Kanadalı Ellen’i oynattık...

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Enver Paşa’nın babası da Malta’ya gönderilenler arasındaydı. Enver Paşa’nın babası bir gün:
Ben, der, yaşamımda harama uçkur çözmedim!
Muzip Süleyman Nazif, dayanamaz söze karışır:
Keşke, helale de çözmeseydin.
Nadir Nadi, bir Ankara'ya geldiğinde onu, Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin o zamanki Başkanı Yılmaz Ateş'le tanıştırmıştım. Nadir Nadi:
— Gerçek gazeteciler sizde, dedi. Ama neden siz sesinizi duyuramıyorsunuz da, başkaları duyuruyor...
Nadir Nadi, benim deyimimle "naylon" gazetecilerin toplandığı dernekleri kastediyor, gerçek gazetecilerin derneklerinin ise, susmalarını eleştiriyordu. Yılmaz Ateş ne karşılık vermişti, unutmuştum. Herhalde:
Çalışıyoruz etendim... filan demişti.
Ama gerçek şuydu: Ekonomide nasıl kötü para, iyi parayı kovarsa, basında da, derneklerde de kötü gazeteci iyi gazeteciyi kovuyordu. Alan naylon gazetecilere, kötülere kalıyordu...
1970'li yılların sonunda öldürülen Bedrettin Cömert'in katillerinin, o ilk cinayet günü nerede saklandıklarına ilişkin ipuçları yakalamak üzereydim. Bedrettin Cömert'in katilleri ilk günü, aranması usa gelmeyen bir yerin bahçesinde saklanmışlar, duyduğuma göre. İki kişiymişler. Kendi aralarında şöyle konuşuyorlarmış:
Vurduğumuz oğlan da yiğit biriymiş ha!
Konuşmayı dinleyen yerinde duramamış, çalıştığı yerde de.
O zamanki Ankara Valisi Tekin Alp'la konuşmuştuk konuyu, o:
Katiller bir yakalansın, nerede saklandıklarını en iyi onlardan öğreneceğiz diyordu.
Bedrettin Cömert'in katilleri Almanya'da yakalandı, yargılanacaklar. Türkiye onları, yargılamak ve cezalandırmak için istedi. Almanya, "Türkiye'de ölüm cezası var, bizde yok. Sanıkları sonunda asmazsanız göndeririz, ama bu koşulla " dedi. Biz, önce bunu benimser gözükmüşken, ardından anlayamadığım bir nedenle "hayır" dedik. Almanlar da Bedrettin Cömert'in katillerini salıverdi. Katiller şimdi orada ellerini, kollarını sallayarak geziyorlar. Adalet yerine gelmiş değil. Suç yeri, Türkiye'ydi, ama madem ki, bir anlaşmazlık var; orta yol bulunabilir, en azından sanıkların orada yargılanmaları sağlanabilirdi. O zaman o katillerin nerede saklandıklarını öğrenebilecektim...
Pazartesi öğleden sonra. "Galeri Z"de Mehmet Boztaş’ın, "Mige"de Şahin Kaygun'un resim, fotoğraf sergilerini gördüm. Açılışlarına gidememiştim. Rıza Ezer'in Alman Kültür Merkezi'ndeki "Hüseyin Ezer”in İnönü fotoğrafları sergisi saat 18.00'de kapanıyormuş, kaçırdım.
Başka gün görürüm… dedim. Küçük Artizan'da Kuzgun Acar'ın sergisini görmüştüm. Nasıl da severdim Kuzgun Acar'ı. Yooo, öyle birlikte oturup yiyip içmişliğimiz bile yok, ölümünden önce tanışmıştık. Büroya gelmişti, yanıma yaklaştı:
Benim adım, dedi, Kuzgun Acar. Ben sizi severek okuyorum. Burada kimse kimseyi tanıştırmıyor, ben kendimi tanıtmak istedim...
Tanıyordum. Sevindiğimi söyledim. Geçenlerde, Erhan Karaesmen’in, Cumhuriyette Kuzgun Acar sergisiyle ilgili küçük bir yazısı vardı, severek okudum...
Akşamüstü büroda konuşuluyordu; Ankara'da basını yozlaştırmaktan başka bir iş yapmayan bir derneğin, eski yeni bakanları bir araya getiren kokteyli varmış. Nasıl içerledim, dişlerim ağzıma dökülecekti. Her dönemde, böyle şeyleri yapanlar gözde oluyorlar. Çağrılı değildim; yıllar var gitmiyorum öyle yerlere.
