Gazeteci, ozan Engin Aşkın, Küba’dan göndermiş 19 temmuz günlü kartını; "Felaket Ali"yle ikimize yazmış; “Sevgili Ekmekçi ve Sevgili Hüsrevoğlu" demiş. Şöyle diyor:
"Karayiplerin Kübası'ndan sevgi ve selamlar. Geçen pazar ölen ulusal ozan Nicholas Guillen için tüm Küba'da yas var. Benim 25 yıldır çevirdiğim bu ozanı Türk şiirseveri yakından tanıyor. İşte ozandan bir-iki dize:
Ben sıfırdan başladım ölüm pahasına/ Bende var şimdi bir dönün yüzünüzü / Bir bakın bana sayrılıp önyargılardan / Benim ayaklarım geziniz öz-toprağımda / Neler yoktu bende, şimdi neler ellerimde / yıldızlarım, gün ışığım, çiçeklerim var şimdi / Ben çağlar boyu haklıydım, isterken / O saf sessizliği mavinin benim / Benim sahile çıkan bütün sokaklar..."
Engin Aşkın, Milliyet'in Kanada muhabiri: 1960 öncesinde tanışmıştık. Otuz yıla varan bir dostluk aramızda sürüp giden. Asıl adı Coşkun Zengin, doğma büyüme Üsküdarlı. İstanbul çocuğu. Ayakkabı boyacılığı, daha neler neler yaparak yaşamını kazandığım anlatmıştı. İngilizce öğrenmişti, bir başına; THY’de steward olarak çalışıyordu; başta Varlık'a, başka dergilere şiirler yazıyor, zenci ozanlarından çeviriler yapıyordu. Kanada'ya göçünce, oradan Milliyet'e renkli haberler gönderdi. Dinlenmeye yurduna geldiğinde aradı, sordu, ama bir türlü, yıllar var görüşemedik. Yıllar var. ben gazetelerde. "Vatan'dı, “Öncü"ydü, “Milliyet''ti dolaşırken, o THY'de steward, yani hostesin erkeği görev yapmakta. Bir gün telefon etti:
Kalk gel İstanbul'a, tekmeyi vurunca kapı açılır; cup yatağa; evde bir anam var, bizde kalırsın. Burada hostesler var, seni gezdiririz!
Eh, atlayıp gittim İstanbul'a; doğru Coşkunlara...
Hani aslanım hostesler?
Bekle, dedi; arkadaşlarına telefon etti:
Ankara'dan gazeteci arkadaşım geldi, Ekmekçi, onu gezdireceğiz! Hazırlık yapın bakalım...
O zaman İstanbul'un içinde Bostancı'dan, yakınlarından denize giriliyor. Bir sandal tutup daha açıkta girmek istiyoruz. Benim keyfim yerinde, kayıkta boylu boyunca uzanmışım gören, askeri birliği denetime çıktım sanır; hostesler kürek çekiyorlar. Yanımızdan, yöremizden motorlar, kayıklar geçiyor. Bir ara geçenlerden biri laf attı:
Yuh be! Herife bak, uzanıp yatmış, kızlar kürek çekiyor! Ayı!
Hemen doğruldum, Coşkun'un arkadaşları gönlümü aldılar;
Siz onlara bakmayın, terbiyesizler ne olacak!
Biraz kürek de ben çekeyim dedim ya, beceremedim...
O akşamüstü, hosteslerden birinin evinde benim için parti verildi; çay içtik, kurabiyeler yedik, annelerinin hazırladığı...
★ ★ ★
Ankara’da, bir Ankara'da mı. tüm Türkiye'de günün konusu. Çankaya... Ne olacak? Süleyman Bey'e soruyorum:
Süleyman Bey, bu önümüzdeki bir ay içinde ne olacaktır? Bir tahminde bulunabilir misiniz?
Aşılır, çapraşıklığa doğru akmaz, açıklığa doğru, aşılır... Yanlışa doğru gitmez, doğruya doğru gider. Sonu oraya varır...
