"Aydınlar Dilekçesi Davası"nı izleyenlerden biri şöyle dedi:
Aydınlar birbirlerine mi düştüler?
Ne gibi?
Baktım da, üçe, dörde bölünmüşler. Kimi sanık, kimi tanık, kimi savunman, kimi de dinleyici... Hepsi dilekçeyi imzaladığı halde, bu bölünme neden, anlayamadım...
Cuma günkü duruşmaya da artık emekli olmaya karar veren, Hüsnü Göksel’in arabasıyla gittik. Karar öncesi son duruşma sayılırdı. Yolda Ahmet Tahtakılıç'ı, bir izleyici bayanı aldık. Cuma günleri Hüsnü Göksel'in ameliyat günüydü. O gün de ameliyatını erteleyerek, duruşmaya gidiyordu...
Mamak'ta dış kapıda her zamanki arama, kimliklerimizi verip, "sanık" kartlarını, “avukat", "dinleyici" kartlarını alma, sonra Mamak içinde belediye otobüsüne binip, mahkemenin yolunu tutuş. Bir buçuk yıldır, bu böyle gitti. Sondan bir önceki duruşmaya gidiyoruz. Duruşmada, savunmanlar savunmayı yapacaklar, ondan sonra karar. Bir savunman:
Biz, duruşmalar boyunca sizleri dinledik, siz de bizi dinleyin! diyor...
Mahkemelerin bulunduğu büyük kapıdan girerken, çok sıkı bir aramaya tutuluyoruz. Önümde aranan savunman İbrahim Açan dolmakalemini açtırıp bakmak isteyen ere:
Oğlum bu dolmakalem, ben avukatım; dolmakalemi niye açtırıyorsun? diye söyleniyor
Onun dolmakalemine de bakıldı, geçti. Halit Çelenk’le Asım Hışıl’ı, "onbaşı" arıyordu. Halit Çelenk'in, belki öğleyin orada kalırız diye getirdiği sandviç ile Asım Hışıl'ın, portakalı ile muzuna onbaşı izin vermek istemedi. Halit Çelenk:
Kardeşim, ben avukatım. Duruşmalar öğleden sonraya kalır diye bir lokma bir şey de getiriyoruz...
Olmaz, dedi, onbaşı, bırakamam!
Peki, o zaman, dedi Halit Çelenk'le Asım Hışıl, komutana söyler, sandviçimizi, portakalımızı kurtarırız!
Halit Çelenk, Türkiye'nin ünlü hukukçularından; onun "Hukuksuz Demokrasi" adlı yapıtı yeni çıktı.
Aranmaya hazırlanıyordum, anahtarlarımı elime almıştım. Arayan er, üstümü masaj yapar gibi taradı. Ceplerim de kalem dolu, birini açtırıp baktı. Şapkamı çıkarıp içine baktı iyicene. Ahmet Tahtakılıç'ın da paltosunun yakasına baktı. Gelen bayanları, ayrı yerde bayan polis arıyordu. Bir başka yerde, bayan polis, bayan savunmanın çizmesini çıkarttırmış, çizmenin içini aramıştı...
"Bahçede sigara içilmez" yazısı göze çarpıyordu. Daha önceleri yok da, yeni mi konmuştu bu yasak levhası?
SHP Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan'la, SHP Ankara İI Başkanı Erzan Erzurumluoğlu da duruşmaya gelmişlerdi.
Aydın Bey, aranmadan şöyle arkadan dolaşmak istedi. Yanında Erzan Bey'le koruma polisi de var. Görevli er:
—Dur, gitme arayacağım! dedi Aydın Bey’e.
Bu sırada, Aydın Bey:
Evladım, ben milletvekiliyim! dedi. Koruma polisi de, "Beyefendi ana muhalefet partisi lideridir. Bende koruma polisiyim.' diye fısıldadı görevli ere. Görevli er, "Bana ne" dedi. Aydın Bey'i de, koruma polisini de bir güzel aradı. Aydın Bey çok mu üzülmüştü? Onun da bizler gibi, mıncıklanırcasına aranması düşündürücü olmalıydı.
