbür yandan 70 bine yakın hükümlü ve tutukluya giysi verilmeye kalkışılması bir çelişkidir. Bütçe olanağı varsa, niçin vatandaştan bağış toplanıyor? Bütçedeki ödenek durumu uygun değilse niye on binlerce kişiye giysi verilmeye kalkışılıyor. Roma’da sürdürülen Ağca davasını TV’den seyrettik. Mahkemeye çıkarılan Ağca’nın kılığı nikah salonuna gelmiş damat adayından farklı değildir. Bizde ise sanıkların bazen kollarının boyu dirseği biraz geçmiş, sözde ceket ve parçaları topuğundan iki karış yukarıda bezden boyama soluk, bazen de yırtık kılıkta mahkeme önüne çıkmaları zorlanmaktadır. Bu uygulamanın hangisi mahkemenin saygınlığına uygun okluğunu, sağduyu sahiplerinin değerlendirmesine bırakıyorum..."
Savunman İbrahim Açan'ın "Tek Tıp Giysi" üzerine düşünceleri burada bitiyordu. Ömer Asım Aksoy’la konuşuyorduk; O, Cenap Şahabettin’in giysi üzerine bir sözünü söyledi, şöyle:
İyi bir giysi, en iyi bir tavsiye mektubudur!
22 Ocak 1988, Cumhuriyet