Kanpolat’la Söyleşi: (8) Ağrı Bir Dakikada Geçiyor...

Prof. Yücel Kanpolat. Antalya'daki Avrupa Fonksiyonel Nöroşirurji Kongresi’nden sonra, kendisine gelen mektupları gösteriyordu. Bunlardan dolayı çok mutluydu. Duygulanmıştı. Anlatıyordu:
Bakın ne diyor adam? "... Önce, bu kongreye çağnldığım için çok özel teşekkürlerimi söylemek istiyorum. Bu kongrenin, benim gittiklerimin en kalitelilerinden birisi olduğunu söylememe kuşku yok. Fakat, sadece burada sunulan materyal değil, sizin ülkenizin güzelliği, bizi çok çarptı. Ülkenizin çok ufak bir parçasını gördüm. Ama, şanslı insanlarsınız ki, böyle bir ülkede yaşıyorsunuz. İlk fırsatta gelip bu ülkeyi tekrar görmek istiyorum...” Bir başkası da şöyle diyor, o kongreye (eşi rahatsız olduğu için) katılamamıştı:
"Öğrendim ki, kongreye katılan bütün üyelerden, tümü çok fazla eğlenmişler, size bu muhteşem işiniz için ve mükemmel evsahipliğiniz için teşekkür ederim."
İşte 20 dolayında buna benzer mektuplar. Biz ne yapmıştık? İnsanların hepsi, "Biz ne kadar farklı bir Türkiye düşünüyormuşuz”u söyleyerek gittiler.
Bilim adamları bunlar?
Evet. Ve Türkiye'nin ne denli zengin olduğunu, Türk insanının ne denli farklı olduğunu, Türk kültürünün ne denli farklı olduğunu söylediler. Ve biz onlara hiçbir zaman "Türkiye” demedik, “Türk" demedik, “Anadolu" dedik. Gerçekten de bizim farklılığımız Anadolu uygarlığıydı. Böyle bir nasyonalizm -ki nasyonalizm dünyada dorukta şimdi Anadolu’yu Anadolu yapan gerçek, ki mimarı da Türklerdir, kesinlikle bunu söyleyebiliriz- bu bir kültür zenginliğidir. Yani bunun içerisinde Hitit de var, Urart da var, Grek de var, Çeçen de var, Kürt de var, Laz da var, hepsi var. Ama Anadolu'yu mükemmel yapan, bizim insanımızı güzel yapan, o bölgede yaşanabilir yapan kültürel doku. Ha, biz burada neler yaptık? Beş yıldızlı otel dünyanın her yerinde var. Ama ben, işte orada ne bileyim ben, o otelde bazlama pişirttirdim, köy kazanında çorba sunduk. Dünyanın en mükemmel tiyatrosu olan “Aspendos"ta, -Kültür Bakanı bize özel izin verdi- İstanbul'dan, konservatuvarın flüt bölümünün öğretim üyeleri, viyola ve arpla muhteşem bir konser verdiler. İnsanlar yemin ederim, büyülendiler o hava içerisinde. Bir başka gün “Perge”ye gittik, buna benzer ufak şeylerle, güzellikler katabildik. Otelde organizasyon mükemmeldi. Gencecik insanlar çalıştı, yani turizm sektörünün genç çocuklarıydı bunlar. Bir tek slayt takılmadı, bütün kongre boyunca, bir tek aksaklık olmadı...
Bakın bu sektördeki, bu tip organizasyonlardaki her aksaklığı biz yazabiliriz, hiç bunları, bu güzellikleri kamuoyuna söylemeyiz. Ama, benim turizmcim, otelde çalışan benim insanım, benim genç asistanım, genç doktorlarım, insanlar hayran oldular bunlara. Ben bunları söylemeliyim ki, başı yukarıda gezebilsin insanım. Yani, bu tür konuşmaların bu yanı çok önemli.
Bu ameliyatı nasıl yapıyorsunuz? Sayrının ağrısı nasıl diniyor?
