Kanarya...

Diyarbakır Cezaevi'nde sorunların çözülmesi çok iyi oldu. Darısı, öbür cezaevlerinde yatanların başına? Geçen hafta sonunda, SHP’li on beş, iki de ANAP'lı milletvekili Başbakan Turgut Bey’le konuştular. Diyarbakır sorununu anlattılar. Orada sanıklar, tutuklular yakınlarıyla ana dillerinde konuşamıyorlardı. Turgut Bey, Eşref Erdem’in de bulunduğu milletvekili grubuna şöyle dedi:
Beni yengem büyüttü, kendisi Kürttü, Türkçe bilmiyordu! Bu sorunu çözeceğim!
Sözcüleri Eşref Erdem ile birlikte SHP’liler şunlardı:
Rıza Yılmaz, Ahmet Türk, M. Ali Eren, Ömer Çiftçi, İbrahim Aksoy, Vedat Altun, İ. Hakkı Önal, Veli Yıldırım, Kamer Genç, Mehmet Kahraman, Halis Sümer, Mustafa Kul, Cumhur Keskin...
SHP’liler Başbakanla görüşmeye girdiklerinde, içeride oturan ANAP’lı Abdülkadir Aksu ile Nurettin Dilek de toplantıya katıldılar. SHP’lileri desteklediler.
O gece, Erdal Bey, Turgut Beyi aradı, konuştu. Erdal Bey'e sordum:
Başbakan Turgut Bey’le ne görüştünüz?
Telefonla konuştuk, durumu anlattım; o da bildiğini söyledi; baştan itibaren yaklaşımı çözmek doğrultusundaydı. “Ben de istiyorum, böyle şeyler olmasın, çözülmeyecek bir şey yok! Konuşacağım ilgililerle ve gerekeni yapacaklardır” dedi. Durum buydu başından itibaren...
Yani, ana dillerini orada konuşabilmeliler, anası gelmiş tutuklunun, dil bilmiyor ne yapsın yani?
Zaten, dedi Başbakan, tercümanla konuşuyorlardı; demişler, “daha çok kimseyle konuşalım” demişler, “çözülmeyecek bir şey yok” dedi. Başbakan.
Sizin milletvekillerinizin girişimleri de bana ilginç geldi.
Onlar da rahatsız oluyorlar, bana başvurdular, “Başbakala görüşmek istiyoruz” dediler, ben de “görüşün” dedim. Zaten görüşürken, ANAP’tan iki milletvekili katılmış aralarına, böylece partilerarası bir çözüm de aramışlar…
Cezaevleriyle, özellikle şimdi, tek tip giysi konusunda daha çok durmak gerekiyor…
"B" cezaevinden “I” cezaevine nakledilen bir okur, bakın ne diyor:
“Sevgili dost Ekmekçi’ye,
Yeni bir cezaevinden yine gönülden merhabalar. Size “B” cezaevinden yazdığımdan bu yana neredeyse iki ay geçti. O zamandan bu yana yaşam koşullarımızı etkileyen önemli gelişmeler oldu.
En son ‘B’den yazdığımda, oradaki olumsuzlukları, düşüncelerimizi, tavrımızı yazmıştım. ‘B’de yaptığımız süresiz perhizin 10. günü, aralık sonunda, olumsuzluklar ortadan kalktığı için perhizi sona erdirmiştik. Önceden verilmiş yasaklar dışında, eski yaşam olanaklarını yeniden edindik. Mektup ve ziyaret yasağım 8 ocakta sona erdi. Birikmiş mektuplar o tarihte verildi. Uzun bir aradan sonra, dostlara yeniden yazmaya başlamıştım. 11 ocakta annem ziyaretime geldi. Onunla da uzun süreli görüşemememin özlemini gidermiştim. ‘B’deki son perhizimizden sonra, başka bir cezaevine sevk edileceğimizi de tahmin ediyorduk. Tahminimiz doğru çıktı.