Süleyman Bey'e göre. “Türkiye’de yarın sabah ne olacağını kimse bilemez!" Her an değişebilir!..
Hacı Turgut Bey. Semra Hanıma söz mü vermiş?
Seni Çankaya'ya çıkaracağım mı diyesiymiş?..
İyi de. neden ANAP'lıların önde gelenleri, Hacı Turgut Bey'e:
Turgut Bey, vazgeç bu sedadan. Başbakanlık, cumhurbaşkanlığından daha önemli; bir geçmişe bak, DP dönemine, neden "Bayar dönemi” demiyorlar da, "Menderes dönemi” diyorlar?
Hacı Turgut Bey. yanıt vermiyor buna; kara kara düşünür gibi yapıyor. İzlenimler o ki, gitmeyi koymuş kafasına, iyicene! Parti de, pırtı da nerede kalırsa kalsın!
Yazar Rüştü Şardağ geçenlerde, Güneş'te. Hacı Turgut Bey’i inceleyen bir yazı yazmıştı. Şardağ, Hacı Turgut Bey’in, Amerika'daki bir arkadaşını konuşturuyordu. O, Hacı Turgut Bey’in özelliklerini, niteliklerini anlatıyordu. Şöyle diyordu özetle;
Özal tanıdığım insanların en çalışkanıdır. Gece uykusunda bir şey takılsa, kalkar, ertesi gün öğleye kadar uyumaz, o işi çözüme kavuşturmak ister... Efendim, tanıdığım insanların, en kurnazıdır, en akıllısı değil... Şimdi buna dikkat edin. Turgut Bey. başta boyunun kısalığı olmak üzere kendisinde başkalarına göre bazı eksiklikler bulmuş olmalı ki, bilinçaltındaki bu zaafı örtmek için görünümünü durmadan cilalamıştı: Bilinçaltının derinliklerinde duyduğu bu eksikliği kapatmak için mi olmalı bilmiyorum, rakip sandıklarına bıyık altından güler, onları küçültücü, horlayıcı pozlar takınır, laflar üretir. Türkiye'yi kendisinden başka kurtaracak kimse bulunmadığına kendini inandırmak için her yere dilsiz, yumuşak inişlerle sokulur. Sonra da tavuskuşu gibi kabarır... Turgut Bey, işte bu nitelikleriyle, bu ataklığıyla, kimsenin yüreklenemeyeceği girişimlere atılır, yaptıklarından ters, olumsuz sonuçlar çıkınca da (Amerika'daki arkadaşı, uçakta ayağa kalkıp yürüme taklidi yaptıktan sonra) sanki bu berbat yanlış işleri yapan o değilmiş gibi yürür gider, suçu başkalarına yıkar...
Rüştü Şardağ'ın yazdıkları, daha doğrusu, Hacı Turgut Bey: in Amerika’dan yakın arkadaşının anlattıkları ilginçti. Geçenlerde, ben de, Sakıp Sabancı’da birlikte çalıştıkları bir arkadaşıyla karşılaştım. Sabancı'da çalışırken, ayda on yedi bin lira aylık mı alırmış? Yıl, 1978: Sabancı ayrıca lojman da verirmiş. 1983’te parti kurunca, bu arkadaşına da telgraf çeker. Arkadaşı yanıt vermez; bir gün karşılaştıklarında, arkadaşı takılır
Yani, şimdi sen başbakan mı olacaksın?
Hacı Turgut Bey, eski arkadaşına gülerken ağzı kulaklarına varır, şöyle der:
İki kişi bağlanınca, üçüncü de yağlanır!
Hacı Turgut Bey'in argo esprilerinden biri miydi bu?
"Hıbır" dergisinin bir geçen sayısında bir kapak resmi çıktı; dergiyi alan Fatma Hanım, eve gelince fenalaştı, midesi bulandı...
Karikatürler ayna gibidir, devaynası!
Anlaşılan o ki, kimi işler karakolda bitecek!
3 Eylül 1989, Cumhuriyet