Masaya sırtüstü yatırıyorum. Ondan sonra, özel bir iğneyle, omuriliğin birinci ve ikinci boyun omurlarının arasından, omuriliğin ön kısmına ulaşıyorum. Orada omurilik suyu geliyor. Sonra onun içerisine, boyalı özel birkontaks madde veriyorum. Böylece, omuriliği net olarak görüyorum. Ondan sonra, ağrıyı taşıyan lifler, omuriliğin ön kısmında gidiyor, ön yan kısmında. O, ön-yan kısmına, bu bizim elektrotlar, çok ince elektrotlar, yani o denli marifetli elektrotlar ki, bu elektrotun ucundaki ısıyı ölçebilme şansına sahipsiniz. Bitmedi: bu elektrotla uyarı yapma şansına sahipsiniz. O da bitmedi: elektrotla isterseniz, öne arkaya hareket edebilme olanağınız var. “Körv" dediğimiz, özel, iğne elektrotlar var, bunlarla ağrıyı taşıyan traktüs dediğimiz lif bölgesine elektrotu lokalize ediyorsunuz. Sonra, hastayı kontrol ederek, hastayla konuşarak, hastayı test ederek, yavaş yavaş (ağrı liflerini) harap ediyorsunuz. Bu kontrollü bir harabiyettir.
Sayrıyı bayıltmıyorsunuz?
Hayır, hastayla konuşarak...
Evet!
Ve o denli dramatiktir ki, yani günde on dört tane morfin alan bir insanın, normalde bir insanın bunu tolere etmesi olanağı yok, biranda “Ağrım geçti!” diyor. Ve bir dakika içerisinde oluyor bu...
Ne biçim ağrılar diyoruz buna?
Bakın öyle bir ağrı ki, bunun içinde, sinirde harabiyet vardır; sinir alanı ağrı duymaz. Fakat hasta ağrı duyar. Bunlara biz “nöropatik" veya "hayalet ağrıları” diyoruz. Yani, zona geçirmiş, zona bölgesinde ağrısız; fakat içinden böyle sanki kaynayan bir ağrı var. Bunlara da değişik bir yöntem kullanıyoruz. Öbürü nevraljiler, yani sinirlerin tahrip ağrıları, şimşek çakar tarzda ağrılar, elektrik çarpar tarzda ağrılar! Hasta yemek yiyemez, konuşamaz, yüzünü silemez, traş olamaz gibi... Veya kanser ağrıları... Bir vücut yarısında, veya vücudun alt kısmında veya üst kısmında, örneğin akciğer kanseri, göğsün belli bir kısmında, bir yanında, öbür yanında ağrı olabilir, meme kanseri örneğin öyle. Belli bazı metastas kanserlerin oluşturduğu; bir tarafta, kolda, bacakta veya baş-boyun bölgesinin birkaç sinir alanını tutan, hiçbir şekilde ilaçla veya belirli şeylerle geçirilmeyen ağrılar... Bunlar bizim alanımızın uygulamaya aday hastalarıdır...
Ağzım kurumuştu, soluğum kesilmiş gibi. Teşekkür edeceğim, sesim çıkıyor mu, bilmiyorum.
Teşekkür ederim!
Rica ederim!
***
İşte hinthorozu!
Taşlama ustası Mustafa Eşref, SHP-CHP birleşmesi konusunda şu dörtlükleri yazmıştı:
“Ne sol solla birleşir, ne sağ sağla kaynaşır/Çünkü artı artıyı, eksi eksiyi iter;/SHP, DYP'yle, CHP de ANAP'la/Kolayca birleşirler ve de bu sorun biter."
İkincisi de şöyle:
“Birleşti... Birleşmedi... Tutalım ki birleşti,/İş burada biter mi, bakalım ne olacak/Böylesine isteksiz birleşmenin ardından/Bence ister istemez erken doğum gelecek."
Haftalardır, eşek yüküyle yazı yazıldı, yorumlar yapıldı. Herkesin içi karardı. Erdal Bey, sayrı yattığı yerden “hinthorozu" olduğunu gösterdi. “Çatı CHP'de" dedi. Sancıyı şıp diye kesti!