18 ocakta ‘Hazırlanın, sevk oluyorsunuz’ dediler. Götürebileceğimiz eşyalarımızı topladık. Doktor denetiminden sonra dokuz kişinin zor sığdığı ve her tarafı kapalı bir cezaevi arabasına bindik. Eşyalarımız bir kamyona yüklendi. ‘I’ cezaevine gideceğimizi öğrendik. ‘I’, ’B’den yaklaşık bir saat uzaklıkta. Bitişikteki eve taşınan kiracılar gibi, fazla uzağa gitmedik, ‘B’den ayrıldıktan sonra, öğle saatlerinde ‘I’ cezaevine geldik. Tek tek içeri alındık. Sivil giysilerimiz alındı, saçlarımız kesildi. Şortlarla kaldığımızda arandık! Tek tip giysi giymemiz istendi. Yıllardır giymediğimizi, bu nedenle bizim ve ailelerimizin çeşitli sıkıntılar çektiğimizi, bu uygulamanın onurumuza, kişiliğimize yönelik bir saldırı, aşağılama olduğunu anlattım. Bir hücreye kondum. Kaldığım hücrede giysilerim de olmadığından çok üşüdüm. İstemem üzerine gece geç saatlerde iki battaniye, aynı durumda bir yatak verdiler. Soğuk nedeniyle ‘baby sands’ler gibi onlara sarındım.
Fazla ayrıntıya girmeden devam edeyim; geldiğimizin üçüncü günü kendi battaniyelerim, çarşaf, iç çamaşırları, gömleklerim verildi. Pantolon, ceket, palto, atkı, boğazlı, fermuarlı kazaklar verilmedi. Wolkman'im vardı, verilmedi. Ufak kuşlarım vardı. (Annem son ziyarete geldiğinde bir kanarya getirmişti) Bu kuşlar haberim olmadan, geldiğimiz arabayla geri gönderilmiş. Oysa orada bizden tanıdık kimse kalmadı. Dokuz kişiydik ve tümümüz buraya sevk olunduk.
Kitap, dergi, defter ve adres defterlerimiz denetim gerekçesiyle verilmedi. Verilen eşyalarla birlikte zarf, kağıt verildi. Aileme ve adresini anımsayabildiğim dostlara yazdım. Aynı gece Cumhuriyet Savcısı, emniyetten bazı yetkililer geldiler, tanıştım. Kaldığım yerin soğuk ve sağlık koşullarına elverişli olmadığını söyledim. Gelişimizin dördüncü günü akşama doğru bir koğuşa verildim. Benden önce aynı koğuşa dört arkadaş daha verilmiş. Öbür arkadaşları, cezaevine girdikten sonra bir daha görmemiştim. Bizim verildiğimiz koğuş normal olarak 22 kişinin kalabileceği büyüklükte, daha doğrusu bu kadar insanın kalabileceği ranzası var. Ama bizden başka kimse yok koğuşta. Bakımsız kalmış ve oldukça yıpranmış bir koğuş. Tek tip giysi giymediğimiz için ziyaret yapamayacağımız, maltaya, idareye çıkamayacağımız söylendi. Ve öyle oluyor. Doktor muayenesi de bu yasakların içinde. Koğuşta eşofmanlarımızla kalıyoruz. Günümüzde artık birçok cezaevinde şöyle ya da böyle çözüme kavuşmuş, sorun olmaktan çıkmış giysi konusu yine karşımıza sorun olarak çıktı. Bu ne zamana kadar sürecek, bilemiyorum.
Koğuşa eski, siyah beyaz bir TV verildi. ’B’de renkli izliyorduk; renkliden sonra, bunu izlemek çok çağdışı oluyor. kendi paramızla bir floresan aldırıp koğuşa taktırdık. Kitap, dergi ve defterlerimizin bir bölümü verildi. Hala verilmeyen kitap, dergi ve defterler var. Adres defterleri de hala verilmedi! 12 Eylül kalıntısı yasaklar, kurallar burada hala yürürlükte. Arko krem, mum, jilet vb. şeyler örneğin. Gazete öğleden sonra 3-4 dolayında geliyor. Ara sıra, gazeteyi kocaman bir pencere açılmış durumda okuyoruz örneğin, 7 şubat tarihli Cumhuriyet’i böyle sansürlü okuduk!
Bu koşullarda ne kadar iyi olunursa o kadar iyiyiz. Güzel yarınlara olan ihtiyacımız, sevdamız her zamanki coşkusu ile sürüyor. “Beton üstünde/Büyümeye bıraktık/Umutlarımızı/Görmese de güneşi/Büyüyecek.”
***
DÜZELTME:21 şubat Pazar günkü Ankara Notları’nda, Yenişehirli Avni’nin dizelerinden ikincisinde geçen “asan” sözcüğü “açan”diye çıkmış. Bilenler anlamışlardır;düzeltirim.