Kanı Kanla Yumazlar...

«Yurt Gezisi» başlıklı «Ankara Notları»nda, dayımı vuranların evine gittiğim için, babamdan nasıl dayak yediğimi anlatmıştım. O yıllar, ilçede Jandarma Komutan Vekilliği yapmış, emekli astsubay Ali Rıza Süer'den bir mektup aldım. Bazı sözcüklerini yaşayan dile çevirdiğim mektubunda Süer, şöyle diyor.

«11.3.1981 günlü Cumhuriyet'te «Yurt Yazısı» başlıklı yazınızı okudum. O zaman yüzbaşı merhum Hulusi Bey ilçede yoktu. Üsteğmen Melek Bey vardı. Merhum Melek Bey'den komutanlık vekaletini ben devir teslim aldım. Enişteniz Melek Beyin adı da Üsteğmen Melek Bey'in adını anımsamak için konmuş olsa gerek. Hulusi Bey, ilçeye 1930'da geldi. Dayınız Hasan Onbaşı ve Tahsildar Mustafa Çavuş'un öldürülmesi ve Kögüş Oğlu Mustafa Efendi'nin yaralanması olayları 1928'dedir. Olayların ayrıntısına girmeyeceğim. O devirde Hadim'de birçok eşkıya vardı. Bunların yakalanması için, Karaman, Çumra, Bozkır, Seydişehir ve Beyşehir'den birer, ikişer Jandarma eri verilerek, merhum Hadim Kaymakamı Rıza Rauf Bey'in buyruğunda ve benim komutam altında bir on beş kişilik «Müfreze» birlik kuruldu. İlk çatışma Gerez Köyü'nün Akalanı yöresinde oldu. Biri yaralı olarak ele geçirildi. O zaman Gezlevi'li Bozkır isyanını başlatanlardan İbrahim Efe sağdı. Eşkıyaları o korurdu. Birinin yaralı olarak ele geçmesinden sonra, Efe, Kaymakama, «Edna Kaymakam», bana da «Ahvali mütalea edilmedik, hüviyeti meçhul çavuş sizleri öldürüp, etlerinizi Hamza Pınarında itlere yedireceğim. Bozkır Kaymakamının ve Şube Başkanı ile Jandarma Komutanının akıbetlerini gözlerinizden uzak tutmayın.» diye gözdağı vererek, haber gönderdi. Yürekli vatandaşların da yardımı ile İbrahim Efe temizlenince, eşkıyalar çevrede tutunamayarak Antalya yörelerine kaçtılar. Hadim'den adam gönderildi. Yerleri saptanıp yakalandılar 1930'da. Bir yıla yakın çarık giyerek suçlular kovalandı.

Cumhuriyetin 10'uncu yıl affından yararlanarak, cezalarının kalan kısmını Hadim'de çektiler.»

Emekli astsubay Ali Rıza Süer, babamın katillerin yakalanması için nasıl çaba harcadığını överek anlattıktan sonra, «dayınız Hasan Onbaşı'nın katillerinin yakalanması için yürekli biçimde uğraşan da merhum amcanız Muharrem Efendi idi. Kaçaklar, Muharrem Efendiyi öldürmek için çok çaba harcadılar. Ancak, başaramadılar. Hasan Onbaşı'nın babası Hacı Koca da çok çaba harcadı, oğlunun katillerinin yakalanması için» diyor. Mektubu. «Bilvesile en iyi dileklerimle gözlerinden öperim.» diye bitiriyor..

Emekli astsubay Ali Rıza Süer'in olayları yaşayan biri olarak yaptığı açıklamayı aktarırken, çocukluğum geldi gözümün önüne. Babamdan dinlemiştim...

Bir gece ilçeden köye giderken, dağlık köy yolunda, bir ağacın karaltısında, bazı kişilerin silahlarını dayamış, sigara içtiklerini sezer. Hemen anlar, bunlar dayımı öldüren kaçaklardır. Biri şöyle der:

—  Bak işte geçiyor. Yeğenini vurduk, Bunu da vuralım..

Kaçağın arkadaşı karşılık verir:

— Yok yahu, bu adamın kimseye bir zararı yok. Kendi halinde bir adam. Öldürmeyelim!

Konuşmaları duya duya, soluğunu keserek yürür. Gider. Babam öldürülseydi, öksüz kalacaktım...

Bunlar, elli yıl öncesinin olayları, elli yıl sonra, Türkiye'nin hemen her köşe bucağında, adam öldürmelere, kargaşaya tanık olduk. Can güvenliği diye bir şey kalmadı. Demokrasi askıya alınmak zorunda kalındı, kargaşayı önleyebilmek gerekçesiyle.

Silaha sarılıp ellerini kana bulayanların pişmanlıklarını TV'den izliyoruz. İzlerken, yıllardır «Ankara Notları»nda yapmaya çalıştığım uyarıların, «oyuna gelmeyin» uyarılarının bir şeye yaramamış olduğunu düşünüp üzülüyorum doğrusu. Bazı gerici basındaysa, satır aralarında üstü örtülü kışkırtıcılık sürüp gidiyor. Sanki kışkırttıkları destekledikleri içeride değilmiş, değişen hiçbir şey olmamış gibi.

Biri, geçenlerde, bir yazısında, üç yıl önce öldürülen

Doğan Öz’e sözü getiriyor, «öldürülen bir o muydu sanki?» demek istiyordu.. Doğan Öz'ün, Abdi İpekçi'nin çocukları öksüz şimdi.. Daha, nicelerinin..

Eskiler, güzel söylemişler.

— Kanı, kanla yumazlar.. demişler.