Yukarı çıktık; Halit Bey'le Asım Bey, sandviçi, portakal ile muzu kurtarıp gelmişlerdi. Bana da bir muz düştü...
Duruşmadan Aydın Bey'le, Erzan Bey erken ayrılmışlardı. Aydın Bey’in, Alman Elçisiyle görüşmesi vardı. Büroya dönünce, Aydın Bey’in yanından gelen bir karı kocayla konuştum. Elazığ Askeri Tutukevi'nde, tutuklu bulunan çocuklarına eziyet edildiğini ileri sürüyorlardı. Anne Saniye Can ile baba Celalettin Can, İçişleri Bakanlığı'na verdikleri dilekçede, tutuklu “C.C.”ye eziyet eden assubay, "M’’den yakınıyorlardı. Daha önce iyiydi, o gelince baskılar başlamıştı. Dilekçede şöyle diyorlardı özetle:
“Elazığ 3 No'lu Tutukevi'nde tutuklu bulunan oğlumuz C.C.’nin 8.1.1986 günü görüşüne gittiğimizde, yüzü gözü morarmış (darptan), değişik bir çehre ve güçlükle tanıyabildiğimiz bitik ve ayakta zor durabilen perişan bir insanla karşılaştık... Bir oğlumuz trafik kazasında, bir oğlumuz İstanbul'da öldürülmüş, bir oğlumuz da tutuklu olup, zaman zaman işkencelere tabi tutulmaktadır..."
Anayı anımsamıştım. Hinthorozu Erdal Bey'le, Aydın Bey’in Elazığ gezilerinde, sinemada ayağa fırlayarak "İşkenceleri durdurun!" diye bağıran anaydı. Aydın Bey’e de dilekçe vermişler, sorunlarıyla ilgilenmesini istemişlerdi Ankara'ya geldiklerinde...
Türkiye'de işkenceler, eziyetler durdurulabilir. En yetkililerin bu konuda açıktan genelgeler yayımlamaları gerekir. Yarım ağız söylenmiş demeçler yetmez..
* * *
"Aydınlar Dilekçesi Davası”nın cuma günkü duruşmasında duruşma yargıcı Yargıç Önyüzbaşı Mehmet Sever, tutanağa, duruşmaya gelenleri yazdırıyordu. Savcı Ahmet Mutlu, tutanak memuru Ahmet Yağcı’ydı. Sanıklardan Hüsnü Göksel, Güler Tanyolaç, Mustafa Ekmekçi, Haldun Özen, Şerafettin Turan, Halit Çelenk, Haluk Gerger gelmişlerdi. Savunmanlarsa şunlardı: Önder Sav, Ahmet Tahtakılıç, Refik Ergün, Asım Hışıl, Süleyman Ateş, Fatma Çakır, Şener Sarıhan, Savaş Köker, Cahit Bingü, Aydın Erdoğan, Mehmet Özsuca, Mahmut Bayram, Veli Devecioğlu, Selahattin Canbaz, Kazım Yenice, Şerif Vural, Atilla Sav, Nezahat Gündoğmuş, Şerife Kuşçuoğlu, Nevzat Helvacı, Erşen Sansal, Reşat Kadayıfçılar, İbrahim Açan, Hüsnü Rıza Çimen, Arda Şaylan, Haluk Ünsal, İsmail Sami Çakmak, Zeki Tavşancıl...
Dinleyiciler kalabalıktı. Aralarında, Aydın Güven Gürkan’la, Erzan Erzurumluoğlu'ndan başka Sabiha Çaycı, Ayla Kutlu, Nurcan Suzal, Nurettin Özsuca, Azime Korkmazgil, Abdurrahman Uluğer, Serpil Bozer, İrfan Pınarbaşı, Cevat Geray, Yiğit Gülöksüz göze çarpıyorlardı.
Duruşmada, savunman önder Sav. 35 sayfalık ortak savunmayı özetledi. Refik Ergün kısaca görüşünü açıkladı. Yargıç Önyüzbaşı Mehmet Sever, duruşmayı karar için 7 şubat cuma günü saat 9.30’a erteledi.
Gazeteye döndüğümüz zaman öğle olmuştu.
13 Ocak 1986, Cumhuriyet