Odalar Birliği salonunda "Türkiye'nin tanıtımı için grafik öneriler sergisi" vardı, ona gittim. Sergi, Türk Tanıtma Vakfı (TÜTAV) ile "Grafikerler Meslek Kuruluşu'nca ortaklaşa düzenlenmişti. Sergi daha önce İstanbul'da açılmış, pek ilgi görmemiş Ankara'da da iki-üç gün daha açık kalacak. Ankara'daki okurlara öneririm, gidip görsünler.
Açılışta, bu sergi için Ankara’ya gelen Grafikerler Meslek Kuruluşu Yönetim Kurulu Başkanı Mengü Ertel, bir konuşma yaptı. Konuşmasının girişinde şöyle dedi:
...Evet, bu sergi eksik, hatta çıkış noktasında yanlış bir sergidir. Biraz önce de değindiğimiz gibi her çalışmanın bilinçle araştırılmış, geliştirilmiş, amacı doğru saptanmış ve iyi programlanmış bir altyapısı olması gerekir. Bu serginin özeleştirisini yaparken nasıl ele alması gerektiğini de açıklamak isterim: Ülkemiz böyle bir tanıtım konusunda çok çeşitli dallarda büyük bilgi birikimine sahiptir. Her konuda yetişmiş uzmanlar, kurumlar, ekip ve donatım vardır. Bütün sorun bunların bütünleştirilmesidir.... Anadolu 29 önemli uygarlığın beşiğidir ve bu uygarlıkların çok önemli kalıntılarına yurdun her köşesinde rastlanılmaktadır.
Afiş ustası Mengü Ertede, daha sonra, Güran Erbek'in, Dr. Mediha Eldem Sokak 55/6'daki çalışma yerine gittik. Kalabalık bir gruptuk. Güran Erbek, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda Yurtiçi Gösteriler Şube Müdürü'ymüş. Avukatmış, avukatlık yapmamış. Tanıtma işlerine vermiş kendini. Bürosu da, çeşitli Afşar kilimleriyle, Anadolu'dan derlenmiş at kolanlarıyla, feslerle, yemenilerle dolu. Türkeli'nin çeşitli çağlarını bir araya getirmiş bir sergi diyelim buna. Bedri Rahmi görse, bayılır kalırdı!.
Kanadalıymış, bir kız orada boncuk üzerine çalışıyordu. Boncuk boyaları... Kanada'da boncuk yokmuş! Öbür odada, bir grup saz çalıp, türkü söylüyordu. Daha doğrusu mimar Naci İlhan saz çalıyor, Yaşar Seyman, İbrahim Demirel türküler söylüyorlardı. Mengü Ertel, konuşanları susturmaya çalışıyor, yer yer azarlıyordu da. Rakılar, votkalar içiliyordu. İngiliz Türkolog genç Robert Allison portakal soyuyordu. Kimler mi vardı? Mengü Ertel, Metin İnceoğlu (İnceoğlu, Basın-Yayın Yüksek Okulu'nda yardımcı Doçent.) “Tanıtma Yöntemleri” adlı doktora tezi var). Mine Gökbuget, İbrahim Demirel, Evin Soley, Ferihan Özgören, Robert Allison, Ellen Lazare (Kanadalı kız, boncukçu), Güran Erbek, Asuman İlhan, Naci İlhan, Yaşar Seyman...
Saz çalınırken baktım, Kanadalı kız Ellen yerinde oynuyor. Göğüslerini oynatıyor. Kalabalık:
Haydi Ellen, ortaya... diye bağrıştı. Ellen çoktan gönüllü. Kanadalı kızı oynattık, İngiliz Robert'i de. Anadolulular görse Ellen’i;
Gavurun kızı nasıl da oynuyor! derlerdi. Metin İnceoğlu’yla konuşuyoruz:
Asıl tanıtma yöntemleri bu işte! diyoruz. İnsanların insanları tanıyıp, sevmesi.
Düşünüyorum, bir de insanın insana, nerede olursa olsun eziyet etmemesi; yönetimlerin baskı yapmaması, gerçek tanıtmanın yollarını getiriyorum kafamda...